Makaleler

Çalışma saati, günlük 6 saat olmalı!

Şu soruyla düşünmeye başlamakta yarar var. Makineler her geçen gün daha fazla üretim yapabilir olmasına rağmen çalışma saatlerinde neden bir değişlik yok? Çalışma saati uzun uğraşlar sonucu 8 saate düşürüldü. Aradan yaklaşık 150 yıl geçti. Teknoloji dev adımlarla ilerledi. Üretim kapasiteleri, insanlığın tüm gereksiniminin 3-4 katına ulaştı. Ama neden çalışma saatlerinde bir düşüş söz konusu olmadı.

Hemen malt usçu şarlatanlar, eski rafta bayatlamış ve çok kere çürütülmüş tezleri masaya koymaya hazırdılar. Efendim dünya nüfusu da çok hızlı artmıştır. O nedenle ihtiyaç süreklilik arz etmektedir gibi oportünist bir cevabın arkasına sığınırlar.

İşte bu aptal tezin çürütülmesi: 150 yıl önceki dünya nüfusunun tamamın ihtiyaçlarını karşılayacak kapasiteler henüz bu kadar fazla değildi. Ancak bu gün nüfus artmış olmasına karşın, mevcut nüfusun gereksinimi olan üretimin, 3-4 katı fazla üretime sahibiz. O halde dünyanın üretim kapasitesi nüfustan bağımsızdır. Yada nüfusta artmıştır gibi bir tez aptalcadır. Zira şu anki üretim kapasiteleri insanlığın tamamını ihtiyaçlarını iki üç kez karşılayacak durumdadır(kastımız lüks ürünler için değildir, temel gereksinim olan; gıda, tekstil, inşaat, yol, ulaşım, haberleşme, …). O halde nüfus her ne kadar plansız çoğalma göstermiş olsa da üretim artışındaki fazlalık bunun üzerindedir.

Bu gün İLO gibi uluslararası tekellerin hegemonyasındaki kurumların basit ve ilkel konularda süren çalışmalarının ötesine geçilmelidir. İnsanlığın toplam çalışma sürelerinin artık 8 saat değil daha az olması gerektiğidir.

Bu gün üretim oranları ihtiyacın üç dört kat fazlası ise, günlük üretim saatlerinde kesinlikle bir azalma olmalıdır. Emperyalizm bu düşünceyi tüyler ürpertici bulur. Çünkü işçilik maliyetlerinde bir yükselme söz konusu olacaktır. Örneğin haftada 45 saat çalışmanın karşılığında, 25 saatlik çalışmanın karşılığı olarak ödenen ücret aynı olacaktır.

Bir başka hurafe sınıfı tarafından da, bu kadar boş zamanı olan insan düzen ve sistem için tehlikeli bulunur. İşsizliğin ve tembelliğin önünün açılacağı ve toplumların geriye gideceği şeklinde mahzun hane ve tarafsız kaygıları doğar. Bunların kaygıları, toplumun geriye gidişine değil, kapitalizmin ellerinden kayıp gideceği korkusunadır. Modern kölelerin ellerinden alınacağı korkusu, daha az sömürme korkusu, …bunları arttırabiliriz. O halde çalışma saatlerini günlük 6 saate düşürmek için engel nedir.

Aylak kalan halkın, huzursuzluk yaratacağı ve buradan toplumsal tatminsizliğin doğacağıdır. Evet, bu doğru; kapitalizm için insanların az çalışması bir tehlikedir. Zaten kapitalizmin bu gün gelinen aşamada insanlığın gereksinimlerini karşılamayacağı açıktır. Bu artık daha üst bir toplumun çözebileceği bir problemdir. Bu korku kapitalizm için anlamlıdır ve doğrudur. Ama yenidünya için bu özgürlüğe açılan bir kapıdır. İşte köleci kapitalizmin köhnemişliği ile özgürlükler ülkesi komünizm arasındaki temel farklardan birisi budur.

Oysa çalışma saatlerinin azalması insanın zincirlerinden kurtulması ve serbest(özgür) zaman süresinin uzaması insanın bir köle olarak çalışmasını yok edecek temel etmendir. İnsanlar bir beygir gibi makinelerin arasında can vermeyeceği bir düşünmektir gelecek. Gelecek özgür toplum ve özgür insanlar yurdu olacaktır. Orda köleliğe, yani kapitalizme yer yok. İnsanın serbest zamanını sisteme tehdit unsuru olarak gören köleci kapitalizm, insanı insan olarak özgürleştiren komünizm karşısında çok güçsüz ve köhnemiş bir sistemdir. Oysa özgür zamanı artan insanlık bilimde ve sanatta şimdiye kadar görülmemiş gelişmelerin oluşumunu sağlayacaktır. İnsanların köleleştiği, düşünemez hale sokulduğu toplumdan, sorgulayan, düşünen, bilim ve sanat üreten bir topluma geçişidir.

İnsan bir makine parçası olmaktan kurtulup tüm zincirlerini bir gün kıracaktır. İnsanlık için çalışmanın bir sanat olacağı ve gönüllülüğe dayanacağı yeni ve özgür bir dünyanın varlığıdır komünizm. Onun için uygarlığın geleceği ve insanın gerçek insan olacağı bir dünyadır.

zincirleri kırKapitalizmin kölelik zincirlerinin, biz kölelerin mücadelesi gevşeterek parçalayabilir. Biz bu gün, hemen şimdi, gerek ulusal ve gerekse uluslararası sömüren kesimlerin sadakası şeklindeki haklarla değil, kendi hakkımız olanı istiyoruz. Çalışma saatlerinin günlük 6 saate düşürülmesi gerekmektedir. Tüm ülkemizin çalışan kesimlerini bu şiarımızı paylaşmaya ve mücadeleye davet ediyoruz.

Çalışma saatleri tüm dünyada 6 saate düşürülmelidir. Bu insani olan ve gelişen teknoloji ile insanlığın ihtiyaçlarını karşılayabilecek üretime fazlasıyla denk gelmektedir. Bu yüzden çalışma saatleri 6 saate düşürülmelidir.

Hep birlikte haykıralım biz günde 6 saat çalışacağız.

 

NE YAPMALIYIZ?

Dünya derin bir gericileşme sürecine hızla ilerlemektedir. Sömürme isteğindeki frensizlik ve doyumsuzluk, ezilen halk kesimlerinin yaşamını her gecen gün daha fazla sıkıntıya sokmaktadır. Gerek yasal kısıtlamalar ve gerekse aşırı pazar doygunluğu nedeniyle asgari ücreti bile pahalı gören bir aç gözlülüğü de beraberinde getirmektedir.

Ancak öte yanda şu sorunu da göz ardı etmemeliyiz. Eğitimsiz, yoksul ve dindar bir toplumun dönüşümünü de sol komünist bir bakışla yok saymamalıyız. Çünkü eğitimsiz bırakılan, yoksul ve din batağına her geçen gün daha fazla sürüklenen bir halkın burada çıkışı çok kolay ve kısa dönem de olmayacaktır. Ancak, bunu bir bahane olarak gören sağ oportünistler için de bir sığınak olmamalıdır. Böylece ülkemizde bir devrim olasılığını birkaç kuşak sonra ele alınması gereken bir durum olarak sürekli öteleyen sağ oportünist bir yaklaşımla da olmamalıdır.

Biz sol ve sağ sapmalara yalpalanmadan devrimin gerçek stratejileri ile ilgilenmeliyiz. Ülkemizin somut koşullarından edindiğimiz gerçek proletarya zaferinin ne olacağı üzerine çalışmayı ödev olarak önümüze koymalıyız.

Her düzeyde örgütlenme eylemlerini kesintisiz ve büyük bir disiplinle sürdürmeliyiz. Örgütlenme, komünist parti ve onun kızıl ordusunun etrafında olmalıdır. Tüm legal ve illegal örgütlenmeler devrime hizmet edecek şekilde ülke çapında geliştirilmelidir.

Bu gelişime katkı sağlama konusunda sol ve sağ oportünistler gene sahneye çıkarlar. Kendileri dünyayı kurtarıyormuş rolüne soyunmuş olan bu oportünist tavırlarının, devrimin gelişimine her dönemde zarar vereceklerini biliyoruz. O nedenle biz her düzeyde insanın kendi olanakları doğrultusunda destek vermesinde yana olmalıyız. Adeta kitlelerin nabzını tutarak devrimin hızına uygun olarak hareket etmeliyiz. Çünkü devrim kitlelerle olur. Kitlelere rağmen devrim olmaz. Hemen cevaplayalım, bunu kitle kuyrukçuluğu olarak algılayan dar görüşlülerle de ilgisi yoktur. Her türden oportünizme karşı derin bir proleter diktatörlüğü çizgisi ile devrime sarılmalıyız.

Konuyu doğru algılayalım. Devrimci güç her milliyetten ezilen halk kesimleridir. Konuya temel diyalektik tezle başlamak anlaşılırlığı açısından yaralı olacaktır. Nicel ve nitel değişim. Nicel değişim evrimsel değişimi, nitel değişim devrimsel değişimi ifade eder. Şimdi bunu bilimsel bir örnekle toplumsal değişime uyarlayarak tezimizi sürdürelim. Saf su 76 cm civa basıncında 100 santigrat derecede kaynar. Suyun 100 derecede kaynaması için saf su olması ve atmosferinde 76 cm civa basıncında olması gerekir. Ancak örneğin suda; tuz mineral, klor, … vb elementler bulunduğundan, tüm diğer değişkenler atmosfer basıncı, … vb ceterisparibus* olsun, suyun kaynama sıcaklığı değişir. Su yavaş yavaş ısınır ve sonunda kaynamaya başlar. Uzun süren ısınma süreci, belli doygunluğa ulaştığında aniden kaynamaya başlar. İşte oportünistlerin sızdığı çatlak buradadır. Saf bir toplum alalım ve yaratılmış ideal koşullarda halk kendi kendine isyan etsin ve ani bir değişimle de devrime ulaşsın. Ya da diğer kesim, suyun kaynaması için gerekli zamanı hiç hesaba katmazlar. Bir bebek gibi ağlayarak suyun bir an önce kaynamasını isterler, ancak o kendi diyalektiğine göre hareket eder. Biz ise şunu biliyoruz. İdeal koşullar ancak laboratuar şartlarında vardır. Gerçek yaşam çarpışan-savaşan olayların ürünü olduğu için ideal değillerdir. Örneğin, içinde belli oranda mineral bulunan ve Ağrı dağının eteklerinde 60 cm civa basıncında yaşayan köylünün ne yapması gerekir? Suyun daha uzun bir sürede kaynayacağı aşikârdır. Bu olasılık karşısında zamanı azaltmak mümkündür. Isıyı yükseltir isek, kaynama süresi azalacaktır. O halde değişim süresi ve şekli koşullara göre değişkenlik gösterebiliyor. Ancak bu doğanın diyalektiği sınırları içindedir.

         O halde kitlelerin içinde, onlarla birlikte daha ileri gidişin yolu, kitlelerin kendi bulunmuş oldukları düzeyden bir üst düzeye değişerek geçişi olmalıdır. Bu erdemli, sabırlı bir çalışma ve yılmaz bir disiplin gerektirir. İşte oportünistleri korkutan budur. Onlar hemencecik, zahmetsiz olsun derler. Ya da kendi haline bırak yavaş yavaş oluversin derler. Oysa komünist yol tarihi değiştirmektir. Tarihin değişimini sağlayacak doğru eylemlilik içerisinde olmaktır.

         Öte yandan psikolojisini doğru algılamalıyız. Onun ihtiyaçlarını gerçek özlemini doğru yolla göstererek örgütlemeliyiz. Aksi halde kitlelerin karşı tepkisiyle karşılanır ki bu doğal bir reflekstir. Çünkü insanların hepsi aynı bilinç düzeyine sahip değillerdir. Bilinç düzeyi düşük olan kitlelerin kopuşuna neden olur. Bu durum elbette devrimin şiddetlendiği durumlarda daha azalan bir duruma dönüşür. Çünkü eğilimi devrime doğru yönü arttıkça kitlelerin tercihleri kolaylaşır ve devrim saflarına bölük bölük katılım gerçekleşir.

         Bilmeliyiz ki tarihin değişimine katkı sağlayabiliriz. Tarihi değiştirmek elimizdedir. Kitlelerin nabzını tutarak onları her geçen gün bir adım ileri götürerek devrime hizmet etmeliyiz. Devrim bizim mücadelemiz kadar uzaktır. Ne kadar doğru ve etkin bir mücadele yürütürsek o kadar hızlı ulaşırız devrime.

Bursa’dan Bir Özgür Gelecek Okuru

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu