GüncelMakaleler

ANALİZ | Kaçırma, Gözaltında Kaybetme Politikası Ezilenlerin Haklı Mücadelesini Durduramaz!

"Gözaltında kaybetme politikasının karşısına uzun vadede güçlü bendler inşa etmenin yolu; ezilenlerin her alandaki mücadelesiyle güçlü bağlar kurmaktan ve söz konusu politikanın temel hedefinin mevcut sömürü ve zulüm düzenini sürdürmek olduğunu geniş kitlelere anlatmaktan geçmektedir"

Gözaltında kaybetme, faili meçhul cinayetler, Türk hakim sınıfları tarafından sistematik bir şekilde uygulamaya sokulan bir devlet politikasıdır. Müesses nizama tehdit oluşturan toplumsal kesimlere, bu kesimlerin önderlerine yönelik tehdit, korkutma, sindirme bunlar yetmediğinde kaçırma ve katletme uygulamaları devletin tarihi kadar eskidir.

Nihayetinde 1915 ila 1920 yılları arasında milyonlarca Ermeni, Rum ve Yahudi’yi acımasızca katleden, topraklarından zorla sürgün eden bir devlet gerçekliği söz konusudur.

Türk devletinin baskı, şiddet ve katliamları, haklarını isteyen, bu uğurda mücadeleye atılan tüm toplumsal kesimlere yönelmiştir. Bu vahşi devlet politikasının Ermenilerden sonraki adresi Kürt ulusu olmuştur. Ermeni ve Rumları bu topraklardan kanla kazıyan Türk hakim sınıfları, devletin bekasına tehdit olarak gördüğü Kürtleri hedef tahtasına koymuştur. İnkar, asimilasyon ve bunlara eklenen katliam silsilesi Türk devletinin Kürt ulusunun her türlü hak arayışı ve direniş dinamiğini menziline almıştır.

Düzenin baskı, sindirme politikası, harekete geçen ve direnişi geliştiren, ilgili konjektürde tehdit olarak görülen toplumsal kesimin niteliğine göre şekil almış ancak devlet terörü, psikolojik savaş eşliğinde teslim alma, diz çöktürme ve de buna eşlik eden katletme uygulaması baki kalmıştır. Türk hakim sınıflarının yönetme kabiliyetlerini kaybettiği devrimci, komünist ve yurtsever hareketlerin geliştiği ve giderek kitleselleştiği dönemler de yönetenler açık zora, devlet terörüne daha yoğun bir şekilde başvurmuştur.

Coğrafyamızda gözaltında kaybetme, yasadışı bir şekilde kaçırma ve katletme politikaları 70’lerin sonu ile giderek artış göstermiş ve 80 darbesi ile beraber yoğun olarak uygulanmaya başlanmıştır. Darbenin hemen ardından gözaltına alınan 650 bini aşkın kişiden 300’ü gözaltında kaybedilmiştir. Bu politikaya idamlar, işkencede ölümler, tutuklamalar, vatandaşlıktan çıkarma, sınır dışı edilmeler eşlik etmiştir.

Kaçırma ve gözaltında kaybetme, merkezi bir devlet politikası olarak 90’lar boyunca özellikle de T. Kürdistanı’nda Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’ne, Kürt halkına yönelik JİTEM, Hizbul-Kontra eliyle yoğun bir şekilde yaşama geçirilmiştir.

İHD Kayıplar Komisyonunun Raporuna göre 1990’lardan bugüne gözaltına alındıktan sonra kaybolan insan sayısı ise bin 388’i bulmuştur. Raporda, 253 toplu mezar bulunduğu, bu mezarlarda 4 binden fazla kişinin gömülü olduğu belirtilmektedir.

Türk devleti, MİT, JİTEM ve çeşitli adlar altındaki özel güçleriyle devrimci-komünist ve yurtsever hareketin militan ve taraftarlarını; emek ve demokrasi mücadelesi yürüten toplumsal muhalefetin ileri gelenlerini birer birer seçerek, takip ederek gözaltına aldı ve kaybetti. Devlet, 90’lar boyunca bu yöntemi öylesine yaşama geçirdi ki, adli suçlardan gözaltına alınanlar bile kaybedildi.

94 ve 95’lerde T. Kürdistanı’nda yüzbinlerce köy yakılıp boşaltılırken, binlerce insan Kürt kimliğine kültürüne ve diline sahip çıktığı için faili meçhul bir şekilde kaybedildi, BOTAŞ kuyularına atıldı, yakıldı, toplu mezarlara gömüldü.

1993’te Emniyet Genel Müdürlüğüne atanan Mehmet Ağar’ın Bakanlar Kurulu kararıyla kurduğu Özel Harekat Dairesi, meyvelerini veriyordu.

Cumartesi Anneleri’nin direnişi ve kayıplar mücadelesi

Gözaltında kaybetme politikasına karşı mücadelede en önemli virajda bu dönemde alındı. 1995 yılında Gazi direnişi sırasında gözaltına alınıp katledilen Hasan Ocak’ın akıbetini öğrenme talebi, devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin gözaltında kayıplara karşı biriktirdiği öfkeyi sokağa taşıran bir damla oldu.

Devrimi-demokrat kamuoyunun, kayıp yakınlarının mücadelesi sonucunda 21 Mart 1995’te sekiz gün süren yoğun bir kampanyanın ardından Hasan’ın cansız bedenine Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı’nda ulaşıldı. Bu tarihten itibaren gözaltında kayıplara karşı mücadele, Türk devletinin muhalif tüm kesimlere yönelik azgın terörünün önüne çekilen önemli bir set oldu.

17-19 Mayıs 1996’da İstanbul’da gerçekleştirilen 1. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı, “Kayıplara Karşı Uluslararası Komite” ICAD’ın kurulmasına karar verirken, 17-31 Mayıs tarihleri “Kayıplara Karşı Uluslararası Mücadele Haftası” ilan edildi.

Cumartesi günleri saat. 12.00’de Galatasaray  Meydanı’nda başlayan direniş coğrafyamız devrimci-demokratik, ilerici kamuoyu nezdinde onurlu ve baş eğmez bir gelenek yarattı. Annelerin kaçırılan ve bir daha kendilerinden haber alınamayan evlatları için başlattığı adalet mücadelesi hala sürüyor.

Gözaltında kaybetme, yasadışı bir şekilde alıkoyma, kaçırma ve katletme politikası, Türk devletinin devrimci-komünist ve yurtsever güçlere yönelik psikolojik savaş konseptinin bir parçasıdır. Türk hakim sınıfları böylece örgütlü güçleri sindirmeyi, militan ve faaliyetçilerini baskı altına almayı hedefler. Öte yandan örgütlü güçlere yönelik bu politika ile geniş emekçi kitlelere, ezilenlere de güçlü bir mesaj verir. Mücadeleye ve direniş odaklarına yönelik son derece ideolojik bir mesajdır bu: Korkutma ve sindirme, direniş ve mücadeleden uzak durma çağrısıdır bu!

Bu uygulama ile sistem, bir yandan devrimci- yurtsever güçleri etkisiz hale getirmeyi diğer yandan da onlarla ileri kitlelerin arasını açmayı hedefler. Diğer yandan devrimci-demokratik güçlerin derinleşen toplumsal çelişkilere müdahalesini engellemek ister, enerjisini kendi gündemine akıtmasını sağlayarak geniş kitlelerden uzaklaşmasını amaçlar.

Devletin bu politikası bugün yeni bir biçim altında bir kez daha devreye sokulmuştur. Özellikle de 15 Temmuz darbe girişiminden sonra “Kamu Güvenliği Teşkilatı” adlı güçler tarafından çok sayıda genç sokak ortasında kaçırıldı, ölümle tehdit edildi, ajanlık dayatıldı. Gözaltında uzun süre tutma ve işkence uygulaması 15 Temmuz sonrasında Gülen’cilere yönelik yoğun bir şekilde yaşama geçirildi.

Bunun üzerinden geniş kitleler, yasadışı gözaltı, gizli gözaltı-işkence merkezleri gerçeği ve uygulamasına alıştırılmaya çalışıldı. 2018’de Ayten Öztürk Lübnan’da Türk devleti tarafından gözaltına alınıp gizli bir merkezde 6 ay boyunca sistematik bir şekilde işkence gördü.

Gökhan Güneş’i birleşik mücadele ve dayanışmayla sağ aldık!

2020’de 22 yaşındaki üniversite öğrencisi Gülistan Doku 5 Ocak günü Dersim’de, Hürmüz Diril ve eşi Şimoni Diril 11 Ocak günü Şırnak’ın Beytüşşebap İlçesine bağlı Kovankaya Köyünde, Mehmet Bal ise 24 Ocak günü İstanbul’da “kayboldu.”  Şimoni Diril’in cesedi, 70 gün sonra köye iki kilometre uzaklıktaki bir nehir yatağında çocukları tarafından bulundu, eşi Hürmüz Diril’den herhangi bir haber alınamadı.

Gökhan Güneş’in güpegündüz sokak artasında kaçırılıp gizli bir gözaltı merkezinde ajanlaştırma saldırısına ve işkenceye maruz kalması devletin bu politikasını yeniden güncellediğine ve adım adım yaşama geçirmeye çalıştığına işaret ediyor.

Türk devleti, Gökhan Güneş şahsında devrimci-demokratik kamuoyunun gözaltında kayıp ve katletme politikasına yönelik refleksini ölçmüştür.

Gökhan Güneş, yoldaşlarının, ailesinin, devrimci-ilerici ve yurtsever güçlerin güçlü sahiplenmesi ve birleşik direnişiyle bulunmuştur. Yoldaşları ve ailenin verdiği hızlı tepki ve refleks, fiili meşru mücadele ortaya konulan direniş, kaçırmaya karşı verilmesi gereken tepkinin geniş kesimlere ulaştırılmasına yönelik çaba, yürütülen birleşik mücadele ve geniş ilerici güçlerle kurulan iletişim, Gökhan’ın sağ alınmasında önemli rol oynamıştır.

Anlaşılan o ki kaçırma, gözaltında kaybetme politikasının, devrimci-yurtsever güçlerin gelişimine, sınıf çelişkilerinin derinleşmesine paralel bir şekilde yeniden devreye sokulması planlanmaktadır.

Açık ki buna karşı ortaya konulacak direniş,  demokrasi özgürlük ve insanca bir yaşam mücadelesinin bir parçasıdır. Gözaltında kaybetme politikasının karşısına uzun vadede güçlü bendler inşa etmenin yolu; ezilenlerin her alandaki mücadelesiyle güçlü bağlar kurmaktan ve söz konusu politikanın temel hedefinin mevcut sömürü ve zulüm düzenini sürdürmek olduğunu geniş kitlelere anlatmaktan geçmektedir.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu