GüncelMakaleler

ANALİZ | Tarımda, Gıdada, Politikalarda, Stratejide, Kadrolarda Yerelleşmenin Olanağı: EKOLOJİK KOOPERATİFÇİLİK (2/2)

"Ekolojik krizin stratejik bir sorun aşamasına ulaştığı günümüzde tarımsal üretimde de stratejik değişikliklere ihtiyaç vardır. Henüz çiftçiler tarafından hemen hiç bilinmeyen bu nedenle de dünyada uygulama alanları kimi ilerici-devrimci tarım örgütleri, kooperatif ve sendikalarla sınırlı olan agroekolojik üretim ise asıl alternatif gibi görünmektedir."

Hayvan yetiştiriciliğinde de sınırlamaya gitmeye başlayan kapitalist emperyalist ülkeler bunu da ekonomik ve ekolojik nedenlerle yapmaktadır. Özellikle endüstriyel tarzdaki büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde bu hayvanları beslemek için yetiştirilen yem bitkilerinin kapladığı tarım alanları ve su tüketimi muazzam miktarlardadır. Ayrıca endüstriyel yetiştiricilikte kullanılan en temel iki ürün olan soya ve mısırın tüm dünyada tamamına yakını GDO’lu tohumlardan elde edilmektedir.

Ayrıca endüstriyel üretimle elde edilenler başta olmak üzere büyükbaş hayvanların etinin ve sütünün insan beslenmesinde zararlarının da olduğu ortaya çıkmaya başlamıştır. Tüm bunlar kapitalist emperyalist ülkelerin endüstriyel tarımdan uzaklaşmaya başlamasıyla birlikte Türkiye gibi ülkelere kaydırılmasını beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla günümüzdeki kooperatif ve komün politikaları da bu gerçekler üzerinden şekillendirilmelidir.

Ekolojik bir tarım ve gıda politikasının endüstriyel tarıma kesinlikle karşı olabilmesi için alternatif üretimleri iyi belirlemesi ve bunları geliştirecek çalışmaların yapılabilmesi de gerekmektedir. Bu yöndeki ekolojik politikaların ortaya çıkmış olan tahribatları ne derece telafi edebileceği bu türden çalışmalara ve sonucunda yapılacak tercihlere bağlıdır.

20. yüzyıl öncesine kadar tarımsal üretim yüzlerce çeşit bitki ve hayvanla yapılıyordu. Bugün dünyada insanları besleyen ağırlıklı temel ürün çeşitliliği 10 civarındadır. Yerel ürünlerin beslenmede kapladığı yer ise son derece sınırlıdır. Bu süreç 1930’larla birlikte “Yeşil Devrim” ile başlamıştır. Başlangıçta esasta tahıllar üzerinden bu tek tipleşme geliştirilmeye başlanmış olsa da, zamanla birçok bitkisel bir hayvansal ürün buna dahil edilmiştir. Bu aşamadan sonra elde edilmiş ve yaygınlaştırılmış olan ürünlerin insanlığın 12 ile 15 bin yıl boyunca geliştirmiş olduğu ürünlerle genetik benzerlikleri ortadan kalkmıştır.

Örneğin bugün dünyayı besleyen buğday türlerinin, kromozom sayıları 1930’lar öncekilerle aynı değildir. 12 bin yıl boyunca adapte olduğu gıdaların yerine yenilerinin geçmesine insan metabolizması alerjilerle ve gıda intoleranslarıyla cevap vermektedir.

“Yeşil Devrim”in ortaya çıkardığı diğer gelişmeler ise kimyasal gübreler ve tarım zehirleri olmuştur. Zamanla bunlara düzenleyiciler denilen hormonların ve antibiyotiklerin kullanımı da eklenmiştir. Son noktayı ise GDO’lu tohumlar koymuştur. Zira GDO teknolojisi, bitki melezleme çalışmalarında nitelik değişikliğine yol açmıştır. Geleneksel melezlemedeki bitki ile bitkinin melezlenmesinin yerini GDO teknolojisinde bitki ile herhangi başka bir canlının genetik materyalinin melezlenmesi almıştır.

Bu nedenle GDO’lu yetiştiricilikte yoğun kimyasal kullanımı ve tohumda emperyalist tohum şirketlerine bağımlılığının yanı sıra GDO’lu bitkilerin yetiştiği yerlerin geniş bir alandaki yabani ve kültür bitkilerinin de GDO’lu polenlerce döllenerek bozulması söz konusudur. İnsan beslenmesinde GDO’lu tohumların görece sınırlandırılmış olması, besin zinciri yoluyla geçişleri önlemesi için de yeterli değildir.

Dolayısıyla “Yeşil Devrim” ve bunu takip eden tüm gelişmeler, dünyadaki ekolojik krizin en önemli sebeplerinden biridir. Endüstriyel tarım bu gelişmeler üzerinden yükselmiştir.

Endüstriyel tarımın bir alternatifi olarak ise “İyi Tarım Uygulamaları” devreye sokulmuştur. Nispeten daha az miktarda kimyasal kullanımının esas alındığı bu yöntemler tarımdaki tek tipleşme ile mücadeleyi esas almaz. GDO’lu üretime karşı olsa da genetik değişikliğe uğramış ürünleri kullanmayı veya üretmeyi reddetmez. İyi Tarım Uygulamalarını, Endüstriyel Tarıma karşı reformist yaklaşımlar olarak değerlendirebiliriz.

Ancak dünyadaki tüm tarım desenini değiştirmenin gıda sorununu görmezden gelerek mümkün olmayacağı ve dolayısıyla zaman alacağı düşünüldüğünde, İyi Tarım Uygulamalarını mutlak bir biçimde reddetmek de pek mümkün görünmemektedir. Organik Tarım da İyi Tarım Uygulamalarına benzeyen riskler taşımaktadır.

Daha da önemlisi tamamen pazara yönelik bir üretim olduğu için ekolojik niteliği sadece üretilen ürünün kendisinden ibarettir.

Ekolojik krizin stratejik bir sorun aşamasına ulaştığı günümüzde tarımsal üretimde de stratejik değişikliklere ihtiyaç vardır. Henüz çiftçiler tarafından hemen hiç bilinmeyen bu nedenle de dünyada uygulama alanları kimi ilerici-devrimci tarım örgütleri, kooperatif ve sendikalarla sınırlı olan agroekolojik üretim ise asıl alternatif gibi görünmektedir.

Türkiye’de yok denecek kadar az uygulama alanı bulabilmiş agroekolojik üretimin esası doğanın büyük ölçüde taklit edilmesidir. Toprağın basit el aletleri ile işlendiği, hiçbir şekilde kimyasal ürün ve bitki düzenleyicilerin kullanılmadığı bu üretimde, sulama sistemleri de kullanılmamaktadır. Yerel tohumlarla yapılan üretimde tıpkı doğada olduğu gibi aynı alanın içinde farklı farklı bitkiler bir arada yetiştirilmektedir.

Seçilen bitkiler ekim-dikim, bakım ve hasat durumları bakımından da birbirine uyumludur. En önemlisi de bu yetiştiriciliğin özüne uygun olarak

üretilenlerin büyük ölçüde yerel kaynaklarla üretilip yerelde tüketilerek nakliye vd. nedenlerle fazladan enerji kullanımının önüne geçmesidir.

Güney Amerika’da geleneksel olarak uygulanan Üç Kızkardeş Modeli, agroekolojik üretim için iyi bir örnektir. Bu modelde mısır, fasulye, kabak bitkileri aynı arazide yetiştirilir. Sarılıcı bir bitki olan fasulye, mısırın gövdesini kullanır. Kabak yayılıcı bir bitki olduğu için toprak yüzeyini kaplayarak topraktan su kaybını azaltır.

Fasulye bitkisi bir baklagil çeşidi olduğu için havadan aldığı azotu kökleri vasıtasıyla toprakta biriktirerek tüm bitkilerin en fazla ihtiyaç duydukları gübre çeşidi olan azotu toprağa vermiş olur. Bitkilerin hasat işlemlerinden arta kalan yeşil kısımları da toprağa karıştırılarak çeşitli besin maddeleri toprağa verilmiş olur. Mısır, fasulye, kabak bitkilerinin beslenmedeki yerleri de bu bitkileri öne çıkartmaktadır. Mısır, beslenmede dünyada en çok kullanılan buğday ve pirinçten sonra üçüncü sıradaki tahıldır.

Mısır esasta karbonhidrat kaynağıdır ve karbonhidratlar insan ve hayvan beslenmesinde gerekli olan en büyük besin grubunu oluşturur. Baklagillerde beslenmede öncelikli ikinci besin olan protein ihtiyacını karşılar. Kabak ise hem lif hem de nişasta ve bazı vitaminlerin kaynağıdır. Ayrıca çekirdekleri de beslenme piramidinde yer alan üçüncü grup olan yağın kaynağıdır. Ayrıca her üç bitki de geleneksel depolama yöntemleri ile uzun süre saklanabilen bitkilerdendir.

Dolayısıyla kuraklık ve piyasa dalgalanmalarında uzun süre muhafaza edilebilmeleri avantaj oluşturmaktadır.

Üç Kızkardeş Modelinin benzerleri her iklim ve yağış rejiminde yerel tohumlardan yapılacak farklı kompozisyonlarla uygulanabilir. Bitkisel üretimde Agroekolojik model, devrimci kooperatifler için ilk seçenek olabilecek özelliktedir. Bu model, hayvan yetiştiriciliği ve hayvan yemi yetiştiriciliğinde de uygulanabilir. Ayrıca bu üretimin çiftlik tipi bir yapıda uygulanmasıyla hayvan ve bitki yetiştiriciliği de birbirinin ihtiyacını tamamlayarak kooperatif ve komünlerin kendine yeterlilik düzeyini artırarak ekonomik ve ekolojik bakımdan ekstra avantajlar da oluşturur.

Burada hayvan yetiştiriciliğine ayrıca bir başlık açmak gerekmektedir. Hayvansal üretimde yerel ırkların esas alınması da agroekolojik modelin bir parçasıdır. Sadece bir yöredeki yerel hayvan ırklarını esas almak da yeterli değildir. Bu hayvanların geleneksel üretimde birbirine oranları da yetiştiriciliği şekillendirmelidir.

Mezopotamya, Anadolu ve Trakya’da sanılanın aksine büyükbaş hayvan yetiştiriciliğine uygun çayır-mera yapısı son derece sınırlıdır. Dolayısıyla küçükbaş hayvanlar yani koyun, keçi öne çıkartılmalıdır. Bu örnek sahanın durumu ve ihtiyaçlara göre daha ayrıntılı şekillendirilebilir. Oysa endüstriyel büyükbaş hayvan yetiştiriciliği uzun zaman önce Türkiye’ye kaydırılmaya başlandı. Bunun önümüzdeki dönem daha da artırılacağı rahatlıkla söylenebilir. Üstelik de Türkiye söz konusu olduğunda beklentinin sadece ekolojik ve ekonomik sömürüden ibaret tutulmayacağı da rahatlıkla söylenebilir.

Emperyalist şirketlerin ve onların “yerli” taşeronlarının böylesi çoklu beklentilerle hayata geçirdikleri projelerden biri Sütaş’ın Bingöl’de temellerini attığı işletmedir.

Türkiye’deki en tanınmış tarım yazarlarından olan Ali Ekber Yıldırım’ın 2022’de çıkmış olan “Yeni Tarım Düzeni” adlı kitabında bu projeden uzunca bahsedilmektedir. 2018’de başlatılan ve 2033 yılında tamamlanacak olan, devletin sağladığı özel teşvikle kurulan bu projenin büyüklüğü bakımından bir “Bölgesel Kalkınma Modeli” olduğu söyleniyor.

“Prof.Dr Erinç Yeldan ve Kalkınma Uzmanı Kamil Taşçı bu yatırımla ilgili “Sütaş Doğu-Güneydoğu Anadolu Sütçülük Projesi: Bingöl Entegre Tesisleri Yatırımının Sosyo Ekonomik Etkileri: Bölgesel Dinamik Girdi-Çıktı Analizi (2018 – 2033) başlıklı kapsamlı bir araştırma yayınladılar.” (Ali Ekber Yıldırım, Yeni Tarım Düzeni) Araştırmada 2018’de temelleri atılan bu projenin tam kapasiteyle çalışmaya başladığında 1012 kişiye doğrudan istihdam sağlayarak deniliyor.

Bu tür yatırımların yerel/bölgesel ekonomi içinde konumlanma değil, kendi ekosistemini kurmaya dönük yatırımlar olduğu ifade ediliyor.

“Bu yatırımın etkisiyle, Bingöl ve çevresinde yem bitkileri üretimi ve hayvancılık faaliyetleri açısından bir dönüşüm sağlanacaktır. Sütaş yatırımının Bingöl ve çevresinde oluşturacağı ekosistem içinde, alt değer zincirleri marifetiyle geniş bir ekonomik havza oluşacağı, sadece tarım ve hayvancılığa etkileriyle, tek başına bu yatırımın, yereldeki ekonomik dönüşümü gerçekleştireceği görülmektedir. Bu yatırımla birlikte tarım ve hayvancılığın yanı sıra bölgede makine ekipman üretimi, ambalaj malzemeleri üretimi, inşaat, lojistik, tarımsal teknolojiler ve destek hizmetleri gibi çok değişik faaliyetlerin gerçekleşmesi beklenmektedir.” (Ali Ekber Yıldırım)

Bingöl’deki bu Sütaş yatırımının doğrudan ve dolaylı olarak yaklaşık 8 bin kişiyi istihdam edeceği de Erinç Yeldan ve Kazım Taşçı’nın araştırma sonuçlarında yer almaktadır. Ali Ekber Yıldırım ise bu projenin sosyo-ekonomik dönüşüm planı olması gerçekliğinin altını çizerek devletin sütçülük ve hayvancılık master planı hazırlamasını öneriyor.

Emperyalist şirketlerin tarım-gıda-enerji ve ekoloji politikaları doğrultusunda böylesi köklü değişimlere bağlı olarak bu yatırımların Türkiye’nin hemen her yerinde benzerlerinin oluşturulduğunu görüyoruz. Bingöl’deki yatırımın ise buranın özgün coğrafi koşullarından dolayı tıpkı Dersim’de ve bölgedeki baraj yapımları gibi muharebe ile bağlantılı yönü de ön plana çıkmaktadır. Süt temini ve yem bitkisi yetiştiriciliği başta olmak üzere bölgedeki köylü ve çiftçi nüfusunun büyük bölümü bu tür projelerin bir parçası haline getirilerek sözleşmeli tarım ve sanayi işçisi statüsüne alınacaktır. Sözleşmeli çiftçilik zamanla bu çiftçilerin toprak ve hayvanlarının haciz yoluyla bankalara ve şirketlere geçişi ile sonuçlanacaktır.

Böylece buralardaki kooperatifleşme olanakları daha en başından baltalanmış olacaktır. Bu nedenle endüstriyel tarımın her türlüsüne karşı aktif bir duruşun şimdiden sağlanması gerekmektedir.

Her iki örnekte de dışarıdan gelen kadroların esas omuzlayıcıları olması, halkın süreçlere istenilen yeterlilikte katılmasının sağlanmamış olması tüm çalışmaların hızlıca sönümlenmesinin asıl sebebidir. 6 Şubat 2023 depreminden sonra yapılmaya başlanan çalışmalarda her türlü örgütlülüğün yerel halkı esas alarak onları katıp geliştirilme hedefi çözümün anahtarıdır. (Bitti)

ANALİZ | Tarımda, Gıdada, Politikalarda, Stratejide, Kadrolarda Yerelleşmenin Olanağı: Ekolojik Kooperatifçilik (1/2)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu