GüncelMakaleler

Analiz | “Gerçekten yararlı olmak istiyorsan dar çemberin dışına çık ve zaman kaybetmeden doğrudan kitlelerin üzerinde etkili olmaya çalış!”

"Daha güçlü, daha cesur, daha hızlı mücadele yöntemi geliştirmeye ihtiyaç var. Gerçekten yararlı olmak istiyorsan dar çemberin dışına çık ve zaman kaybetmeden doğrudan kitlelerin üzerinde etkili olmaya çalış!"

Yaşam içerisinde karşımıza pek çok sorun çıkıyor. Bu sorunları çözmek için pek çok yaklaşım, yol ve yöntem geliştiriyoruz. Sorunları nasıl çözer, ne gibi bir anlayış oluşturur, nasıl bir çözüm yöntemi geliştirir ya da kullanırsak kullanalım bu bir ideolojik anlayışın ürünü olacaktır. Bu ideolojik “ürün” siyasettir. Genel olarak yaşamda karşımıza çıkan sorunların çözümü için geliştirdiğimiz yaklaşım, yol, yöntem ve anlayışa siyaset denir. Her ne kadar siyaset egemenler tarafından “devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş ve anlayış” denilerek “elitleştirilmeye” çalışılsa ve kitlelerden-halktan uzaklaştırılmak istense de bu mümkün değildir. Ekmeğin fiyatı ile ilgili bir düşünce, herhangi bir dereye yapılmak istenen HES’e ilişkin fikir açıklama, cumhurbaşkanı seçimi ile ilgili görüş bildirme, Suriye’deki savaşa ilişkin tek bir cümle kurmak dahi “siyasettir”, “siyaset yapmaktır”.

Mülteci sorunu, eğitim sistemi, kadın cinayetleri, işçi cinayetleri, üçüncü havaalanı, vergi affı, şehir hastanesi, otobüs biletleri, zamlar vb. vb. ile ilgili her gün konuşuyor, çeşitli pratiklerde bulunuyoruz. Her konuştuğumuzda, her pratiğimizde de siyaset yapıyoruz dolaysızca. Toplumsal herhangi bir konuda “tercihte” bulunmak, siyaset yapmaktır. Bundan dolayı siyaset, hayatın her anında ve alanında vardır. Yaşamın kendisi siyasettir. Siyaset, ideolojinin bir ürünü olduğuna göre her düşüncemiz, her söylemimiz, her anlayışımız ve her pratiğimiz de bir sınıfın imzasını taşıyacaktır. Bu imza bizim açımızdan kitlelerin örgütlenme ve kitleleri örgütleme aracıdır. Herhangi bir sorunun çözüm yolu ve süreci etrafında bir araya gelen insanlar bir amaç doğrultusunda buluştuklarında bu bir araya geliş örgütlenme süreci ve biçimidir de aynı zamanda. Dolayısıyla bir örgütlenme sürecidir de. Siyaset kitleleri örgütleme, kitleleri örgütleme aracıdır.

Kitleler sorunlarını çözmek isterler. Ancak uzak sorunları için değil, yakın sorunları için harekete geçerler yakın sorunları içerisinde de acil olanı için harekete geçerler. Sorunların yakınlık durumları toplumdan topluma değişkenlik gösterir. Sosyal, kültürel, ekonomik, dini, ekolojik vb. herhangi bir durum, farklı toplumlarda “yakın olan” olarak toplumsal yaşamda kodlanmış olabilir. Ancak emperyalist-kapitalist dönemin toplumsal yaşamı içinde beslenme, barınma, sağlık, eğitim, güvenlik, su vb. kişilerin toplulukların-toplumların en önemli ihtiyaçları, talepleridir.

Ancak emperyalist-kapitalist dönemin toplumsal yaşamı içinde beslenme, barınma, sağlık, eğitim, güvenlik, su vb. kişilerin, toplulukların-toplumların en önemli ihtiyaçları/taleplerindendir. Tek tek insanlar, gruplar, topluluklar ya da toplumun tümü ihtiyaçlarının karşılanmasını ister. Yaptığımız siyasetin, siyasi herhangi bir eylem, anlayış, düşünce ya da söylemin bir sınıfa ait olduğunu yukarıda belirtmiştik. Siyasi “çözümümüz” ya burjuvazinin ya da proletaryanın imzasını taşır. Kitleler ya burjuvazinin ya da proletaryanın temsilcilerinin siyasi çözümleri çevresinde bir araya gelir ve örgütlenir. Tarafsızlık ya da üçüncü bir yol bulunmaz/yoktur.

Burjuvazinin temsilcileri/sözcüleri siyaset yaparken retorik (söylem) olarak yalanı tercih eder. Algı yönetimi adı verilen şey, “yalan söylemenin”, “gerçeği gizlemenin”, kitleleri aldatmanın bir başka adıdır. Algı “bir şeye dikkati yönelterek, o şeyin bilincine varma, bir şeyi kavrama” olarak tanımlanır. İşte burjuvazi bilince varmayı bozar, var olanı çarpıtır, esnetir, çekiştirir, sündürür, gerçekliği tersine çevirir. Bu çarpıtmayı bugün büyük oranda medya gerçekleştiriyor. Hangi haberin ne zaman ve ne şekilde verileceğine, neyin önemli olup olmadığına, neyin tartışılıp tartışılmayacağına medya yön veriyor. Bir süzgeç işlevi görüyor.

Gezi isyanı döneminde penguen belgeseli yayımlanması ya da Roboski katliamı yaşandığı süreçte televizyon kanallarının haberi gizlemesi bu işleve en açık ve çarpıcı örneklerdir. Medya gerçekliği yeniden üretiyor ve gerçekliği tanımlıyor. Bu doğru. Ancak diğer yandan bir “şey”i kimin tanımladığı önemlidir. Var olan “şey”i proletarya mı tanımlıyor, burjuvazi mi?

Buna göre “şey”in sınıfsal niteliği belirlenir. Herhangi bir demokratik hak alma mücadelesi burjuvazi tarafından “terör faaliyeti” olarak damgalanır, ancak proletarya o mücadele sürecini “meşru hak arama” mücadelesi olarak tanımlar. Burjuva medya tüm bu işlevleri eksiksiz olarak yerine getirir. Bugünkü egemenler Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’in “yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır. Olmazsa yalana devam edin… Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve inanılması o kadar kolaylaşır” sözünü harfiyen yerine getiriyorlar. Yalan söylüyorlar, söyledikleri yalan ortaya çıksa bile yalan söylemeye devam ediyorlar. Örneğin emperyalistlerin başka ülkelere demokrasi ve özgürlük götürdüğü koca bir yalandır. En yakın olarak Irak’ta götürülen “demokrasi”yi biliyoruz, ama yine de bu yalanı söylemeye devam ediyorlar. Emperyalistlerin “insan hakları” savunuculuğu da koca bir yalandır.

Akdeniz’deki mülteci gemilerinin liman liman dolaştırıldığı günler yaşıyoruz, Yemen’de katledilen, açlık-susuzluk ve salgın hastalıkla boğuşan yüz binlerce insan her gün Suudilerin önderliğindeki koalisyon tarafından katlediliyor, Filistin’de her gün insanlar katlediliyor. Tüm bunlara karşın emperyalistler ve onların uşakları “insan hakları” savunuculuğunu kimseye bırakmıyor.

Tarihin çarkını kitleler çevirir. Komünist devrimciler kitlelerin bu çarkı çevirmesinin sınıfsız ve sınırsız bir dünya yaratılmasının aracı olmasının öncülüğünü ve önderliğini yaparlar. Yanlış yöntemlerle de doğru bir örgütlenme gerçekleştirilemez. Her şeyden önce komünist devrimciler bilimsel doğrularla siyaset arasındaki diyalektik bağı doğru kurmalıdırlar. Bunun için de (yapmaları gereken) yapılması gereken şey bellidir. Analiz, sihirli olmayan ancak süreç ve süreçlerin kapısını açacak yöntemin ilk adımıdır. Sentez de diğer adımdır.

Analiz, olay ve olgulardaki bağıntıların, tüm hareket ve gelişme sürecinin, yüzey ile temel arasındaki ilişkinin bulunması, kurulmasıdır. Sentez ortaya çıkan tüm bu veriler eşliğinde olan-olması gerekenlerin, hareketin niceliği ve niteliğinin pratiğidir. Bu pratik edilgen değil etkendir. Belirlemeci değil, müdahalecidir. Kitlelerle ilgili tüm tespit-çözümleme yani analiz gerçekleştikten sonra kısa-orta-uzun vadede yapılması gerekenlerin ne olması gerektiği yönündeki “tavırdır-fiildir” sentez. Süreç ya da süreçlerde olay ya da olgularda sadece olanlar belirlenir ve orada bırakılırsa sadece bir tanım-belirleme yapılmış olur. Çözüme ilişkin hiçbir şey söylenmemiş olur. Bununla birlikte çözüm gelecekle ilgili olduğu gibi “an”la da ilgilidir. Kısa-orta-uzun vadeli olarak yapılan plan-program-perspektiflerin “an”dan başlaması gerekir.

“An”daki ya da yakın dönemdeki sorunların çözümünün gerçekleştirilmesi gerekir, çünkü herhangi bir sorun bir çemberin merkezi gibidir, çapı boyunca tüm yönlere etki eder. Bundan dolayı “an”daki sorun çözülmezse kısa-orta-uzun vadeli sorunlar da çözülemez.

Karşılaşılan sorun ya da sorunlar ötelenir, sonraya bırakılırsa ya da hiç tespit edilemezse devrimi yapacak kitleler nasıl örgütlenir, kitlelere siyasi olarak nasıl önderlik edilebilir? “Proletarya, partisi aracılığıyla ülkedeki bütün devrimci sınıflara siyasi bakımdan nasıl önderlik eder? Birincisi; tarihi gelişme sürecine uygun temel siyasi sloganları öne sürer ve bu sloganları gerçekleştirmek amacıyla her gelişme aşaması ve olaylardaki her önemli dönemeç için eylem-slogan ortaya atar. Örneğin Japonya’ya karşı birleşik cephe ve birleşik devrimci cumhuriyet sloganlarını öne sürdük ama aynı zamanda ‘iç savaşa son verelim’, ‘demokrasi için mücadele edelim’ gibi bütün milletin hep birlikte harekete geçmesi için somut hedefler gösteren sloganlar da öne sürdük. Böyle somut hedefler olmazsa siyasi önderlik söz konusu olmaz” diyor Mao. (Partizan, Sayı 90, Sayfa 74)

İçinde balık olunması gereken kitleler içinde nasıl balık olunabilir? Tabii ki onların tüm sorunlarına dokunarak. Bu da her şeyden önce kitleleri tanımakla başlar. Kitlelerin sorunlarını doğru kavramak, neye öncelik verip neye öncelik vermediklerini bilmek çözümün yarısıdır. Devrim, kitlelerin sistemsel sorunlarını çözecek, eşitlik, özgürlük, adalet vb. sağlayacak, işsizliği, açlığı, yoksulluğu ortadan kaldıracaktır.  Ancak bunların çözümü için, en azından çözüm adımı için kitlelerin devrimi mi beklemesi gerekiyor? Devrimi kim yapacak? Kitleler, o tarihe kadar aç, yoksul, susuz vb. mi kalmalı? Ya da anadilde eğitim isteyen, ibadet ettiği yerlerin resmi statü kazanmasını isteyenler, bunlar için devrimi mi beklemeli?

Bu insanların var olan sorunlarını çözme yolunda adım atmadan, çözüm yönünde herhangi bir girişimde bulunmadan, irade beyan etmeden, çözümü, çözüm yolunu birlikte yaratmadan devrim yapılamaz. Tüm sorunların çözümünün devrimde olduğunu söylemek çözümleri devrim sonrasına ötelemek “devrimci siyaset” yapmamaktır. Kitlelerin sorunları (var olan sorunları) küçükten büyüğe, basitten karmaşığa doğru çözüldükçe devrim yapılmaya başlanmıştır, devrimin yolu açılacaktır. “Bugün merkezi görevimiz, geniş kitleleri devrimci savaşa katılmaya seferber etmektir. Eğer yoldaşlarımız bu görevi gerçekten kavrıyor ve devrimin ne pahasına olursa olsun bütün ülkeye yayılması gerektiğini anlıyorlarsa o zaman geniş kitlelerin acil çıkarları ve refah sorununu hiçbir şekilde göz ardı etmemeli ya da küçümsememelidirler. Çünkü devrimci savaş kitlelerin savaşıdır; ancak kitleler seferber edilerek ve onlara dayanılarak yürütülebilir.” (Mao)

Bugün kitlelerin tepkilerinde, tepkisizlik olarak adlandırılabilecek çok ağır bir sessizlik görülüyor. Dolar’ın 7 TL’ye dayanmasına, soğan ve patatesin 8 TL’ye çıkmasına, işsizliğin alıp başını gitmesine, özelleştirmelerin hız kesmeden yapılmasına, enflasyona, hayat pahalılığına kitlelerin “ses çıkarmayışı” “eleştiriliyor. Bu durumun pek çok nedeni var. Egemenler tarafından yoksulluk ve yoksunluğun devamının sağlanması ve bağımlılık ilişkilerinin yaratılmasını sağlayan “yardım” adı altındaki parasal veya yiyecek kolisi vb. şeklindeki rüşvetler, dini motivasyonlar, milliyetçi-ırkçı yönelimler… Ayrıca kitlelerin hafızasında (toplumsal bellek) sosyolojik, psikolojik, ekonomik, siyasi, kültürel, dini vb. konularda iktidar-zor denklemi geniş bir yer tutar. Bu denklem de egemenler tarafından sürekli olarak hatırlatılır.

Bunlarla birlikte daha pek çok neden sayılabilir, ancak burada bir parantez açmak yerinde olacaktır; bunlardan en önemlisi, öncünün objektif olarak yeterli önderlik yapamayışıdır, bu anlamda önderlik sorunudur. Kitleler inandıkları, kavradıkları ve kendilerine doğru önderlik yapıldığında neler yapılabileceğini Spartaküs’tan bu yana pek çok defa göstermiştir.

Mao, “Eğer görevimiz bir ırmağı geçmek ise bunu köprü ya da sandal olmadan yapamayız. Köprü ya da sandal sorununu çözmeden ırmağı geçmekten söz etmek boştur. Yöntem (ve araç) sorununu çözmeden görev hakkında konuşmak yararsızdır” diyor.

Bununla birlikte her ne kadar kurtarılmış bölgeler sorunu ile konuşurken söylese de konumuzla ilgili olarak Mao şu sözleri söylüyor: “Eğer halkı, sadece savaşı yürütmek için seferber eder ve başka hiçbir şey yapmazsak, düşmanı yenmeyi başarabilir miyiz? Elbette ki hayır. Eğer kazanmak istiyorsak, daha pek çok şey yapmamız gerekir. Köylülerin toprak mücadelesine önderlik etmeli… işçilerin çıkarlarını korumalı, kooperatifler kurmalı… ve kitlelerin karşılaştıkları sorunları yani yiyecek, giyecek, konut, yakacak, pirinç, yemeklik yağ ve tuz, hastalık ve sağlık, evlenme gibi sorunları çözmeliyiz. Kısacası kitlelerin günlük hayatındaki bütün politik sorunlarına önem vermeliyiz.” (Seçme Eserler, Cilt 1, s. 189-190)

Kitlelerin bütün politik sorunlarına nasıl önem verebiliriz? Sorunların çözümü için çaba göstererek… Kitlelerin içinde olarak, kitlelerle olarak… Toplumsal kurtuluş mücadelesi verenler/savunanlar kitlelerle birlikte olmaya önem verirler/vermelidirler. Kitlelerle birlikte olmak, içinde olmak edilgen bir durum değildir. Kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçen insanlarla birlikte karşıya geçmek kitlelerle iç içe olmak demek değildir. Geçtiğimiz başkanlık-meclis seçimleri öncesinde muhalefet partileri için “kitle çalışması” öneren Aydın Engin, Tırmık adlı köşesinde İbrahim Kaypakkaya’nın Aksaray-Kocamustafapaşa-Samatya bölgesinde yaptığı çalışmayı örnek veriyordu.

İK’nın Trakya bölgesinde köylüler arasında çalışma yaptığı da biliniyor. Kitlelerin günlük politik sorununu çözemeyenler, çözme girişiminde bulunmayanlar sadece propaganda yapanlar devrim mücadelesinde geriye düşerler. Güncel politik sorunları çözmeye çalışanlar bunun için çaba sarf edenler kitlelerle buluşurlar. Bu sorunların çözümünde kitleselleşme, kurumsallaşma ve doğallığında örgütlenme vardır/birlikte yürür. Stalin SBKP tarihini anlatırken şunları söylüyordu: “… seksenli yılların ortasında işçi sınıfı örgütlü mücadele yolunu, örgütlü grevler biçiminde kitle eylemleri yolunu tuttu. Ama Marksist çevre ve gruplar yalnızca propaganda yaptılar, işçi sınıfı içinde kitle ajitasyonuna geçişin gerekliliğini anlamadılar ve bu yüzden işçi sınıfı hareketiyle pratikte bağları yoktu, ona önderlik etmiyorlardı.” (Cilt 15, s. 41)

Pratikte ağ kurmak, anadilde eğitimi, cemevlerinin ibadethane olması için gerekli tüm çalışmaları her yerde yapmakla, zamlara, özelleştirmelere yerinde-mekanında karşı koymakla, şehir hastanelerinin sorunlarını, bu sorunları yaşayanlarla yaşanan yerde dile getirmekle, kapsamlı bir alternatif sağlık politikası oluşturmakla, 4+4+4 eğitim sistemine alternatif üretmekle ve etkin bir karşı koyuşla vb. şekilde oluşturulabilir.

Stalin, aynı eserinde Lenin’in “Mücadele Birliğinin önüne işçi sınıfının kitle hareketiyle daha sıkı bağlar kurmak ve ona siyasi bakımdan önderlik etmek görevini koydu”ğunu belirttikten sonra “Propaganda çevreleriyle toplanan az sayıdaki ileri işçi arasında Marksizm propagandasından geniş işçi sınıfı kitleleri arasında günün konularıyla ilgili siyasi ajitasyona geçilmesini önerdi. Kitle ajitasyonuna bu yöneliş Rusya’da işçi sınıfı hareketinin daha sonraki gelişmesi açısından büyük bir öneme sahiptir” diyor. (s. 32)

Son sözü, Çehov’un bir sözünü değiştirerek söyleyelim: Daha güçlü, daha cesur, daha hızlı mücadele yöntemi geliştirmeye ihtiyaç var. Gerçekten yararlı olmak istiyorsan dar çemberin dışına çık ve zaman kaybetmeden doğrudan kitlelerin üzerinde etkili olmaya çalış!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu