GüncelManşet

Tarihi ve halkı kahramanlar değil, kahramanları tarih ve halk yaratır: Minbîç Kuşatması ve Ebû Leyla

Yığınların bir kalabalık olduğunu, tarihi ancak kahramanların yaptığını ve kalabalığı kahramanların halka dönüştürdüğünü söyleyen Narodniklere Marksistlerin yanıtı şuydu: Tarihi kahramanlar yapmaz, tam tersine, kahramanları tarih yapar. Dolayısıyla, halkı yaratan kahramanlar değil, kahramanları yaratan ve tarihi ilerleten, halktır.”*

Tarihin yazıldığı bir mekan… Rojava…

Rojava’nın inşası, DAİŞ ve TC tehdidinden korunması başta olmak üzere emperyalist-kapitalist sistemin tüm aygıtları ile tetikte beklenmesi hiç de öyle kolay bir süreç değildi, hala da değil. Emperyalist-kapitalist ülkelerin iştahını uzun yıllardır kabartan Ortadoğu toprakları ve buradaki paylaşım savaşı milyonlarca insanı göçe zorladı, zulmetti, katletti. Ortadoğu’nun yer altı ve yer üstü zenginliklerinden yararlanmak isteyenler, bölgede çeşitli bahanelerle savaş tamtamlarını çalarlarken insanları ya katlederek ya da göçe zorlayıp insanlardan ucuz iş gücü olarak yararlanarak var olan sistemi güçlendirmek için ellerinden geleni yaptılar-yapıyorlar. Son olarak bu savaş tamtamları Suriye’de çalındı. Ancak emperyalistlerin işleri bu defa o kadar da kolay olmadı. DAİŞ çeteleri eliyle bölgeye saldıranların karşısında, iradelerini teslim etmemek üzere YPG/YPJ öncülüğünde direnen bir halk vardı. Rojava’da özyönetim ilan ederek emperyalistlerin bölge üzerindeki politikalarına karşı bir alternatif oluşturanlar, ezilenlerin karanlığa mahkum olmadıklarını hatırlattılar, hatırlatmaya devam ediyorlar.

Ancak sisteme alternatif olmak, ona teslim olmayarak irade ortaya koymak tarih boyunca kolay olmadı.  Binlerce şehit verildi bu süreçte… Şengal’den Kobanê’ye, Tel Abyad’a, Rakka’ya…  DAİŞ çetelerinin Şengal’de Ezidilere yönelik katliam ve zulmü direnişle karşılaşırken ve ağır bir yenilgiye mahkum olurken, aylar süren Kobanê direnişi ile TC’nin “Kobanê düştü-düşecek” naralarına rağmen gelen zafer, ezilenlerin “Biz kazanacağız” iddiasını güçlendirdi. Tel Abyad bölgede stratejik bir noktada duruyordu ve TC’nin DAİŞ çetelerine lojistik destek sunduğu bu alan özgürleştirilirken TC’nin “kırmızı çizgi”leri kırılmaya başlamıştı bile. Ve Rakka… DAİŞ çetelerinin İslam Devleti’nin başkenti olarak adlandırdığı Rakka bugün QSD güçleri tarafından kuşatma altında. Bu hamle kapsamında Minbîç’e giren QSD güçleri bölgeyi özgürleştirmek üzere ilerlemeye devam ediyorlar.

Her direniş kendi kahramanlarını doğuruyor

Her bir direniş ise kendi kahramanlarını doğuruyor. Tıpkı Arin Mirxan’ın Kobanê’nin özgürlüğü için bedenini DAİŞ çetelerine karşı siper etmesi gibi… Tıpkı Paramaz, Sarya, Rasih Kurtuluş, Alişer Dersim, Mazlum Aktaş, Avaşin Tekoşin Güneş, Tamer Arda ve niceleri gibi…

Onlardan biri de Minbîç’i Kurtarma Operasyonu’nda ölümsüzleşen Askeri Meclisi Üyesi ve Şems El-Şimal Taburu (Kuzey’in Güneşi) komutanı Faysal Ebû Leyla’ydı. Kobanê’nin özgürleşmesinde önemli rol oynayan, Miştenur kapısı direnişine de katılan Ebû Leyla, Kobanê Zaferi ile Kobanê’nin adını bile bilmeyen insanlara Kobanê’yi gösterenlerdendi. Kendisinin de dediği gibi, artık bu büyük zafer sayesinde Kobanê’nin adını bile bilmeyen insanlar “Şam nerede” diye sorulsa, “Şam, Kobanê’nin güneyindedir” cevabını verdiren bir direnişin öncülerindendi. O, ismini kızından almıştı. Erkek egemen anlayışın, erkeği kutsadığı, onu iktidar ettiği yüzyıllardır varlığını sürdüren ataerkiye karşı, kızının babası olmaktan duyduğu gururu isminde taşımıştı. Sistemin dayattığı “ben”e karşı “biz”i savunan; sadece kendisi ve kendi çocuğu için yaşamayı değil, dünyanın tüm çocukları için yaşamayı ve savaşmayı seçen Ebû Leyla, kızı Leyla’ya yazdığı mektupta bunu şu şekilde ifade ediyordu: “Sevgili Leylam’a… Bu bizim savunma görevimizi nasıl yaptığımızdır, sen ve senin gibi çocukların geleceği için çalışmak ve savaşmak. Umuyorum ki sen büyüdüğün vakit babalarımız ve dedelerimiz bizim için hiçbir şey yapmadı diye bizi suçlamazsın. İçinden geçtiğimiz bütün riske ve tehlikeye rağmen, senin için ve senin gibi çocuklar için daha güzel bir gelecek için savaştım. Sevgili ülkem, Suriye’ye özgürlük gelene kadar bu devrime devam edeceğimiz gibi. Seni çok özledim, benim canım Leylam. Yaşasam da şehit de olsam eminim babanla gurur duyacaksın. Öpüyorum baban Ebû Leyla, Kobanê.”

İki Leyla…

Ebû Leyla’nın bu mektubu ile yine bir Leyla olan, dünya üzerindeki tüm çocuklara sömürüsüz, özgür bir dünya bırakmak için Proletarya Partisi saflarında savaşarak ölümsüzleşen 2 çocuk annesi Leyla Karataş’ın mektubunu hatırlatıyor. “(… )Çocuklarımı çok seviyorum. Onlardan ayrılmak pahasına bu kararı vermem elbette ki kolay olmadı. Buraya gelmeyi kendim talep etmiştim yoldaşlardan. Bu kararımı verene kadar sancılar çektim belki, ama biliyorum ki, daha aktif bir şekilde mücadelenin içine atılmamla en başta onlar ve tüm halkımızın çocukları için savaşmış oluyorum. Onlara güzel ve özgür bir gelecek bırakmak için savaşıyoruz. Bu ülkede analar her gün ‘Bugün çocuklarımın önüne ne koyacağım’ diye düşünüyorsa; bugün çocuklar çöplerden ekmek topluyorsa; bugün çocuklar gözleri önünde analarının öldürülüşüne tanıklık ediyorsa; bugün çocuklar, devletin yargısız infazlarının kurbanı olacak hale gelmişse… Sadece kendi çocuklarımı düşünme bencilliğine nasıl düşebilirim? Yarın, öbür gün büyüdüklerinde bu tavrımdan dolayı anneleriyle gurur duyacaklarına, her zaman başları dik gezeceklerine inanıyorum (…)”

Leyla Karataş’tan Ebû Leyla’ya, sömürüsüz ve özgür bir gelecek için sistemin dayattığı burjuva yaşamı bir kenara atarak çocuğu için değil, dünyanın tüm çocukları için direnmeyi ve savaşmayı seçenler, savaşın hep ön saflarındaydılar. Açlığın, katliamın, zulmün kol gezdiği bir dünyada biri faşist TC devletine karşı savaşarak ölümsüzleşirken diğeri DAİŞ çetelerine karşı verdiği savaşta sonsuzluğa uğurlandı. Onların tüm dünya çocuklarına bırakmak için yaşamlarıyla ödedikleri bedel, kuşkusuz ki karşılıksız kalmayacak; özgür ve sömürüsüz bir yaşam ile taçlandırılacak.

* Bolşevik Partisi Tarihi,

Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Sayfa 23

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu