Yorum

CHP demokratik siyaset yapabilir mi?

2014 yılının Ekim ayındaki MGK toplantısında karar altına alındığı ortaya çıkan “Çökertme Planı” farklı hamlelerle sürdürülmeye çalışılıyor. Plan, askeri-ekonomik-politik-ideolojik her açıdan bütünlüklü bir şekilde, devletin bütün organları ve partilerince uygulanmaya çalışılıyor. Bunun son halkalarından biri de HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yönelik anayasa değişikliğidir.

AKP ve MHP’nin bu konudaki tavrı en baştan itibaren açık bir şekilde HDP’lilerin dokunulmazlığının kaldırılması şeklindeyken, her ikisinin toplam milletvekili sayısının anayasayı değiştirmeye yetmemesi nedeniyle gözler CHP’ye dönmüştü. Nihayet CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu katıldığı bir televizyon programında tavrını şu sözlerle açıkladı: “Biz dokunulmazlık teklifine AKP’nin gerçek yüzün ortaya çıkarmak için ‘evet’ diyeceğiz… Anayasaya aykırı düzenleme geliyor, buna rağmen ‘evet’ diyeceğiz. Neden diyeceğiz? Gerekçesi AK Partililerin yüzlerini ortaya çıkarmak. Biz ‘hayır’ desek, ‘vay HDP’lileri destekliyorlar’ diyecekler.” (14.04.2016, Hürriyet)

CHP Başkanının bu fikir yürütmesi; CHP’nin tarihini, Türk devletindeki kurucu rolünü bilenler için şaşırtıcı olmamıştır/olmamalıdır. Fakat bu net açıklamayla birlikte şaşıranların da olduğunu görüyoruz. 93 yıllık tarihindeki pratikleriyle bunu defaten çürütmesine karşın bazı sol ve demokratik çevrelerde “CHP’nin ileri çekilebileceği, demokratikleştirilebileceği, Türkiye’nin demokratikleşmesinde rol oynayabileceği” algısı bir türlü köklü bir şekilde yıkılamıyor.

Elbette ki, bunun temel nedeni, Türk devletinin temel niteliklerinin kavranmaması kadar, burjuvazi eliyle halen demokratikleşme olabileceğinin savunulması, egemen sınıfların bazı kesimleriyle liberal demokrasi ekseninde olsa bile buluşabileceğinin düşünülmesidir. Kürt sorunundan Aleviliğe, cinsiyet sorunundan işçi ve emekçilerin mücadelesine kadar, özellikle son yıllarda artan şekilde CHP’nin bu konularla “ilgilendiğini” ve bunun da bazı kesimleri çeşitli içi boş hayallere sürükleyebileceğini görüyoruz.

 

Görüntü ve özün birbirine karıştırılması

CHP, laiklik savunusu nedeniyle Alevilerin en çok oy verdiği parti durumundadır. Oysa ki Alevi katliamlarının çoğu, CHP’nin (CHP kökenli partilerin) iktidarda olduğu dönemlerde olmuştur. 93 yıllık (dikkat edin sadece AKP tarihi değildir bu) TC tarihinde cemevlerinin yasal bir statüye kavuşturulmaması dahi Alevilere yönelik politikanın sadece AKP ile sınırlı olmadığını CHP’nin kurucu unsuru olduğu devlet politikası olduğunu göstermeye yetmektedir. CHP’nin laiklik savunusunun, dinin devletin kontrolü altına girmesi olduğu ayan beyan ortada olmasına rağmen; Alevilerin en çok oy verdiği parti durumunu koruması devletin kutuplaştırma politikasının sonuçlarından biridir. “Ya laiklik ya şeriat” ikilemini, halkı farklı inançlar ekseninde bölmek ve emekçilerin öfkesi önünde bir dalgakıran rolü oynamak için sonuna kadar ustaca kullanmıştır. 

Bunun son örneklerinden birini bu yıl 1 Mayıs’ın kutlanma yeri tartışmalarında yaşadık. Çeşitli işçi sendikaları ve sol örgütler 1 Mayıs’ın nerede kutlanacağına dair henüz bir açıklama yapmamışken CHP İstanbul İl Başkanı Cemal Canpolat’ın sözleri Cumhuriyet gazetesinde sürmanşetten şu şekilde veriliyordu: “Canpolat, 1 Mayıs için Taksim’i takıntı haline getirmemek gerektiğini belirtti, ‘neresi gösterilirse orada 1 milyon kişiyle buluşalım’ dedi.” (10 Nisan 2016, Cumhuriyet)

Taksim’de 1 Mayıs’ı kutlamayı savunmayı, “takıntı” olarak niteleyen Canpolat, işçi ve emekçilerin sadece tarihlerine sahip çıkmalarını değil aynı zamanda yaşadıkları kente sahip çıkmalarını; neo-liberal politikalar ekseninde geliştirilen meydanların, parkların sermaye gruplarına peşkeş çekilmesine karşı çıkmalarını da takıntı olarak nidelendirmiş oluyor. Hem de bir burjuva parti olarak; işçi sınıfının birlik-mücadele-dayanışma gününden bahsederken çoğul ifadeyle “buluşalım” , “kutlayalım” diyerek emekçilerin safındaymış gibi aldatıcı, ikiyüzlü bir dil kullanmaktadır.

Cumhuriyet gazetesinde aynı haber içerisinde, CHP’nin kadınlar içinde çalışmasını yoğunlaştıracağını, 8 Mart’ta sadece İstanbul’da 7 bin kadının üyelik başvurusu yaptığını öğreniyoruz. Yani son yıllarda özellikle AKP’nin artan cinsiyetçi politikaları karşısında kadınların kabaran öfkesini de kendisine yedeklemeyi amaçladığını görüyoruz.

İşte CHP’nin Kürt sorununda Türkiye Kürdistanı’na heyetler göndermesi, bazı milletvekillerinin ve özellikle gençlik kollarının, Kürt sorununa dair “demokratik ifadeler” kullanmaları, bazen meclise gelen işçi ve emekçi karşıtı yasalara karşı çıkmaları, Alevi ve kadın milletvekili sayısını artırmaları gibi nedenlerle CHP’ye dair yanılsamalar sürmekte ve siyaseti, bununla da birlikte Türkiye’yi demokratikleştirebileceği veya en azından demokratik cephede sayılabileceği iddia edilebilmektedir. CHP’nin Türk devletini kuran, faşizmin mimarlarından olduğu dönemin geride kaldığı ve değiştiği/değişmeye de devam edebileceği düşünülmektedir.

Elbette ki CHP’nin 93 yıl önceki CHP ile aynı olduğunu kimse iddia edemez. Türkiye’de başta Kürt ulusunun mücadelesi olmak üzere birçok ekonomik-askeri-politik nedenden dolayı, ideolojik harcı olan Kemalizm’de çatlaklar oluşmuşken CHP’nin aynı kalacağını söylemek gerçeğe gözlerini kapatmak anlamına gelir. Fakat CHP’nin bu değişiminde, bir parçası olduğu faşist devletin özünden uzaklaştırma olduğunu varsaymak da körlüktür! Egemen sınıfların sözcüsü olan partilerde böylesi yeniden dizayn işleminin sonucunda emekçi sınıflar, ezilen uluslar lehine değişim olmayacağı ortadadır.

Kürt sorununun askeri yöntemle, baskı ve şiddetle çözülemeyeceği görüldüğünde AKP eliyle “çözüm süreci” başlatıldı. Amaçlanan PKK’yi bu sefer “diplomasi” yoluyla tasfiye etmekti. Fakat bu süreç aynı zamanda Kürt meselesinde Kürtlerin temsilcisiyle birlikte tanınması gerçeğini ortaya çıkarmıştır. CHP bir taraftan bu gerçeklikle -kendi tabanını tutabilmek için- ilişkilenirken diğer taraftan “terörist başıyla görüşülmez” sözlerini dilinden düşürmemiştir. AKP’nin, o süreçte İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan’la mutabakata vardıkları açıklanan çeşitli adımları atmamasını MHP’den fazla CHP ile gerekçelendirebilmiştir. Benzer bir durum 7 Haziran seçimleri sonrasında başlatılan topyekûn savaş sürecinde de yaşanmıştır. Hükümet kurma görüşmelerinin uzatılıp 1 Kasım’a gitme sürecinde AKP’nin oyununda baş rolü oynayan CHP oldu.

Tüm bu gerçeklere rağmen egemen sınıf partisi CHP’nin demokratik siyasete çekilebileceği savını savunmak en hafif deyimle gerçeğe gözlerini kapatmaktır. Bazı kesimler CHP içindeki bazı “demokrat”, “sol” kişilerin etkisiyle ileriye doğru adım atabileceğini veya belki yeni bir hareket çıkarılabileceğini savunabilmektedir. Fakat bu ham hayaldir. Egemen sınıfın partisinin bölünmesi, sadece yeni bir egemen sınıf partisi oluşumunu getirir, o kadar.

Tıpkı daha önce ortaya çıkan SHP ve DSP gibi… Şunu da belirtelim ki, CHP’nin demokratik cepheye çekilmesi uğraşlarını egemen sınıflar arasındaki çelişkiyi boyutlandırmak için önemli bulanlar da yanılıyor. CHP’nin rolü, yukarıda da örneklendirdiğimiz gibi her zaman devletin bekaasını sağlamak için, emekçilerin, Alevilerin ve Kürtlerin yanındaymış gibi görünüp; onların devletle bağını güçlendirmektir. Yani CHP aracılığıyla devletin içindeki çatlakları büyütmekten ziyade devlet CHP eliyle ezilenleri bölmede, kutuplaştırmada yol almaktadır.

Dokunulmazlıkların kaldırılması için yapılacak anayasa değişikliğinde CHP’nin takındığı tutum ve buna dair açıklaması tüm yazdıklarımızı onaylar niteliktedir. “HDP’nin yanındaymış gibi görünmemek için” “evet” diyeceğini açıklıyor CHP. Bu, Kürt fobisinin boyutunu göstermektedir. Karşıtı olduğunu söylediği AKP’yi boşa çıkarmak için(!) AKP’nin yanında durarak HDP’lilerin “adil Türk yargısınca” yargılanmalarının önü açılıyor yani. Şunu da hemen belirtelim ki; AKP ve CHP’nin bu konuda günler öncesinden uzlaştıkları haberleri ortaya çıkmış durumdadır.

Sonuç olarak; 93 yıldır çeşitli biçimlere bürünerek devam eden CHP’nin demokratik siyasete çekilebileceği düşüncesinden net olarak kopulmalıdır. Kürt hareketinin örgütlü gücü nedeniyle CHP, Kürtler arasında etkin bir rol oynayamasa da Alevilerin, işçi ve emekçilerin, gençlerin arasında faşist devletin temellerini sağlamlaştıracak şekilde etkili olabilmektedir. Bu etkinin ardındaki gerçekleri görmek için, düzen partilerinin sözlerine değil icraatlarına kabaca bakmak dahi yeterlidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu