Makaleler

“Anadil insanın derisi gibidir”

İnsan yaşamı için su, hava ne kadar önemli ve vazgeçilmez ise bir ulus için dil de o kadar önemli ve yaşamsaldır. Dil, ulusun geçmiş ve geleceğine köprüdür. “Ulus, tarihi olarak oluşmuş dil, toprak, iktisadi yaşantı birliği ve kültürel birliğinde ifadesini bulan ruhi şekillenme birliği temelinde oluşmuş istikrarlı bir insan topluluğudur.” (Stalin) Dil de ulusun varlığını koruyacak ve sürdürebilmesini sağlayacak can damarıdır. Dil olmadan ne tarih ne kültür ne toprak bütünlüğü sağlanabilir. Ne de o ulus kendini yaşamda var edebilir, varlığını sürdürebilir. İşte bundandır ki egemenler öncelikle dilimize saldırmaktadırlar. Aynı coğrafyada yaşayan diğer ulusların katliamı, sürgünü, talanı üzerinden oluşturulan TC’nin dünü-bugünüyle tarihi de inkar, imha ve asimilasyona dayanır. İnkar ve asimilasyonu hayata geçirmenin yolu ise önce dile konan yasaklarla, dile vurulan prangalarla başlar. Bunun için bizi biz yapan dilimizden koparmaya, yok saymaya ve yaşam hakkımızı elimizden almaya çalışmaktadır. Çünkü bilinmektedir; dilimiz yok olduğunda en korunaksız, en çaresiz kaldığımız anlar yaşanmakta ve ölüme doğru gidilmektedir.

Kültür ait olduğu toplumun siyasi, ekonomik, toplumsal ortak yaşanmışlıkları üzerinden oluşur, şekillenir. Dil o kültürün vazgeçilmezidir. Kültürün nesilden nesile aktarımı o kültürle özdeşleşen dille olur. Bir ulus için kültürüne yabancılaşmak, köklerinden kopmaktır. Köklerimize bağlayan ise dildir. Köklerimizle olan bağımız bu coğrafyanın güzelliklerine olan özlemimizdendir, bizim de dilimize olan sevdamızdır. Bizi en güzel anlatan toprağımızdaki bin bir çeşit renkler ve dilimize olan sevdamızdaki masumiyettir. Nasıl ki bir tohum toprağa düştüğünde büyümeye başlıyor ve kökleriyle toprağa sıkıca sarılıyor ve köklü bir ağaç oluyorsa, dil de annenin rahmine düştüğün andan itibaren bizi sarıp sarmalar. Anamızın anlam veremediğimiz ama bize huzur veren cümleleriyle kökleşir. Bir şeylere anlam vermeye başladığımızda da kelimelerimiz, nesnelere anlam verişimiz anamızın öğrettiği dilden olur ve anlamlaşır.

Anne kucağından okul çağına geldiğimizde bize yabancı, toprağı, ağacı, suyu bizde başkalaştıran, anlamsızlaştıran bir dil dayatılır. Bu cendere altında inadına anadilimize sarılırken, zorla dayatılan dili öğrenmeye çalışırken ufacık bedenlerimiz acı çeker, korkar, yaşamda anlam verdiği her şey allak bullak olur. Yeni bir dille anlamlaştırmaya çalışır her şeyi. Ancak anadilimizin tohum misali bizi sarmış olması, yeni bir dile anlam vermemize de ket vurur.

 

“Deri özgürlükken, elbise aksesuardır!”

Zimanê zikmakî çermê mirov e, zimanê biyanî jî kince mirov e. Mirov dikare her kav kincê xwe biguhere, lê nikare çermê xwe biguhere.” Yani “Anadil insanın derisi gibidir. Yabancı dil ise insanın elbisesi gibidir” deniliyor. Nasıl ki deri vücudumuzun vazgeçilmez bir parçası ise anadil de bizim için öyledir. Deri vücut bütünlüğümüzü sağlayan koruyucu bir parçadır. Bizi dışarıdan gelebilecek enfeksiyonlardan korur. Derimiz soyulsa, yaralansa da kendi aynı biçimde yeniler. Derimiz soyulduğunda renk değiştirmez, iyileşir yine özüne döner. Yani derimizi değiştiremeyiz. Oysa elbise sonradan bize giydirilen bir şeydir ve istediğimizde çeşit çeşit elbise giyer ve değiştirebiliriz. Deri özgürlükken, elbise aksesuardır! Aslolan derimizdir. Dil de vücut bulan ulusun önemli bir parçasıdır. Toplumsal ilişki ve deneyimlerimizi dil ile gerçekleştirir, kültürümüzü ve toplumsal ilişkilerimizi anadilimizle anlamlaştırır ve derinleştiririz…

Dil yaşamdır. Varlıktır, gelecektir. Bir yandan anadilimizle yaşam içerisinde varlığımızı sürdürme mücadelesi verirken bir yandan da dilimize, kimliğimize yönelik baskıya karşı da mücadele veririz, vermek zorundayız.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu