GüncelMakaleler

Tutsak Partizan | Pandemi fırsatçılığının en büyük keyfiyeti hapishaneler

"Dışarıda “normalleşme” adı altında belli düzenlemeler sermaye lehine yapılırken, bizdeki bu durumun ne zaman sona ereceği konusunda herhangi bir bilgi de verilmiyor"

Uzun bir süredir dünyayı ve yaşadığımız coğrafyayı etkisi altına alan koronalı günlerden geçiyoruz.

Birçok ülkede olduğu gibi TC’de de bu salgına ekonomik ve siyasi anlamda kriz yaşadığı bir dönemde yakalandı. Bu da var olan krizi daha da derinleştirecek gibi görünüyor.

Yani memleketin siyasi iklimi kışı andıracak gibi duruyor.

Şunu baştan belirteyim her ne kadar memleketin siyasi iklimi kış mevsimini andırsa da, her zaman bahar tadında, coşkusunda yaşamak gerekiyor. Bu tablo hep böyle kalmaz insanın bir özelliği de iyi ve güzel olanı aramaktır. Onun için umutlu olmak, umutla yaşamak temel felsefemiz olmalıdır. Tabii sorumluluklarımızı yerine getirmek koşuluyla.

Evet, bahar tadında yaşamak dedim, hele bir de aylardan Mayıs ise… Mayıs ayının kızıllığı ve coşkusu ile başta Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya olmak üzere tüm yitirdiklerimizin anıları ve mücadeleleri önünde saygıyla eğiliyorum.

Daha öncesinde yazdıklarımda da paylaştığım gibi bulunduğumuz hapishanede çeşitli uyduruk gerekçe ve bahanelerle devrimci ve sosyalist yayınlar bize verilmiyor. Dolayısıyla gündemi ve güncel gelişmeleri sınırlı sayıda burjuva gazete, televizyon ve ara ara verilen Evrensel Gazetesi’nden takip etmeye çalışıyoruz.

Dünyada ve yaşadığımız coğrafyada gündem (Koronavirüs, Suriye, Libya ve Akdeniz gibi) bir hayli yoğun. Bu gündemler görsel ve yazılı medyada dönem dönem biri diğerine göre daha fazla konuşulur tartışılır olsa da, içinde bulunduğumuz bugünlerde Covid-19 salgın hastalığı bu gündemin birinci sırasını meşgul etmiş durumda.

Buna sebep olan birçok neden olmakla birlikte esasen emperyalist-kapitalist sistemin bu virüs karşısındaki çaresizliği ve bununla mücadele adı altında aldığı-alamadığı önlemler ve açıkladığı ekonomik paketlerdir. Burada mesele alınan önlemlerin kimin için alındığı veya halk sağlığının ne kadar öncelendiği meselesidir.

Nihayetinde geldiğimiz aşamada salgın hastalığın başladığı tarihten günümüze salgına yakalananların sayısı milyonlarla ifade edilirken, salgın hastalıktan dolayı yaşamını yitirenlerin sayısı 100 binlere ulaşmıştır. Yaşanan bu tablo karşısında birçok ülkede olduğu gibi yaşadığımız coğrafyada da, salgın hastalıkla mücadele konusunda bir dizi “önlem” alınmış ve birçok “ekonomik paket” açıklanmıştır.

Alınan “önlem” veya açıklanan “paketlerin” içeriğine baktığımızda tamamı sermaye ve patronların yararına ve onları bu yaşanan krizden kurtarmaya yönelik olduğu kuşku götürmez bir gerçektir.

Şöyle ki “Evdekal” çağrıları yapılıyor, fakat işe gitmeyen işçi ya işten atılıyor ya da işten atılmakla tehdit ediliyor. Hafta içi virüs izinli imiş gibi işçi ve emekçileri çalıştırıp, hafta sonu sokağa çıkma yasağı uyguluyorlar. Patronlara faizsiz krediler verilirken, halka “biz bize yeteriz” kampanyası çerçevesinde IBAN numaraları göndererek yardım talebinde bulunuyorlar. Bu arada da yedi düvele yardım gönderdik naraları atıyorlar.

Dolayısıyla başta belirttiğim gibi bu gündemler zaman zaman yer değiştirirse de değişmeyen tek şeyin bunun faturasının hep işçi sınıfına, emekçilere ve geniş halk yığınlarına çıkartıldığıdır. Birçok meselede olduğu gibi salgın döneminde de böyle olmuştur. Nitekim egemenler ve iktidar sözcüleri bunu açıktan beyan etmektedirler. Doğrusu bu sistemden de farklı bir yaklaşım beklemek abes olur. Çünkü birçok olayda olduğu gibi yaşanan bu salgın hastalıktan da direkt veya dolaylı yollarla emperyalist-kapitalist sistem sorumludur.

Onun aşırı kar uğruna uyguladığı neo-liberal politikalarla çevre ve doğa üzerinde yarattığı tahribattan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle bugün salgın hastalıkla mücadele adı altında açıkladıkları “paketler” veya sundukları “çözüm” önerileri ile içinde bulundukları krizden çıkmak ve sistemlerini yeniden restore etme derdindeler.

Daha öncesinde olduğu gibi, yaşanan bu salgında da halk sağlığı noktasında bir kaygılarının veya endişelerinin olmadığı açıktır. Bu arada AKP ise 15 Temmuz darbe girişimini “Allah’ın bir lütfu” saydığı gibi bu salgını da “Allah’ın bir lütfu” saymış, MHP’yle olan ittifakını sürdürebilmesi için bir dizi yasa ve uygulamaları hayata geçirmiştir.

HDP’li birçok belediye başkanını görevden almış ve yerlerine kayyum atamış, infaz yasası mecliste yasalaştırılarak tacizci, tecavüzcü katil ve uyuşturucu baronlarının tahliyesi sağlanmıştır. Keza bu uygulamaları ve aldıkları kararları veya politikalarını eleştiren az sayıdaki meslek örgütlerini de (Barolar, TMMOB, TTB vb.) tehdit ederek seçim sistemlerini değiştirmek üzere bir “yasal” düzenlemenin yapılması ve böylece onları da etkisiz kılıp kendi iktidarının arka bahçesi yapmanın peşindedir.

Bütün bu yapılanlar şunu gösteriyor ki salgının ne zaman sona ereceği bilinmese de işçi sınıfına, emekçilere ve geniş halk yığınlarına yönelik baskı, saldırı ve hak gasplarının daha da artarak devam edeceğinin bilinmesidir.

Sonuç olarak yaşadığımız coğrafyada sistemin daha öncesinde var olan ekonomik ve siyasal krizi yaşanan bu salgın hastalık ile iyice derinleşmiştir. Keza sistemin kırılganlığı ve ekonomik politikalarının toplumda yarattığı aldatmacayı ve insanlık ile doğa düşmanı karakterini bir daha ortaya çıkarmıştır.

Dolayısıyla gün egemenlerin ve iktidarlarının bu krizini daha da derinleştirip, adaletsizliğin ve sermaye yararına çalışan bir mekanizmanın hakim olduğu bu sistem yerine, işçi sınıfının emekçilerin ve geniş halk yığınlarının yararına yeni bir sistem inşa etme günüdür. Bunun çözüm anahtarı MLM bilimidir. Onun rehberliğinde kitlelerle buluşmak ve kitlelerle birlikte mücadele etmek gerekliliği daha fazla hissedilmektedir. Gelinen aşamada mütevazi adımlar atsak da mevcut tabloya baktığımızda bu adımların yetmediği ve daha fazlasına ihtiyaç olduğunu görmekteyiz. Keza şu anda kitlelerin içinde bulunduğu durumu da yok saymıyorum.

Tabii dışarıda yaşanan bu hak gaspları ve uygulamalardan hapishanede olan bizler de muaf tutulmadık. Salgının başladığı ilk andan itibaren açık-kapalı görüşlerimiz iptal edildi. Daha öncesinde ayda bir çıkarıldığımız berbere çıkarılmıyoruz. İç etkinlikler dediğimiz spor ve sohbete çıkarılmıyoruz. Zaten kota uygulanan ve hücremizde sınırlı (7 adet) sayıda bulundurabildiğimiz kişisel kitaplarımızın değişimi salgın bahane edilerek yapılmıyor. Dışarıda “normalleşme” adı altında belli düzenlemeler sermaye lehine yapılırken, bizdeki bu durumun ne zaman sona ereceği konusunda herhangi bir bilgi de verilmiyor.

Elazığ’dan Tutsak Partizan

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu