GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Krize ve Yoksulluğa Karşı 8 Mart’ta Sloganlarımızı Haykıralım!

"Unutmamak gerekir ki haksız savaşların hedeflerinden biri de ataerkil sistemin hedef aldığı kadın ve LGBTİ+’lardır. Öyleyse 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne günler kala her alanda emperyalizme, kapitalizme, faşizme, feodalizme ve ataerkiye karşı gür sloganlarımızı haykırmalıyız."

Emperyalist kamplar arasında giderek derinleşen çelişki ve çatışma, Ukrayna’da kendisini bir işgal savaşı olarak gösterdi. Rusya emperyalizmi, Ukrayna’yı işgal operasyonu başlattı. Yaşanan kriz ve çatışma sadece Rusya-Ukrayna çatışması değildir. Bir tarafında ABD, AB emperyalizmi ve bu kampın askeri örgütlenmesi olan NATO’nun ve NATO’nun doğuya doğru genişleme stratejisini kabul etmeyeceğini ilan eden Rusya emperyalizminin ve arka planında da Çin emperyalizminin yer aldığı bir çatışmadır.

Kısacası karşımızda emperyalist kamplar arası yaşanan çıkar dalaşının Ukrayna üzerinde somut bir işgal savaşına dönüşme gerçekliği vardır.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal savaşı yeni başlamış gibi görünse de gerçekte emperyalist kamplar arasında Ukrayna üzerinde yaşanan dalaşın evveli 2000’li yıllara kadar uzanmaktadır. Bu nokta önemlidir. Ukrayna’da yaşanan bütün gelişmelerin arka planında ya ABD-AB emperyalizmi ya da Rusya emperyalizminin çıkar dalaşı bulunmaktadır. Örneğin 21 Kasım 2004’te Ukrayna’da Cumhurbaşkanlığı seçimleri döneminde, Kasım 2004’ten Ocak 2005’e kadar yaşanan olaylar, ABD ve AB emperyalistleri tarafından “Turuncu Devrim” olarak adlandırıldı ve desteklendi.

Yine 2013 yılı sonunda Ukrayna’da Rusya yanlısı Viktor Yanukoviç yönetiminin Avrupa Birliği (AB) Ortaklık Anlaşması’nı 21 Kasım 2013’te askıya almasıyla başlayan ve Bağımsızlık Meydanı’nda yüzlerce kişinin toplanarak protesto etmesiyle yaşanan gelişmeye “Meydan Olayları” adı verildi.

Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’e yönelik gösteri ve eylemler 18 Şubat 2014-23 Şubat 2014 arasında devam etti. Burjuva hükümet düşürüldü. Bu gelişmelere ABD ve AB emperyalistleri “Onur Devrimi” adı verdiler. ABD ve AB emperyalistleri, doğrudan bu gösteri ve eylemleri kışkırtmanın yanında gösteriler içerisinde yer alan neo-faşist unsurlara da açıktan destek verdiler. Rusya emperyalistleri ise bu gelişmeleri kendi çıkarları için tehlikeli buldu ve yaşananları “darbe” olarak tanımladı.

Bu gelişmeler içerisinde Ukrayna’nın Kırım bölgesi “yeni yönetimi” tanımadı ve “halk oylaması”yla Rusya’ya katılma kararı aldı. Bir başka ifade ile Rusya emperyalizmi Kırım’ı ilhak etti. Yine Ukrayna’nın güneydoğusunda Rusların çoğunlukta olduğu Donbas bölgesinde, Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Luhansk Halk Cumhuriyeti kuruluşunu ilan etti.

Bu tarihten günümüze bu bölgede Ukrayna devleti ile özerk cumhuriyetler arasında çatışmalar yaşanıyordu. Kısacası bölgede savaş yeni başlamamıştı. Yeni olan gelişme, Rusya emperyalistlerinin bu özerk cumhuriyetleri bahane ederek sadece Donbas bölgesini değil bir bütün olarak Ukrayna’ya savaş açması ve işgal hareketine girişmesidir. Tereddütsüz bir biçimde bu işgal hareketi emperyalist bir işgaldir ve karşı durulmalıdır.

Öte yandan Ukrayna’nın faşist iktidarına karşı savaşan ve kendi özerk bölgelerini kurup savunan Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Luhansk Halk Cumhuriyeti’nin özgürce ayrılma hakkına saygı duyulmalıdır. Bu özerk cumhuriyetlerin Rusya yanlısı olmalarıyla, Rusya’ya katılmak istemesiyle özgürce ayrılma hakkı ilkesinin savunulması başka şeylerdir. Bu cumhuriyetlerin Rusya emperyalizminin çıkarları doğrultusunda “kullanılması” ile kendi kaderlerini tayin ilkesi hakkının tavizsizce savunulması birbirine karıştırılmamalıdır.

Bu bağlamda Rusya emperyalizminin yayılmacı politikalarına da yedeklenilmemelidir.

Bu özerk cumhuriyetlerin kendi kaderlerini tayin etmesi savunulmalı, Rusya emperyalistlerinin işgalci ve ilhakçı girişimleri ve eylemleri açıktan kınanmalıdır. Birinci duruma hayırhah ve eleştirisel tutum takınmalı, ikinci duruma karşı kesin olarak karşı tavır konmalı ve mahkum edilmelidir.

kadikoydesavasakarsieylem.jpg

TC tam bir ikiyüzlülük içerisindedir!

Öncelikle şu gerçeğin altını çizmemiz gerekir. Rusya emperyalizminin Ukrayna’yı işgal saldırısına karşı olanlar ve hep bir ağızdan “savaşa hayır” diyenler müthiş bir ikiyüzlülük içerisindedirler.

İşgal ve ilhak savaşları emperyalist ve gerici savaşlardır. Bu savaşlara karşı durulmalıdır. Ancak bütün savaşlara hayır demek örneğin bu işgal ve ilhak saldırılarına karşı savaşlara da hayır demektir. Dolayısıyla bir bütün olarak savaşlara hayır demek anlamsız olduğu kadar tehlikelidir. Doğru tutum, haksız savaşlara karşı haklı savaşları desteklemek, bizzat örgütleyicisi ve yürütücüsü olmaktır.

Haksız savaşları önlemenin tek yolu haklı savaşların zaferidir. Savaş kavramında yaşanan bu kafa karışıklığı örneğin TC faşizminin Kıbrıs’ı işgal hareketini desteklemeye ve hatta “Barış Harekatı” olarak savunmaya götürür. Tıpkı Rusya emperyalizminin özerk cumhuriyetleri bahane ederek Ukrayna’ya yönelik işgal hareketini destelemek ve savunmak gibi bir durum ortaya çıkar. Benzer biçimde TC’nin yakın tarihte Afrin’e yönelik Rusya emperyalizminin yol vermesiyle gerçekleştirdiği saldırı da bir işgal ve ilhak saldırısıdır. TC devletinin ABD ve Rusya emperyalistlerinin yol vermesiyle Kuzeydoğu Suriye topraklarına yönelik gerçekleştirdiği işgal ve ilhak saldırılarını kınamayan ve karşı durmayanların, Rusya emperyalistlerinin Ukrayna’ya yönelik işgal saldırısını kınamaları ikiyüzlü bir tutumdur. Tutarsızdır ve kendi içinde sorunludur.

Öte yandan TC’nin Rusya’nın Ukrayna’yı işgal saldırısı karşısındaki tutumu ise ibretliktir. Bir yandan NATO üyesi olan TC, Rusya’nın Ukrayna saldırısını kınarken, diğer yandan ise Rusya ile dirsek temasını sürdürmektedir. Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı yönelik NATO’nun tavrı konusunda; “Bizim bugüne kadar NATO’nun tavrıyla alakalı tavrımız net ve açıktı. Sıradan bir kınama cümbüşüne dönmemeli, daha kararlı bir adım atması gerekir” açıklamasında bulunurken Rusya’nın Avrupa Konseyi’nden ihracı için çekimser oy kullanılmasını emretmektedir. Bu

ikiyüzlü tutum elbette TC’nin emperyalist kamplar arasındaki denge, çıkar ve çelişkileri kendi lehine kullanma politikasının ürünüdür.

TC faşizmi bir yandan NATO’nun daha aktif görev alması gerektiği konusunda açıklamalarda bulunurken ABD emperyalizminin yanında durmakta diğer yandan ise Rusya’ya karşı alınan kararlarda çekimser kalarak Rusya emperyalizmiyle arasını iyi tutmaya çalışmaktadır.

TC’nin NATO’nun tavrı konusunda üst perdeden çıkışının ardında, ABD-AB emperyalistlerinin NATO aracılığıyla Ukrayna saldırısı karşısında askeri bir girişimde bulunmayacağının açığa çıkmış olması varken, Rusya emperyalizmi karşısındaki çekinceli tutumunda ise bu emperyalist güçle geliştirdiği ilişkilerin boyutu belirleyicidir. TC devletinin iç dengelerinden Suriye savaşına kadar bir dizi konuda Rusya’yla yaşanan ilişki ve çelişkiler ortadayken, R.T.Erdoğan’ın Putin’e “van minut” demesi beklenmemelidir.

 

Kriz halka fatura edilmektedir!

TC’nin emperyalist kamplar karşısında yalpalama ve dengeleme politikası, yaşamış olduğu ekonomik krizden bağımsız değildir. Dahası Ukrayna’ya saldırı sonrasında Türk lirasının Rus rublesinden daha fazla değer kaybettiği düşünülürse savaşın kaybedenleri arasında TC’nin olacağı ve dahası bunun Türkiye halkına fatura edileceği görülmelidir.

Nitekim R.T.Erdoğan, Ukrayna saldırısı öncesinde Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada “Ülkenin kazancından hep birlikte faydalandığımıza göre, külfeti de beraberce omuzlayacağız” demektedir. (17 Şubat)

Bu “külfet”in ne olduğu son açıklanan verilerle daha iyi anlaşılmaktadır. Türk-İş’in açıklamasına göre açlık sınırı asgari ücreti geçmiş durumdadır. Dört kişilik bir ailenin açlık sınırı Şubat ayında 4.522 TL olurken, yoksulluk sınırı 15.139 TL olarak gerçekleşmiş durumdadır. (25 Şubat) Doğalgaz faturasını ödeyemeyen hane sayısı 3 milyonun üzerindedir. İşsiz sayısı 10 milyonu aşmış durumdadır. Her 5 haneden 4’ü yoksulluk, her 2 haneden 1’i açlık sınırı altında yaşamaktadır. Yani aslında külfeti çeken emekçi yoksul halk, sefasını yaşayan ise Saray iktidarıdır! Sürdükleri sefanın faturasını halka ödettirme amacındadırlar.

Bu gelişmelerle birlikte şu son derece önemli ayrıntıyı kaydetmekte yarar vardır. R.T.Erdoğan’ın son konuşmalarında, Türkiye’nin bir ekonomik kriz içinde olduğunu alenen kabullenen işaretler de bulunmaktadır. Bu R.T. Erdoğan’ın iktidarında ilk kez yaşanmaktadır. R.T. Erdoğan yukarıda değindiğimiz Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda “Milletin 2018’den beri devam eden ekonomik dalgalanmalar, özellikle de hayat pahalılığı sebebiyle sıkıntılar yaşadığını bildiklerini” demekte ve eklemektedir; “Alım gücündeki düşüş bir süre sonra telafi edilebilirken, kaybedilen işin, kaybedilen huzurun, kaybedilen vaktin geri kazanımı çok daha zordur. Böyle dönemlerden asıl olan, çalışacak iş, hayatını sürdürecek gelir sahibi olmaktır. Asıl olan, kendine ve ailesine karşı mahcubiyet yaşamamaktır.” (17 Şubat)

R.T. Erdoğan’ın bu açıklamalarının önemi, bir yandan işçi direnişlerinin gelişmesi başta olmak üzere halkın iktidara yönelik öfkesinin giderek artması ve iktidarın kitle desteğinin azalmasından kaynaklıdır. Faşizm bir yandan TÜSİAD kurmaylarından birinin evi önünde eylem yapan Migros işçilerine saldırıp ters kelepçeyle gözaltına aldırmakta diğer yandan ise işçi sınıfına ve emekçi halka “hayat pahalı ama bak işiniz var, bahara-yaza kadar sabredin” diye “umut vadetmek” zorunda kalmaktadır. Hemen ardından da direnişçi işçilerin taleplerini kabul ederek “yangın”ın daha da büyümesini engellemeye çalışmaktadır.

Sadece iktidardaki hakim sınıf kliği değil, muhalefette olan burjuva klik temsilcileri de tetiktedir. Bu kesimler bir yandan işçi sınıfı ve halka “sokağa çıkmayın, seçimleri bekleyin” çağrısı yaparken diğer yandan ise gelişen işçi direnişleri ve halk tepkisi karşısında “özel mülkiyetin kutsallığından” dem vurmaktadırlar. Burjuva muhalefet örneğin inşaat işçileri kendilerine reva görülen yemek için yemekhaneyi dağıttığında yahut Migros işçileri patronun kapısına dayandığında “itidal çağrısı” yapmaktadırlar.

Böylelikle her renkten burjuva muhalefet, iktidardaki hakim sınıf kliğini “göndermenin” çözümü olarak önerdiği “seçim” oyununa zarar gelmesinden korkmaktadır. Bu siyaset yapış tarzıyla gerçekte hakim sınıf iktidarını devirmeyi değil kendi iktidarlarına zarar gelmesini önlemeye çalışıyorlar.

Diğer bir ifadeyle ekonomik kriz nedeniyle iktidara yönelik artan kitle öfke ve tepkisi karşısında kendi klik çıkarlarını güçlendirmeyi amaçlarken, bu öfke ve tepkinin devrimcilerle buluşmasından korkuyorlar.

ydk8martcagrisi.jpg

8 Mart’ın kızıllığında geleceği kazanmaya…

Emperyalist saldırganlığın ve dalaşın etkileri önümüzdeki süreçte daha da belirginleşecektir.

Başta petrol fiyatları olmak üzere, enerjide yaşanacak her artış ile birlikte iğneden ipliğe her şeye zam gelecektir. Halihazırda zaten katlanılamaz olan yüksek faturalardan, temel ihtiyaç maddelerinin temin edilememesine, alım gücünün daha da düşmesine kadar bir dizi gelişme işçi sınıfı ve emekçi halkın gündeminde olacaktır. Bu koşullar altında özellikle ekonomik krizin daha da etkisini göstereceği, işçi sınıfı ve emekçi halkın iktidara yönelik öfke ve tepkisinin daha da artacağı da bir gerçektir.

Bu koşullar altında Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne yaklaşıyoruz. 8 Mart başta emekçi kadınların talepleri olmak üzere, halli hazırda emperyalist saldırganlığa, haksız ve gayri meşru işgal savaşlarına karşı da mücadelenin gerekçesi kılınmalıdır. Kadınların mücadele ederek kazandığı tüm hakların hedefe konulduğu, şiddetin vahşileştiği, İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edildiği, nafaka hakkının tartışıldığı, yoksulluğun kadınlaştığı ancak tüm bunların karşısında

kadınların sokakları terk etmediği, işçi direnişlerinde en önde mücadeleyi yürüttüğü bir dönemdeyiz.

Pandemi ile artan yoksulluğun, sefaletin, şiddetin, esnekleşen çalışma koşulları ile derinleşen güvencesizliğin, işyerinde mobbingin ilk hedefinde kadınlar var. Ancak aynı zamanda bu ağır şiddet, yoksulluk ve yoksunluk mücadele ateşini fitilleyen öfkenin de birikmesini ve açığa vurmasını sağladı-sağlıyor.

Ocak ayından bu yana yaşanan Mersin Tarsus Sebze Meyve Hali, Oppo, Alpin Çorap, Darinda Çorap, Farplas, Migros Depo, PASS South direnişlerinde kadınlar öne çıkıyor.

Kadın hareketinin krize ve yoksulluğa karşı yürütmüş olduğu çalışma aynı zamanda bu kriz ve yoksulluğun nedenlerinden biri olan emperyalist yayılmacı savaşlara, gerici işgal ve ilhak savaşlarına karşı mücadeleyi de içermelidir.

Unutmamak gerekir ki haksız savaşların hedeflerinden biri de ataerkil sistemin hedef aldığı kadın ve LGBTİ+’lardır. Öyleyse 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne günler kala her alanda emperyalizme, kapitalizme, faşizme, feodalizme ve ataerkiye karşı gür sloganlarımızı haykırmalıyız.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu