GüncelManşet

Alper, Vatan, Süleyman, Uğur: Rojava düşünde buluştular

33 DÜŞ YOLCUSU YAZI DİZİSİ-4

ESKİŞEHİR SOKAKLARINDA BİR ANARŞİST

Alper Sapan, üzerinde siyah parkası, dilinde A Las Barricadas’ın müziği ile yürürdü Eskişehir sokaklarında. Arkadaşı Hasan Savcı, “500 metre öteden görseniz, ‘Bu kesin Alper’ dersiniz. Penguen gibi parkasıyla beraber yürürdü” diyor.

Eskişehir’den Kobanê yoluna düştüğünde 19 yaşındaydı. Anarşistti, Eskişehir Anarşi İnisiyatifi’nin kuruluşunda yer almıştı. Öncesinde de Mersin ve İstanbul’da anarşist çalışmalar yapmıştı. 15 Mayıs 2014 tarihinde de vicdani reddini açıklamıştı.

Giresunluydu. Ancak bu kimliği, otostop yolculuklarında şoförün durumuna göre hatırlardı.

Eskişehir’den yoldaşı Sitem Bütün’le yola çıkmıştı. Önce Ankara’ya otostopla gitmişler, orada SGDF’liler buluşarak, yola devam etmişler.

Heyecanlıydı. Yol boyunca bir deftere sürekli notlar aldı. Sitem “Orada yapacaklarını, insanlarla neler konuşacağını yazıyordu” diyor. Sitem’e göre, Kobanê’nin inşasına kendi elleriyle katılmak istiyordu, bir de savaşçılara anarşizm ile ilgili sorular sormak.

Arkadaşı Merve Çubukçu, Alper’i herhangi bir tanıma oturtamıyor. Ancak “Çok küçük şeyleri geliştirip kocaman bir hale sokabiliyordu” diyor ve ekliyor: “Otururduk rastgele bir konuyu konuşurduk, duvarları boyardık, film izlerken o film üzerine konuşurduk.”

Yavaş bir insandı. “Hemen yapayım bitireyim” değil de, “Yavaş yavaş, demlene demlene yapayım” gibi. Arkadaşı Merve, “Evi taşırken, bir koltuğu evirip çevirmesi yerleştirmesi 5 saati almıştı. Tüm bir gün boyunca, koltuğu yerleştirip bardakları dizmiştik. Bu yapılması gereken işten ziyade aynı zamanda geçirdiğimiz vakitti” diyor.

Freelanse olarak web tasarımı yaparak geçimini sağlıyordu. Sürekli bir şeyle uğraşırdı. Son günlerde Rusça ve Almanca öğrenmeye çalışıyordu. Bunu da kursa gitmek yerine, kendi çabasıyla yapıyordu. Genelde anarşi okumaları yapardı. Her şeyi not alırdı. Arkadaşı Hasan, “Sıradan bir konuşma sırasında not aldığı olurdu. Yeri ve zamanını iyi bilen bir insandı” diyor.

Çok kıyafeti yoktu. Hasan “Çeşit çeşit giyinen bir insan değildi” diyor. Sitem ekliyor: “Alper’in kamerası olmayan hatta hiçbir özelliği olmayan sadece aramaya yarayan bir telefonu vardı. Bunu kullanmakta çok ısrarlıydı. Bataryası şişmişti artık ve sürekli takıp çıkartırdı. Üflerdi, temizlerdi. ‘Tamam’ derdi.”

Endüstriyel ürünlere karşıydı. Hatta, alternatif temizlik maddeleri olarak neler üretilebileceği üzerine kafa yorardı.

Arada bir gitar çalardı. A Las Baricadas’ın dışında The Toll’u da çok severmiş. Joy Division dinliyormuş. Hasan, “Grup Yorum dinlediğini de biliyorum. Çeşitliydi. Açık fikirli olduğu için, kendini kısıtlayarak bakmazdı. Müzikte de böyleydi ama popüler müzikten hoşlanmazdı” diyor.

En son okuduğu kitap; Çürümenin Kitabı olmuş.

Güleç bir insan. Sitem, gülerek anlatıyor: “En olmadık yerde gülerek şaşırtmıştı beni. Ağzını kocaman açarak gülerdi, çarpık dişleri ile. Ama aynı zamanda öfkeliydi. Çok öfkeliydi.”

Hasan, Alper’in mücadeleci yanına dikkat çekiyor, “Anarşist mücadeleye hayatını adamış ve devamını getirecek olan da bir insandı” diyor.

Polonya’ya gitmeyi planlıyormuş. Eskişehir’deki arkadaşları bu fikre razı olmamış. Ancak oradaki işgal evleri deneyimini yerinde görmek için gitmek istiyormuş.

Ancak olmadı. Suruç’ta katledildi.

ALEXİS’İN FOTOĞRAFIYLA YOLA ÇIKMIŞTI

Vatan Budak, Kobanê yoluna, Yunanistan’da polis tarafından katledilen anarşist Alexis’in fotoğrafının olduğu tişört ile düşmüştü. Anarşistti, Anarchy’ın İstanbul sayfasında grafikerdi. Bileşeni olduğu Birleşik Anarşist Atak’ın grafiklerini de yapıyordu.

Gitmeden önce babası Murat Budak ile konuştu. Babasına göre, gitmemesi için çok sebep vardı. O hafta yoğundu, bir kamu şirketinde çalışıyordu. Ayrıca dikey geçiş sınavı vardı. Ancak babasına “Ben hepsini hallederim” dedi.

Gitmeden önce annesi Rahile’den bayrağını yıkamasını istemiş: “Bir bayrağı vardı, yarısı siyah yarısı kırmızı. Yıkamam için verdi. ‘Oğlum ne yapacaksın?’ dedim. ‘Yıka lazım olur’ dedi. Birkaç gün sonra da Suruç’a gideceğini söyledi zaten.”

Anne Rahile de, “Gitmeyin, tehlikelidir” dedi. Yanıtı, “Merak etme, yardım etmeye gidiyoruz” oldu.

Babası da uyarmış, “Bak orası sıkıntılı biraz” demiş. Vatan’ın yanıtı, “Kolay olanı herkes yapıyor. Önemli olan oraya gitmek, zoru başarmak.”

Yola çıkmadan önce Eminönü’nden oyuncak alıyor ve babasına gösteriyor. Sonra babası soruyor; “Paran var mı” diye. “Yok” diyor. Babası, “Bende de yok, ne olacak şimdi?” karşılığını veriyor. Yanıtı; “Benim akbilim de var. Beni Kadıköy’e kadar götürür. Ondan sonra zaten arkadaşlar ne yerse biz de onu yiyeceğiz” diyor ve gidiyor.

Vatan da sürekli bir yerlere gidenlerden. Belli ki genç yaşına rağmen hayatı da bir yolculuk olarak algılamış. Babası Murat, “Her bayram bir yere gidiyordu. Durduramıyorduk O’nu. Ama bizim de hoşumuza gidiyordu” diyor. Roboskî’ye gitmiş, Soma’ya gitmiş.

Ailesi adını Welat koymak istemiş. Ancak malum engeller nedeni ile nüfus müdürü, baba Murat’ın yakın arkadaşı olsa da, bu riski göze alamamış ve isim Welat’ın Türkçesi “Vatan”a dönüşmüş. Aslında 3 isimli Vatan. Çünkü ailenin bir tarafı da “Fırat” diye bahsediyor O’ndan.

Babası ile ilişkisi ilginç: “Biz arkadaştık. Ben O’na ‘Vatan’ derdim, O bana ‘ağabey’ derdi. Hiç ‘baba’ demedi bana. Şimdi arkadaşlar, yoldaşları geliyor, bana ‘baba’ deyince bir acayip oluyorum.”

Babası Murat, bu ilişkiyi özelikle tercih etmiş. Çünkü Vatan’ı da kendileri gibi bir birey olarak görmüşler ve bu tanım sayesinde Vatan çok küçük yaştan itibaren hayatına dair kararları kendi vermeyi öğrenmiş.

On yaşına kadar Gazi Mahallesi’nde büyüdü. Ardından Alibeyköy’de. 16 yaşından beri kendini politik olarak tanımlıyordu. Babasına göre hem anarşist hem de sosyalistti. “İkisinin arasındaydı” diyor.

Az ile yetinmeyi bilen bir çocuktu. Babası, “Vatan’ın hiç iki tane ayakkabısı olmamıştır” diyor ve ekliyor: “Bir tane ayakkabısı olurdu. O ayakkabı artık beni bırak deyinceye kadar giyerdi.”

Ancak tişörtler üzerine fotoğraf bastırmayı severdi. Cuma günleri Yeşilpınar’da halı sahada maç yapmaya giderlermiş. Siyasetin dışında futbol üzerine de konuşurlarmış. Disiplinli ve sertmiş. Babası, “Ondan büyükler, ondan korkardı ama kırıcı değildi” diyor. Annesi de bu özelliğine dikkat çekiyor.

Katliamda ağır yaralanan Vatan, 16 gün süren yaşam mücadelesini 5 Ağustos’ta kaybetti.

NEŞELİ, KEYİFLİ, ADİL, VEFALI VE HER HALAYIN BAŞI

Sosyal medyada halay çeken, şiir okuyan ve takım elbisesinin içinde sürekli gülümseyen fotoğrafları ve videoları ile görülen Süleyman öğretmen kimdi?

Çukurova Üniversitesi’nin İngilizce öğretmenliği bölümünden mezun olan Süleyman, ilk olarak Orman Mahallesi’nde Gazi İlköğretim Okulu’nda bir yıl ücretli öğretmenlik yaptı. Ardından da Şemsettin İnal Anadolu Lisesi’ne atandı.

Ailesinin anlatımıyla Süleyman, merhametliydi, vefakardı, iyi niyetliydi, güler yüzlüydü, şakacıydı. Kardeşlerine, ablalarına takılmayı severdi. Lakaplar takmayı da severdi.

Kardeşleri, ablaları, “Hangi ortamda olursa olsun mutlaka şaka yapar herkesi güldürürdü” diyor. Ölümünün ardından da yaşadıkları derin acıya rağmen, gülümseyerek Süleyman’ı anlatıyorlar.

Kardeşlerden Besna, “Kahkahaları evde herkesin sesini bastırırdı. O gelince başka bir hal alırdı, gidince başka bir hal” diyor.

Süleyman gülerek çıkmış evden. Vedalaşan ablalarına kızmış; “Ne oluyor? Beş gün sonra geleceğim, ne vedalaşması” diyor.

Neden gitti?

Bu soruya yanıt veren ailenin fertleri, “Herkesin derdine ortaktı” diyor. Bu dert ortaklığı, onu Kobanê yoluna düşürmüş. Başkasının derdine çare olma çabasında; çocuklar merkezde duruyor. Kardeşlerden biri, “Çocuklara çocuk olduklarını hissettirmek için gitti” diyor.

Okulda son dersinde öğrencilerine söylediği söz yaşamının manifestosu olmalı: Bir bedel olmadan kazanç olmaz.

Kendisine “Gidersen öğretmenliğin elinden alınır” diyenlere, “Biliyorum. Ama biz gitmezsek kim gidecek?” sorusuyla yanıt veriyor.

Orası bugünlerde karışık şimdi gitmesen sonra git” diyenlere yanıtı ise “İyi günde öğretmen olmak kolay. Ya kötü günde” oluyor.

Diğer Suruç şehitleri gibi gitmeden önce kitaplar topladı. İki ay maaşını harcamamaya çalıştı, maaşını Kobanêli çocuklar için kitaba yatırdı. Kobanê’de kütüphanenin inşasında çalışmak istiyordu. Giderken çalışırken giyeceği eski kıyafetlerini de almıştı.

Hayattan keyif almayı bilen, seven biri var karşımızda. Neden bu kadar neşeli, keyifliydi? Kardeşlerin yanıtı benzer: Hayata bakış açısı ile ilgili. Sosyalistti ve hep umut doluydu.

En büyük abla Remziye’nin elinde büyümüş Süleyman. “Merhametliydi, adaletliydi” diyor. Büyümesinde büyük emeği geçen ikinci abla Hatice ekliyor: “Sürekli, sadece kendinizi değil etrafınızdaki insanları da düşünün telkininde bulunurdu.

Güzel, iyi ve başarılı bir öğretmenmiş Süleyman. Ölümünün ardından öğrencilerinin yaşadığı derin acı da bunun bir göstergesi.

Öğretmen olan kardeşi Besna’ya “Öğrencilerine asla öğretmen gibi davranma. Onlara kızma. Onlarla dost ol, arkadaş ol” demiş.

O da öğrencileri ile arkadaşlık dostluk etmeyi ilke edinmiş. Onlara yaşamlarında ilke olacak öğütler vermiş. Anadillerini sevdirmeye çalıştı. Bunun için üniversitede Kürtçe okuma yazmayı öğrendi.

Şiir okuyup yazmayı da severmiş Süleyman. Geride şiirleri de kaldı.

Küçük büyük hayalleri de vardı; araba almak, dünyayı gezmek ve sınıfsız bir toplumda yaşamak gibi. Bir de bitmek bilmeyen halayları. Besna rutinleşen halayları anlatıyor: “Yüksekova’da evin balkonunda çekerdik, bir bakmışsın komşular da gelmişti.”

Yüksekova’da halay çekilen, çay içilen, sohbet edilen o balkon artık yok. Sokağa çıkma yasağı sırasında Kışla Mahallesi’ndeki ev yakılıp yıkıldı. Aksu ailesi zorla evinden çıkartıldı ancak “Oğlumdan ayrı kalamam” diyen anne Kudret Aksu, bütün kuşatma boyunca ilçede kaldı, uzaktan oğlunun mezarını izledi.

Hakkari’de bir akrabalarının evinde kalan Aksu ailesinin diğer fertleri, ablukanın kalkmasından ardından evlerine döndüler. Ancak yakılmış bir ev ile karşılaştılar. Yakılan sadece ev değildi ki. O evde yaşanmışlıklar, anılar, sesler, suretler vardı.

Bir de Süleyman’ın emeği vardı O evde. Süleyman, Suruç’ta katledilmeden önce, tek katlı evin üzerine bir kat çıkmış. Ancak evin döşemesini yapmaya zaman kalmamış. Sonra araya hayatları hem birbirinden ayıran hem de birleştiren kocaman bir Suruç girdi.

Çünkü Süleyman öğretmen Suruç’ta katledildi, izi ise Yüksekova’da silinmek istendi. Ancak bu kolay değil. Çünkü, geride o anılara bağlı kalan ailesi ve dostları var.

İSMİNİN ANLAMINA UYGUN YAŞADI

Uğur Özkan, 1989 yılında Cizre’de doğduğunda, Vatan gibi adına kavuşamadı. Ailesi ‘Hogir’ adını vermek istedi. Olmadı. Ancak aile içinde ‘Hogir’ olarak çağrıldı.

Uğur, İstanbul’a geldiğinde 4 yaşındaydı. 1993 yılında aile, binlerce Kürt gibi yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Sadece sürgün değil, babası Mehmet yıllarca hapseldi. Uğur, bu nedenle babasından ayrı büyümek zorunda kaldı.

O günleri anlatan ağabeyi Süleyman Özkan, “Türkçeyi burada öğrendi. Ben evde Kürtçe konuşması için çok zorladım. Çünkü asimilasyondan korkuyordum. ‘Evde Kürtçe konuşmak yasaktır’ diye tabela yaptırıp, astırmıştım. Aslında bu konuda otoriter davrandım. Türkçe ile bir derdim yoktu ancak kardeşlerimin kendi ana dillerinde konuşmalarını istiyordum” diyor.

Süleyman’a göre, Uğur tam bir Cizreli: “Aksanı kendini çok belli ederdi. Haksızlığa tahammülü yoktu. Bir diğeri de Cizreliler konuşurken bolca küfür ederler. Biz Cizreliler biraz kendimizi böyle tanırız” diyor.

Uğur, Mersin Üniversitesi’nde okurken Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) ile tanıştı. Devrimci yaşamı tercih ettiği için, okuldan atıldı. Ardından İstanbul’a geldi, bu kez inşaatlarda çalışmaya başladı. Ancak devrimci politikadan vazgeçmedi, SYKP Bahçelievler ilçe örgütünde faaliyetlerini sürdürdü. Gezi’nin çocuklarından, HDP’nin isimsiz kahramanlarındandı. 7 Haziran seçimlerinden bir gün önce Bahçelievler’de faşistlerin saldırısına maruz kaldı. Kaldırıldığı hastaneden kaçar gibi çıkıp, yeniden seçim çalışmasına dönmüştü.

Ailenin verdiği bilgiye göre, daha önce dört kez Rojava ve Güney Kürdistan’a gitmiş. Aileye göre, IŞİD’in Şengal ve Kobanê’ye yönelik saldırısı Uğur’u çok etkilemiş. Ablaları, her adımında bunun hissedildiğini söylüyor. Uğur, “Bir lokmayı bile yerken düşünüp, “Orada aç çocuklar var” dermiş.

Sadece Kürtler de değil derdine ortak olduğu. Bir süre Somali’de inşaatlarda çalışmış. Gittikten sonra paket paket abur cubur istemiş. Ablaları, “Kendisi hayatta yemezdi” diyor. Sonradan öğrenmişler ki; oradaki çocuklar için istiyormuş.

Gittikten bir ay sonra da kıyafet, ayakkabı istemeye başlamış. Babası da, “Oradaki yoksul insanlar verdiğini öğrendik” diyor. Annesi Dexila ekliyor: “Parada pulda gözü yoktu.”

Soma katliamı protestolarından, 1 Mayıs’a, Madımak katliamı anmalarından Ermeni soykırımına, kadın ve LGBTİ cinayetlerinden HES protestolarına her yerde vardı

Gezmeyi de severmiş Uğur. Bir de gülmeyi. Ablası Hatice, gülerek anlatıyor O’nu: “Ben sinirlendiğim zaman, karşımıza geçerdi, sırıtırdı. Çıldırtırdı beni. Beni güldürene kadar gülerdi karşımda. Sonra ‘Sakinleştin mi?’ derdi.”

Askerliğini yapmamıştı. “Askerliğini yap” diyen babasına “Ben gidip faşistlerin askerliğini mi yapayım” diyordu. Baba Mehmet, “Oğlum bir senedir, git yap işte” dediğinde ise “İsterse bir gün olsun. Ben gidip onların askerliğini yapmam” diyordu.

Kardeşi Şirin’e sık sık “Zulmü izlersek, zulme katılırız” derdi. Şirin bu nedenle, “Uğur bugün ayakta olsaydı, Cizre’deki hendeklerin başında olurdu” diyor.

İsminin anlamı “arkadaş” demekti. İsminin anlamına uygun yaşadı, insana, dünyaya arkadaş oldu.

Yarın: Kocaeli’den giden Nuray Koçan ve Nazlı Akyürek ile Kocaeli Darıca’dan giden Erdal Bozkurt ve Diyarbakır’dan giden Veysel Özdemir.
Kaynak: Arzu Demir (ETHA)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu