GüncelMakaleler

SENTEZ | “Deprem Komünizmi” ve Tavla Mutfağı

"TC devleti cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına “Türkiye Yüzyılı” gibi afili sloganlarla hazırlanırken milyonlarca insanı kendi çıplak yüzüyle tanıştırdı. On binlerce insan enkaza dönüşmüş şehirlerde “güçlü Türkiye”nin(!) kendilerine uzanacak elini boş yere bekledi."

6 Şubat Maraş depremleri yüzyıllık cumhuriyet tarihinde önceki örneklerini saymazsak, apaçık bir gerçeği –TC devletinin sınıfsal niteliğini– bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi. On binlerce can kaybı, yüzbinlerce yaralı ve milyonlarca insanı etkileyen bir doğa olayının toplu bir katliama dönüşmesinin sorumlusu olarak devlet örgütlenmesi, enkaz altındaki halka yardım edip kurtarmak yerine camilerden sela okutarak, yardıma koşanları ise engelleyerek en ilkel halini gösterdi. K.Marks’ın bir başka vesileyle Fransa’da yaşanan gelişmeler için tanımladığı sözlerle ifade edersek; “…yalnız devlet, kendi eski ilkel biçimine, şövalye kılıcının ve papaz kukuletasının düpedüz küstah egemenliğine dönmüş görünüyor.” (K.Marks; Louis Bonaparte’in 18 Brumaire’i)

TC devleti cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına “Türkiye Yüzyılı” gibi afili sloganlarla hazırlanırken milyonlarca insanı kendi çıplak yüzüyle tanıştırdı. On binlerce insan enkaza dönüşmüş şehirlerde “güçlü Türkiye”nin(!) kendilerine uzanacak elini boş yere bekledi. İstisnasız her yerde yakınları enkaz altında kalan insanlar “nerde bu devlet” diye haykırdı!

Devlet deprem bölgelerinde enkaz altında kalmışken, yardım etmesi gereken merkezi devlet aygıtı bu sırada kendini yetersiz gösterdiği gerekçesiyle sosyal medyayı kısıtlamakla, yardıma giden gönüllüleri engellemekle meşguldü. Halka parmak sallayıp, tehdit ederek küfredenlerin yanında deprem bölgelerine ilk ulaşan gönüllüler ve devrimciler oldu. Gönüllüler ve devrimciler, ilk elden kısıtlı imkanlarıyla enkaz altında kalan halka yardım eli uzattılar.

Yüzyıllık cumhuriyet parantezini kapatırken belirtelim, yaşanan ve devletin sınıfsal fıtratı nedeniyle toplu bir katliama dönüşen bu facia daha uzun süre tartışılacak. Özellikle yaşadığımız coğrafyada aktif fay hatları bulunduğu ve depremlerin sıklıkla gerçekleştiği bilinmesine ve üstelik de bilim insanlarının uyardığı koşullarda göz göre yaşanan bu toplu katliamın neden ve niçinleri üzerinde durulacaktır.

Elbette her sınıf kendi sınıfsal konumundan doğru değerlendirme yapacak. Nitekim deprem sonrasında ilk elden yapılan açıklamalar da buna işaret etmektedir. Yoksul halkın en temel insani hakkı olan barınma sorununu çözmek yerine yıkımı sınıf çıkarları uğruna kapitalist rant ve yağma için kullananlar daha depremin enkazı ortada dururken hafriyat ihalelerine başladılar. “İhya ve İnşa” deyip ellerini ovuşturarak, yaşattıkları toplu katliamı “Allah’ın lütfuna” çevirmeye kararlı olduklarını açıkladılar.

Devlet, işlediği toplu katliam suçunu gizlemek için bir yandan yoğun bir algı operasyonuna girişip OHAL ilan ederek birinci ağızdan halka küfrederken, diğer yandan depremzedelere adeta “kan parası” gibi rüşvet teklif ediyordu. (Devletin rüşveti depremzedelerde belli bir karşılık bulmuş görünüyor. Nitekim Hakkı Özdal Maraş’ta depremzede bir işçiyle yaptığı röportajda; “Devletimiz bizi bırakmaz diyor: ‘Ziraat Bankaya 10 bin gayme yatırmış, sağolsun’. On bin gaymeyi duyan komşusuna, ‘Bugün cümüyertesi’ diyor, ‘aşan gün aşağıya in, Ziraat’ın arabası var, ordan nüfus kâğıdıyla alırsın’ diyor. Yeni sorulara cevap veremiyor, cebinden minicik, bantlanmış bir tuşlu telefon çıkarıyor. Benim telefon eski, oğlum baktı bizimkine telefondan, sen de baktır… AFAD’ın, medyanın, türlü isimlerle damgalanmış, hemen hepsi yeşil hilal logolu ‘vakıf’ların arazi tipi cipleri tırmanıyor ve iniyor kale yokuşunu. Komşusu da İbrahim gibi yayan inip çıkacak o yokuşu. Evi yıkılmış, 10 bin alacak o da. Bir gün de öyle geçecek” ifadelerini aktarıyor. H.Özdal, “Kara Maraş yıkıntılarında bir Hacı İbrahim”, Evrensel, 25 Şubat)

Fara tutulmuş tavşan devleti

6 Şubat depremleri öncesinde “güçlü devlet” propagandasıyla mangalda kül bırakmayan devlet, gerçekte “kumdan binalardan ve camilerdeki sela”lardan oluştuğunu, depremin hemen sonrasında adeta fara tutulmuş tavşan gibi kala kalmasıyla gösterirken, depremin ilk gününden itibaren gönüllüler ve devrimciler ise depremzede halka yardıma koştu. “Türk usülü başkanlık rejimi”yle devlet, Ankara’nın resmi devlet dairelerinde “istişare”de bulunur, “tek adam”dan talimat beklerken deprem bölgelerinde devrimciler ve gönüllüler halkla dayanışma ve yardımlaşma seferberliği içindeydiler.

Devlet, depremden kısa bir süre önce alay-ı valayla deprem için düzenlediğini açıkladığı “çök, kapan, tutun” tatbikatında çöküp, kapandığı ve tutunduğu yerden kalkmamışken, halkın duyarlı kesimlerinin önderliği ve çabasıyla ulusal ve hatta uluslararası çapta geniş bir yardımlaşma ve dayanışma ortaya çıktı. (Dayanışma ve yardımlaşma örnekleri için bakınız; Nabi Kımran; “Bir kez daha dayanışma meclisleri, komiteler, inisiyatifler üzerine -I-” https://sendika.org/2023/02/bir-kez-daha-dayanisma-meclisleri-komiteler-inisiyatifler-uzerine-i-678153/)

Zaten tam da bu nedenle, devletin deprem bölgelerinde ortalarda görünmediği, gönüllülerin ve devrimcilerin inisiyatif aldığı ve görünür olduğu koşullarda, devlet varoluş gerekçesine uygun olarak arzı endam etti. Halka yardım elini uzatmak yerine dayanışma ve yardım seferberliğini engellemeye, denetimine almaya çalıştı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu; “Bu konuda devletle eş koşmaya çalışan varsa da gereği yerine getirilir, getirilecektir” açıklamasında bulunarak üstü kapalı da olsa devletin bilgisi ve denetimi dışında hareket edenleri tehdit ediyordu. (15 Şubat)

Deprem bölgelerinde devletin resmi görevlilerinin bile gönüllüler tarafından kurulan dayanışma ve yardım merkezlerinden yararlandığı koşullarda yapılan bu tehdit gerçekte nesnel bir duruma karşılık geliyordu. Gerçekten de deprem bölgelerinde devlet ortalarda yokken ilk elden depremzede halka el uzatan ilericiler, devrimciler ve yurtsever güçler oldu. Öyle ki S.Soylu “Kendimin hazzetmediği, terör örgütü ile ilişkilendirdiğim bir partinin belediyesine de ‘Burada çadır kurabilirsin, engellemiyorum’ dedim” demek zorunda kaldı. (18 Şubat)

Devlet; açık biçimde kendi denetimi dışında ön plana çıkan ve inisiyatif alanları, “devlete eş koşan”lar olarak gördüğünü ifade ederken deprem bölgelerinde yaşanan somut duruma işaret ediyordu. Devlet deprem karşısında en ilkel halinde camilerde sela okutmak ve yardımları engellemekle meşgulken; ilericiler, devrimciler ellerindeki kısıtlı olanaklarla depremzede halkın yardımına koştu. Nitekim deprem bölgelerinde devrimcilerin oynadığı role dair bir depremzede; “Muhteşem bir şeydi. Buradaki gelen sosyalist arkadaşlara bu anlamda çok büyük bir teşekkür sunuyoruz. Ve halkın nezdinde çok büyük bir kabul görmüştür. Bu çok büyük bir sempati topladı. Aç karnına, bir şey beklemeksizin. Ben daha önce sana ne vergi ödedim ne para ödedim. Ne ceket verdim ne para verdim. Bir şey vermeksizin sen İstanbul’dan gelmişsin. Burada hayatıma olumlu dokunmak için, hayatımı dönüştürmek için. Yanımda durabilmek için. Bu anlamda büyük bir sempati, büyük bir beğeni aldı. Bugün nereye gidersen git arkadaşlar çocuktan da büyükten de herkes teşekkür ediyor. Muhteşem bir şeydi. İnsanların arasında çok büyük bir kabul gördü ve büyük bir sempati topladı” sözleriyle bu gerçeği açıklıkla ifade ediyordu. (Hayat Defne’de bir depremzedeyle söyleşi: “Bu aşamada gönüllü arkadaşların katkısıyla, yardımıyla ayakta durabildik. Bir ay sonra ne olacak?” https://ozgurgelecek46.net/soylesi-bu-asamada-gonullu-arkadaslarin-katkisiyla-yardimiyla-ayakta-durabildik-bir-ay-sonra-ne-olacak/)

Ortaya çıkan duruma dair çeşitli değerlendirmeler yapıldı. Örneğin yaşanan toplumsal dayanışma ve yardımlaşma özellikle deprem bölgeleri açısından “deprem komünizmi” olarak da tanımlandı. (Bakınız: “Deprem bölgesinde mülkiyet ve piyasa ortadan kalkmıştır, para hükmünü yitirmiştir ancak hayat sürmektedir. İnsanların peşinde olduğu şey de mülkiyet, para ya da piyasa değil barınma hakkı, beslenme hakkı, enerji hakkı, sağlık hakkı, iletişim hakkı, eğitim hakkı, ulaşım hakkı gibi temel toplumsal haklarının ihtiyaçları doğrultusunda karşılanmasıdır. Devletin enkaz altında bıraktığı halkı yaşatmak üzere harekete geçen toplumsal seferberlik ise ‘herkesten yeteneği kadar, herkese ihtiyacına göre’ ilkesi ile işlemektedir. İşte bu ilke komünizmin en sade tanımıdır.” Ali Ergin Demirhan, “Hatay’dan deprem notları (2): Koordinasyon krizi ve deprem komünizmi”, https://sendika.org/2023/02/hataydan-deprem-notlari-2-koordinasyon-krizi-ve-deprem-komunizmi-677617/) Deprem koşulları nedeniyle devletin bir anlığına en ilkel haline dönmesi, deprem bölgelerinde yaşanan iktidar boşluğu ve bu boşluğun devrimciler tarafından doldurulmuş olmasının kalıcı ve istikrarlı olmadığı bir gerçektir. Nitekim bu durumun verili üretim ilişkileri koşullarında gerçekçi olmadığı da ifade edilmektedir. (Bakınız “Kapitalizm ve sermaye deprem bölgesinde geçici bir süreliğine hâkim ilişki tarzı olmaktan çıktığı halde deprem bölgesinin sınırlarından başlayan büyük bir kapitalist kuşatma var.” Levent Dölek, “Deprem Komünizmi”, https://gercekgazetesi1.net/politika/deprem-komunizmi) Ancak kısa bir süreliğine de olsa devlet aygıtının fara tutulmuş tavşan gibi kalakalması, dahası bu boşlukta gönüllerin ve devrimcilerin inisiyatif almasıyla ortaya çıkan toplumsal dayanışma ve yardımlaşmanın paha biçilemez dersler barındırdığını da ifade etmek gerekir. Yine bu durumun faşist devleti bir hayli rahatsız ettiği, yardım seferberliği yerine, OHAL ilan edilmesiyle de anlaşılmaktadır. (“Yine de karşı karşıya olunan güçlükler ne olursa olsun fiili “deprem komünizmi”, yani deprem sonrasında açığa çıkan büyük toplumsal dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma hareketi, ülkenin siyasal iklimini bütünüyle değiştirmiş, iktidarı hayli zor durumda bırakmıştır. “Deprem komünizmi” siyasal güçler dengesinde daha düne kadar tahmin edilmesi mümkün olmayan, ana akım muhalefetin kendi başına asla başaramayacağı bir etkide bulunmuştur.” Foti Benlisoy; Tumblr)

Dayanışma yaşatır mı?

Devletin en ilkel haliyle ortaya çıktığı ve deprem bölgelerinde ortalarda görünmediği koşullarda, ulusal ve uluslararası alanda halk tam bir dayanışma ve yardım seferberliğinin gerçekleştirilmesi, halkın içinde bulunduğu durumu bir nebze olsun hafifletse de yaşanan durumunun dayanışma ve yardım kampanyalarıyla ortadan kaldırılamayacağı bir gerçektir. Kuşkusuz bunu ifade ederken örgütlenen dayanışma ve yardımları küçümsemiyoruz. Aksine ortaya çıkan bu pratik tavır son derece önemli ve kıymetlidir. Ancak başta depremzedeler olmak üzere halkın içinde bulunduğu durum için nihai bir çözüm değildir.

Nitekim bu gerçeği depremzedelerde açıklıkla ifade etmektedir: “Tabiki bu anlamda, özünde bizim korkumuz, acılarımız esasen on beş yirmi gün, bir ay sonra başlayacak görünüyor. Çünkü şu anlamda, şu aşamada işte gönüllü arkadaşların katkısıyla, yardımıyla ayakta durabildik. Bir ay sonra ne olacak? Her taraf yıkık dökük. İş imkânları, iş olanakları yok. İnsanlarımızın çoğu şimdi haftalıkla çalışırken, maaşla çalışırken şimdi birçok alanda iş imkânları da kalmadı. Bu anlamda halkın yaşamını olumlu bir yöne akıtabilmek için ne gibi çabalar içinde olacak. Daha önce olması gerektiği zaman müdahil olmayan güçler bundan sonra olumlu olması için ne değiştirilir. Ciddi anlamda öyle bir beklentimiz yok gibi. Ben daha çok şeye inanıyorum. Halkın birlikteliği olursa, beraber hareket edilse yani yıkan ne ise doğal afettir vs. bunu daha önce nasıl ki insanlarımız ayağa kaldırmışsa bu bölgeyi. Aynı şekilde beraber, birlikte hareket ederek birlikte inşa edebiliriz. Birlikte yükselebiliriz diye düşünüyorum. Başka bir yerden bir beklenti olacağına pek ihtimal vermiyorum.” (Hayat Defne’de bir depremzedeyle söyleşi: “Bu aşamada gönüllü arkadaşların katkısıyla, yardımıyla ayakta durabildik. Bir ay sonra ne olacak?” https://ozgurgelecek46.net/soylesi-bu-asamada-gonullu-arkadaslarin-katkisiyla-yardimiyla-ayakta-durabildik-bir-ay-sonra-ne-olacak/)

Depremzede çok haklı bir biçimde şu an ki koşullarda devrimcilerin yardımlarıyla yaşamlarını sürdürdüklerini ancak bunun geçici bir çözüm olduğunu açıklıkla ifade etmektedir. Çözüm olarak ise “halkın birlikteliği”ni, “birlikte hareket etmesi”ni önermektedir.

Bu anlamıyla dayanışma ve yardım seferberliğinin geçici bir çözüm olduğu açıktır. Halkın depremle birlikte içine düştüğü durumun bir nebze olsun hafifletilmesine, yaşamak zorunda bırakıldığı koşullara kısmi de olsa direnmesine, ayakta kalmasına hizmet edecektir. Dolayısıyla dayanışma ve yardım yaşatmaz ancak ve ancak geçici bir çözümdür. Halkı gerçek anlamda yaşatacak olan iktidar meselesidir.

Tekrar etmek gerekirse; depremler sonrasında halka yaşatılan bu koşullara karşı, her türlü imkan ve olanak değerlendirilerek halka hizmet etmek önemlidir. Ve dahası değerlidir. Yardımlaşma ve dayanışma sırasında yaşanan pratik deneyimlerin halk kitlelerinin bilincinde etki yarattığı, “birlikte hareketi” olumladığı da bir gerçektir. Toplumsal bir bilincin oluşmasına hizmet etmektedir. Ancak yaşanan dayanışma ve yardım seferberliğinden büyük sosyal dönüşümler, deprem bölgelerinde “özerk yönetimler” dahası, şehirleri yeni baştan inşa edecek devrimler yaşanacağını beklemek doğru değildir.

Çok uzağa gitmeye gerek yok HDP belediyelerine yönelik kayyum atamaları, dahası depremzedelere yardım toplayan kimi popüler figürlerin karşı karşıya kaldığı durumlar, yardım merkezlerine kayyım atanması, yardımlara el konulması vb. pratikler iktidarın faşist karakterinin ürünü olmakla birlikte on binlerce insanın katledildiği ve yüzbinlerce insanın yardım beklediği koşullarda politik pratiğine yönelik somut örnekleri oluşturmaktadır. Dolayısıyla başta deprem bölgesi olmak üzere halkımızın barınma, sağlık, eğitim, iş vd. ihtiyaçlarını tümüyle karşılayacak sosyal yaşamın inşası ve kazanılması ancak ve yalnızca devletin ortadan kaldırılması, yeni demokratik bir devletin kurulmasıyla mümkündür. Dolayısıyla şimdilerde esen sivil toplumcu rüzgarların aksine temel mesele iktidar sorunudur. İktidarı hedeflemeyen, yardımlaşma ve dayanışma temelinde kalan her pratik pansuman tedbir olmaktan öteye geçmez, halkın yaralarını kalıcı olarak saramaz.

Deprem kargaşasında balık tutma!

Depremin ilk gününden itibaren deprem bölgelerinde depremzedelerle yardımlaşma ve dayanışma faaliyeti içinde bulunan gönüllerin ve devrimcilerin, bu çalışmalarını nasıl ele aldıkları önemlidir. Dayanışma ve yardımlaşma faaliyetini sadece “halka yardım etme” üzerinden örgütlemek doğru bir yaklaşım olmadığı gibi halkın kendi gücünün farkına varmasının önünde engel oluşturur.

Devrimci örgüt ve devrimciler bir yardım kuruluşu ve yardımseverler değildirler. Bu hataya düşmemek gerekir.

Bu anlamıyla deprem bölgelerinde depremzedelerle dayanışma faaliyeti içerisindeyken, sorunun öznesi ve çözüm gücü olarak halkı ele almak gerekir. Halka rağmen halka yardım etmek çokça bilinen ifadeyle “halka balık tutmasını öğretmek yerine balık verme” hatasına düşmek anlamına geleceğinden doğru değildir.

Deprem günlerinde yaşanan bir yardımlaşma ve dayanışma pratiği bu açıdan öğretici derslerle doludur. Deprem sonrasında Antakya Defne Tavla’da kurulan mutfak bu anlamıyla bahsini ettiğimiz çalışmaya iyi bir örnek oluşturuyor. Depremin ilk gününde bölgeye ulaşan devrimciler, depremzedelerin gıda ihtiyacının giderilmesi için mutfak kurmayı düşünüyorlar. Ancak bu konuda herhangi bir deneyimleri olmadığı gibi ellerinde mutfak için malzemede bulunmuyor. Bunun üzerine halka başvuruyorlar ve gıda ve mutfak malzemeleri topluyorlar. Halkın enkaza dönüşmeyen, hasarlı evlerinden getirdiği tencereler, tüpler vb. dayanışmayla elde edilen malzemelerle birlikte Defne ilçesinin bir mahallesinde mutfak kurulmasının adımları atılıyor.

Nüfusu depremler nedeniyle iki katına çıkmış mahallede mutfak tek katlı evi olan bir teyzenin evini bahçesinde kuruluyor. Mutfağın çalışmasında depremzedeler ve devrimciler birlikte yer alıyor. İlk gün 150 kişiye daha sonraki gün bu sayı iki-üç katına çıkıyor. Gelinen aşamada “Tavla Mutfağı”(!) 600 kişiye yemek çıkartan bir duruma ulaşıyor.

Gerek yemek çıkartılmasında ve gerekse de depremzedelerin diğer ihtiyaçlarının karşılanmasında sadece devrimciler değil depremzede halka birlikte, kollektif bir şekilde çalışılıyor. Yardımların ulaşmadığı uzak köylerden bize “ihtiyaç var” diyerek ulaşan herkese erzak, kıyafet vs. ulaştırılıyor. Yine çadır ihtiyaçlarını gidemeye çalışıyor. Devrimciler ellerine ulaşan çadırları ihtiyaç olan yerlere kuruyorlar. (Tavla Mutfağı’nın kurulması ve çalışması için bakınız; SÖYLEŞİ | “Küçük” Şeyler Bile Burası İçin Çok Önemli! https://ozgurgelecek46.net/soylesi-kucuk-seyler-bile-burasi-icin-cok-onemli/)

Bütün dayanışma ve yardımlaşma çalışmasının halkla birlikte yapılması önemlidir. Bu anlamıyla deprem sonrasında depremzedelerle dayanışmak amaçlı yardım ve dayanışma çalışmalarının halkla birlikte kollektif bir şekilde örgütlenmesi, halkın bilinçlenmesi, kendi gücünün ancak kollektif ve örgütlü bir şekilde davrandığında açığa çıktığını ve çıkacağını göstermesi açısından tayin edicidir. Unutmamak gerekir ki; burjuva politika halkı, kendi çıkarları için kullanacağı bir nesne olarak görür; devrimciler ise kitleleri kendi kaderlerinin yapıcısı haline getirmek, özneleştirmek olarak ele alırlar. Devrimcilerin asıl gücü buradan gelir.

Kaldı ki dayanışma ve yardımlaşma anlamında burjuva kampın muhalif partilerinin devrimcilerin olanaklarını kat kat aşan bir yardım faaliyetinde bulunduğu ortadadır. Yine devlet aygıtının aradan günler geçtikten sonra kendi kurumları yanında her türden gerici dernek ve kurumlarını da sahaya sürdüğü, bu kurumların olanak bakımından devrimcilerden kat be kat üstün olduğu açıktır.

Bu anlamıyla deprem bölgelerinde “dayanışma ve yardım rekabetine” girmek daha başından devrimcilerin kaybetmesi demektir. Devrimcilerin başta devlet olmak üzere her türden gerici kurumdan temelde ayıran nokta halkın örgütlü gücünün mucizeler yaratacağının somut bilgisine sahip olmalarıdır. Dolayısıyla “şu kısacık konuklukta deprem karmaşasında” (“Acılara Tutunmak”, Hasan Hüseyin Korkmazgil) nasıl ki devlet en ilkel halini açık etmişse; toplum da yardımlaşma ve dayanışma konusunda önemli bir pratik sergilemiştir. Bu koşullar altında “toplum, bugün için, kendi başlangıç noktasına geri dönmüş görünüyor. Gerçekte, toplum ancak şimdi, kendine devrimci başlangıç noktası yaratmak, yani ciddi bir toplumsal devrime yol açabilecek tek durumu, ilişkileri, koşulları yaratmak zorunda bulunuyor.” (K.Marks, age)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu