Makaleler

Çanak-çömlekten tencere-tavaya…Bizimkisi bir çapulcu hikayesi…

Gezi Parkı ile ilgili yağma ve talan projesine yönelik tepkinin polis terörü ile bastırılmak istenmesinin ardından 31 Mayıs gününden itibaren bir kıvılcım yandı ülke topraklarında. Gezi Parkı’na giden on binler, yüz binler oldu; İstanbul semtlerinde on binler; ana caddelere, çevreyollarına, E5’lere, karakollara, Kaymakamlıklara yönelerek sistemin can damarlarına dokundular.

Gezi Parkı ile başlayan bu isyan dalgası aynı gün içerisinde Ankara, İzmir, Antakya, Adana vd. illere yayıldı; faşist diktatörlüğün canına tak ettirdiği milyonlar sokaklara çıktı. Mesele artık “3-5 ağaçtan” ya da “çalıdan büyük yeşillikten” çıkmıştı. Taşeronlaşma, Suriye meselesi, Roboski ve Reyhanlı katliamları, cinsiyetçilik ve birçok baskı politika ve uygulamasının yarattığı birikim, öfke patlaması halinde dalga dalga büyüdü.

4 insanın yaşamını yitirdiği, bir kısmının ağır, binlerce kişinin yaralandığı ve gözaltı-tutuklama terörünün yaşandığı bu süreçte başta Başbakan R. T. Erdoğan ile İstanbul Valisi H. Avni Mutlu, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek gibi kodamanlarının yaptığı açıklamalar, bu direniş kadar tarihimize geçecek anekdotlar olacaktır.

Çapulcu musun vay vay, marjinal mi, vandal mı?

“Çok açık net söylüyorum. Biz birkaç çapulcunun o meydana gelip halkımızı yanlış bilgilendirmek suretiyle tahrik etmesine pabuç bırakmayız. […] Taksim’e cami de yapacağız. Herhalde ben bunun iznini gidip de CHP Genel Başkanı’ndan ve bu birkaç tane çapulcudan alacak değilim. Bunun iznini bize oy verenler verdi zaten.” (Başbakan Erdoğan)

“Ancak masum bir olaydan yola çıkarak yeşil duyarlılığı gibi bir olaydan hareket ederek ülkenin büyük şehirlerinin meydanlarını yangın yerine çevirmek, Vandalizm örnekleri ortaya koymak, kamu malına zarar vermek, insanların şahısların malına ve canına zarar vermek ve çevreyi tahrip etmek hiçbir demokrasiyle demokratik hakla izah edilemez. Birçok illegal örgüt, Gezi Parkı olayından acaba biz yelkenlerimizi şişirebilir miyiz gibi göz açıklığa başvurmuştur. İllegal örgütler bunu yapmıştır. Marjinal gruplar ve bazı siyasi partiler bunu yapmıştır.” (AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik)

“Ayyaşın kızı çapulcu” (Melih Gökçek)

“Gezi Parkı’nda bu şekilde provokatörlerle bu çocuklarımızın bir arada olması mümkün değil. Marjinal gruplar çatışmayı sürdürecekse polisimiz görevini yapmak zorunda.” (İçişleri Bakanı Muammer Güler)

“Yine kasıtlı, art niyetli olarak bu tiyatro sahnesinin perdelediği arka plandaki şiddet, vandallık, öfke, nefret gizlenmeye çalışılıyor. Ön tarafta çevre var, samimi gençler var. Arka tarafta ise illegal örgütler var, terör var, şiddet var, yakma var, yıkma var.” (Başbakan Erdoğan)

Çapulcu, marjinal, vandal gibi kelimeler bu sürecin en sık kullanılan kelimeleri oldu. Halkın öfkesini dile getirmesine, eylem yapmasına, polis terörüne karşı çıkmasına verilen bu isimlerin TDK’daki anlamı şöyle:

Çapulcu: (isim) Düzene aykırı davranışlarda bulunan, düzeni bozan, plaçkacı

Marjinal: (sıfat) Aykırı / (isim) matematik Son birim

Vandal: (özel, isim, tarih) Miladın başlangıç yıllarında yaşayan ve Roma İmparatorluğu ile yaptığı savaşlarda acımasızlığı ile ün salan bir Doğu Germen halkı / (özel) Eski kültür ve sanat anıtlarını yakıp yıkan, bunların değerini bilmeyen kimse veya topluluk

“Hepimiz çapulcuyuz”

Görüldüğü üzere aslında kelimeleri yanlışlıkla kullanmıyorlar. Tercih oldukça bilinçli… Sokağa çıkan ve AKP’nin baskı politikalarına karşı çıkan milyonların yaptığı, “düzeni bozmak”, “düzene aykırı davranmak” değil midir? Buradan doğru bakan bir egemen sınıf temsilcisinin sokağa çıkanları “çapulcu” olarak nitelemesi olaya baktığı yer, yani tam da düzenin penceresinde oturmasıyla ilgilidir.

Ancak bahsi geçen “düzen” halkın alın terinin sömürülmesi, kan ve can bedeli hak istemlerinin bastırılması üzerine kurulu olduğuna göre, ezilenlerin cephesinden bakıldığında da bu direniş, yeni ve adaletli bir “düzeni” isteğinin göstergesidir. Direnişçiler bunun farkında oldukları içindir ki, kendileri için söylenen “çapulcu” kelimesini, “direnişçi” olarak algıladılar ve sahiplendiler. Dünya genelinde sayılı internet sözlüklerinden sayılan Vikipedi’de bile çapulcu kelimesi yeni bir anlam kazandı:

“2013 Taksim Gezi Parkı protestolarının hemen ertesinde, 2 Haziran 2013’te Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın protestocuları çapulcu olarak nitelemesi üzerine sözcük politik içerik taşıyan bir anlam kazanmaya başladı ve protestocuların kendilerini nitelemek ve Erdoğan’ın söylemini eleştirmek için kullandıkları metaforik bir ifade halini alıp protestolarda kullanılarak yaygınlaştı.” (http://tr.wikipedia.org/wiki/Çapulcu)

Ancak diğer iki kelime, yani vandal ve marjinal kelimeleri için aynı şey geçerli değil. Vandal kelimesi, (TDK’da “Doğu Germen halkına” atfedilen bir kelime olsa da) özellikle kirli ve haksız savaşlarda emperyalistlerin ve onların uşaklarının işgal ettiği bölgelerin kültürlerini ve tarihlerini yok etmek amacıyla kullanılan bir sözcüktür. Ayrıca savaş ortamı olmasa dahi emperyalist saldırganlıkların olduğu süreçlerde de bu yöntem etkin bir silah olarak kullanılmaya çalışılır.

Daha 29 Nisan günü, herkes Taksim’in 1 Mayıs mitingine açılıp açılmayacağı konusunda gergin bekleyiş içerisinde Başbakan Erdoğan ile sendikaların görüşmesini beklerken, hemen öncesinde Kızılcahamam’da bir açıklama yaparak “Bir çılgın projenin gerçekleşebilmesi için bize hendek atlattılar. 3-4 sene bir projeyi gecikmeli olarak çıkarıyoruz. Niye? Basit çanak çömlek hikayesi bize dört sene kaybettirdi” diyen aynı Erdoğan değil miydi?

Şimdi Gezi’deki eylemcileri “vandallıkla” suçlayan Başbakan Erdoğan’ın tarihi eserler konusundaki icraatları açıkken bu kelimeyi kullanması açıkçası çaresizliğinin bir sonucudur. “Sidik kokuyor”, “yakıp yıkıyorlar”, “çevre katliamı yapıyorlar”, “vandallık” gibi açıklamalarla direnişin meşruluğunu ortadan kaldırma çabası güdüyorlar.

“Marjinaller” bileşti!

Gelelim marjinal meselesine… Bu kelime en çok 11 Haziran günü Taksim Meydanı’na düzenlenen ve ara ara Gezi Parkı’na yönelik taciz saldırılarına da neden olan polis terörünün 24 saatlik bir direnişle karşılandığı gün kullanıldı. Yoksa AKM ve meydandaki Atatürk Heykeli üzerindeki “terör örgütü paçavralarını” temizlemek için başlatıldığı söylenen saldırıda limitsiz gaz, tazyikli su ve plastik merminin kullanılması, sayısız yaralı ve gözaltının olması, Gezi Parkı’na girilmeyeceğine dair söz verilmesine rağmen defalarca buraya da giriş yapılıp buranın gaza boğulması başka türlü nasıl açıklanabilirdi ki?

“Marjinal gruplar”; “provoke ediyor”, “taş atıyor”, “polise saldırıyor”, “Gezi Parkı’na sığınıyor”, “onlara prim vermeyin” gibi açıklamalar en çok o gün kullanıldı ve direniş Taksim Meydan ve Gezi Park olarak ikiye ayrılmak istendi. Ancak bu çaba da boşa çıktı ve gün boyu çatışan devrimcilere (devlet sözcülerinin tabiri ile “marjinallere”), gece Harbiye’ye inen ve İstiklal’den Cihangir’e kadar sokakları tutan on binler çatışarak destek verdi. Çünkü gerçekte egemenlerin kendi bakış açılarına göre “marjinalliğin” kapladığı alan halktan, milyonlardan oluşmaktadır.

Ancak devletin dört elle sarıldığı “marjinal” kavramı direniş boyunca kullanılan bir kavram oldu. Devletin bu kavramı kullanmasındaki esas niyeti, elbette anlık bir etki elde etmek değildir. Özellikle 1990’lar sonrasında devrimcilerle halk arasındaki organik bağın zayıflaması ve kopması için sıklıkla kullanılan ve halkta da ciddi yankısını bulan bu kavramın bu süreçte de belli kesimleri etkileme olasılığı hala mevcuttur. Burada hem devletin bu politikalarını boşa çıkarmak hem de direnişten öğrenmek ve kitlelerle bağımızı geliştirip direnişi büyütmek devrimcilerin, bizlerin omzunda olan bir yükümlülüktür.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu