Makaleler

AB ve TC kendi yolunu belirlerken: “Son zılgıt çekilmedi henüz!”

(Eski) Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu devreden çıkaran Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan yeni bir “one minute” çıkışı yaparak bu kez Avrupa Birliği’ne “Biz yolumuza gidiyoruz, sen de yoluna git” dedi. Erdoğan bu çıkışıyla “başkanlık sistemine” ilerlerken darbelenen “karizmasını” yeniden tesis etmenin derdine düştüğünü gösterdi. Hatırlatmakta fayda var: İsrail’in katil başbakanına “One minute” diyerek Arap coğrafyasının “halifeliğine” soyunan Erdoğan, aynı dönemde İsrail ile hem ekonomik hem de askeri işbirliğini sürdürüyordu. Bugün de liderliğini yeniden kanıtlamanın peşinde “Kasımpaşa kabadayılığını” sürdüren Erdoğan, TC devletinin geleneği olan ikiyüzlü mücadelesini aynı şekilde sürdürüyor.

Erdoğan’ın “rest” çeken açıklaması sonrası AB’den gelen yanıtlar genellikle “Türkiye’nin terörle mücadele hakkını asla göz ardı etmiyoruz. Ama, terörle mücadele edeceksek, yasal düzenlemelerimiz arasında bir uyum olmalı” (AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Hansjörg Haber, 9 Mayıs, HaberTürk), “Eğer sayın Erdoğan Türklerin Avrupa’ya vizesiz seyahat hakkını vermek istemiyorsa, bunu Türk halkına kendisi açıklar. Benim sorunum değil, onun sorunu” (AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Junker, 12 Mayıs, CNN Türk) şeklinde oldu. Yani tartışmalar su yüzeyinde “vizesiz seyahat” ve TMK’nın değişimi üzerinden yürüse de, bu bir kan gölü ve bataklığıdır ve bunun altında başta Kürdistan’da Kürtlere katliam olmak üzere TC’nin ülkede ve Ortadoğu’da halka karşı işlediği suçlara karşı bir işbirliği ve onaylama mevcuttur.

Bu durum çelişkili görünse de yalnızca 100 yıl öncesine gidip Ermeni, Rum, Süryani, Keldani, Ezidî vd. topluluklara dönük soykırım ve katliam sürecine bakıldığında TC’nin faşizm geleneğini devraldığı İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) ile başta Almanya (ve daha sonra ABD) olmak üzere Avrupalı emperyalist devletler arasında bu tür ilişkilerin yeni olmadığı görülecektir. 20. yüzyılın ilk soykırımını gerçekleştiren Almanya(1) görünürde bizzat Ermeni soykırımı sürecine dahil olmasa da İTC kadrolarını soykırım deneyimleri ile bizzat donatır. Asker ve komutanlarına kesinlikle hiçbir katliama katılmamalarını temkin eder, ama esas planlayıcı olur. Fransa, İtalya, İngiltere bu soykırımı yer yer tehdit olarak kullansa da soykırımın yayıldığı ve doruğa ulaştığı on yıllar boyunca çıkarları gereği soykırımı dünya kamuoyuna taşımaya çalışan topluluk temsilcilerinin seslerini kısarlar ve her şeye rağmen yapılan haykırışları duymazdan gelirler. (2) Tıpkı bugün Kürt halkına dönük katliam karşısında yaptıkları gibi…

Diğer yandan soykırım yıllarında Hıristiyan toplulukların varlıklı olmalarını, Müslüman toplulukların yoksulluğunun sebebi olarak lanse eden ve onların mal varlıklarını birlikte gasp etme vaatleri karşılığında halkın çeşitli kesimlerini soykırıma ortak eden TC, bugün de Kürt ulusunun hakları için mücadele vermesini terör olarak yansıtmakta, bir yandan meclisten geçirdiği “kiralık işçilik” uygulamalarıyla halkı yoksulluğa mahkum edip, yoksulluğu da “beyaz çarşaf”la örtmeye çalışırken (3) bir yandan da yolsuzlukla halktan çalınan milyonların sorumluluğu “terörle mücadele”nin bedeli olarak lanse ediyor ve “vize serbestisi” karşılığında halkı katliamlara ortak etmeye çabalıyor.

Ama bu cesareti yine efendilerinden aldığı ortadadır. Her ne kadar TC’nin ilk kez 12 Nisan 1991’de kabul edilen, 1992, 1993, 1995, 1996, 1999, 2001, 2003, 2004, 2006 ve 2010 yıllarında değiştirilen, “terör örgütü üyeliği” konusunda demokratik haklar bağlamında en küçük bir ölçüt içermeyen Terörle Mücadele Kanunu’na tepki gösterip “AB kriterleriyle uyumsuz” deseler de Avrupalı emperyalistlerin TC’ye taş çıkardığı herkesin malumudur. Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmeleri bir yana bu savaşlar nedeniyle yurtsuzlaşan milyonlarca mülteciyi “terör” kaygısıyla Avrupa coğrafyasına kabul etmeyen emperyalistler, bir yandan ülkelerinde ırkçılığa tavan yaptırmakta bir yandan da TC’ye verdikleri rüşvetler bu coğrafyayı “mülteci pazarı” haline getirmeye çalışmaktadır. “Terörle mücadele” konusunda eleştirdiği TC’nin faşizminden kendi ülkesine sığınan siyasi ve örgütlü mücadele yürüten mültecilere ve mülteci örgütlerine de TC’yi aratmayacak tutuklama ve tecrit terörü yaşatmaktadırlar. (4)

Sözün özü Ermeni Soykırımı’nın 101. yılını geride bıraktığımız şu günlerde soykırımcı İTC’nin emperyalistlerle olan ortaklığının yeni bir perdesinin TC eliyle yine kadim halkların yaşamış olduğu bu coğrafyanın kan gölüne döndüğü bir dönemde sahnelendiğidir. Avrupalı emperyalist devletler ile TC arasında yaşanan gelişmeleri tarihsel arka planından yoksun bir tartışma ile ele almak, AB’ye ilerici bir misyon yüklemeye, “vize serbestisi” ihtimalinin ortadan kalkmasına ah vah etmeye kadar götürebilir, ki bunun örnekleri mevcuttur. Bugün tartışmaya konu olan ve kimi liberal kesimlerin AB’den medet umduğu Terörle Mücadele Kanunu’nun genişletilmesi tartışmaları özellikle 7 Haziran sonrası devrimci, demokrat ve yurtseverler üzerinde estirilen terörün tam da emperyalistlerin akıl vericiliğiyle meşrulaştırılması anlamına gelmektedir. Buna karşı tek çözüm emperyalistler ve TC “kendi yollarını” belirlerken devrimcilerin de gideceği yolu belirlemeleri yani faşizme karşı hafızasını taze tutması ve direnmenin meşruluğunu sonuna kadar savunmasıdır. Bu omuzlarımızda tarihi sorumluluk olarak durmaktadır. Unutmayalım ki “son zılgıt çekilmedi henüz…” (5)

1) Almanya 1884’te kolonileştirdiği Afrika ülkesi Namibya’nın yerlileri Hererolara soykırım uygular ve 1904-1908 yılları arasında Hereroların % 80’nini yok eder. (Kadim Halklar Coğrafyası, Nisan Yayımcılık, 163-164)

2) Lozan görüşmeleri sırasında Süryani lider Patrik İlyas’ı temsilen toplantıya katılan Başpiskopos Afrem Barşawmo, İsmet İnönü’yü soykırımcı olduklarını haykırarak toplantıdan kovar, ancak Türkiye’de bizzat Mustafa Kemal’in ölümle tehdit ettiği Patrik İlyas başpiskoposu yalanlamak zorunda kalır. (age, 366-367)

3) 14 Mayıs günü İstanbul-Halkalı’da RTE’nin kızı Sümeyye Erdoğan’ın büyük patronlardan Selçuk Bayraktar ile nikahının yapılacağı kültür merkezi ile halkın yaşadığı alan arasına “görüntü kirliliği” nedeniyle beyaz çarşaf gerildi.

4) 15 Nisan 2015’te Almanya, İsviçre, Fransa ve Yunanistan’da eşzamanlı bir şekilde Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu (ATİK) üye ve yöneticilerine gerçekleştirilen operasyonda 10 kişi tutuklanmış ve Avrupa hapishanelerinde ağır tecrit uygulamalarıyla karşılaşan ATİK’lilerin ilk duruşması, operasyonun üzerinden 1 yıl geçmesine rağmen henüz gerçekleşmemiştir.

5) 6 Mayıs günü Dersim-Geyiksuyu’nda ölümsüzleşen halk savaşçısı Haydar Arğal (Sinan)’ın 2010 Erzingan Newroz’unda yaptığı Partizan açıklamasından…

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu