Yorum

Çok şükür ki adımız YORGO değil!

“Gece telefon gelmişti ‘Anneannemi kaybettik’ diye. Sabah bütün aile cenaze namazında buluştu. Cami avlusunun en kuytu köşesine sinmiş kadınlar öyle çaresiz bekleşiyor, yeni gelenlerle sarılıp ağlaşıyordu. Musalla taşının önüne toplanmış erkek kalabalığından biri hızla yanlarına gelip telaşla sordu:

‘Seher teyzenin annesiyle babasının adı nedir?’ Soruyu yanıtlamadı kadınlar. Sessizliği teyzesi Zehra bozdu: ‘Babasının adı Hüseyin, annesinin adı Esma.’

Soruyu soran adam, bu ketum kadın kalabalığından beklediği cevabı almanın rahatlığıyla musalla taşının önünde biriken erkeklere yönelmişken, yüreğinden kopup gelen sözler sessizliği yırttı:

‘Ama bu doğru değil!.. Onun annesinin adı Esma değil, İsguhi. Babası da Hüseyin değil, Hovannes!..’

Cami avlusunun en köşesinde bekleşen kadınların hepsi ağlamaya başladı. Gerçekten de onun annesinin adı Esma, babasının adı Hüseyin olmadığı gibi kendi adı da Seher değil, Heranuş’tu…”

Bu satırlar; 2006 19 Ocak’ında AGOS’un sokağında hain bir kurşunla sırtından vurularak öldürülen Ermeni gazeteci-yazar Hrant Dink’in Avukatı Fethiye Çetin’in “Anneannem” isimli kitabından bir alıntıdır. Öylesine derin bir yaradır ki Heranuş’taki, yüz yıl bile geçse üstünden ne acısı dinmiştir yüreklerdeki ne de dillerdeki suskunluk bozulmuştur.

Geçtiğimiz günlerde (2-3-4 Kasım) tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen “Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler Konferansı”nda bir kez daha bu gerçeklik anlatılmaya, bu yara iyileştirilmek üzere yeniden deşilmeye başlandı. Torunlar konuştu, torunlar anlattı. Oradan çıktığında kendisini Türk ve hatta Kürt olarak ifade edenler bile kendi kendisine bir sorgulama sürecine girmiş gibiydi. “Acaba ben Türk/Kürt olmayabilir miyim?”, “Benim büyük annem ile ilgili de bir takım söylentiler vardı, gerçek miydi onlar?”, “Ben de Müslümanlaştırılmış, Türkleştirilmiş olabilir miyim?”

Bu sorulara verilen cevabın çok bir önemi yokmuş gibi gelebilir; ama tam da burada verilen cevaplar; kendinden başlayarak bir toplumsal gerçekliğe dair uyanış, sorgulama içerdiği için oldukça değerli. KAMER’in kurucusu, yıllar sonra Ermeni olduklarını keşfeden ve bunu anlatan Nebahat Akkoç’u dinleyen yeğeninin, o konuşmanın ardından Akkoç’a sarılarak “Şimdi oldu. Taşlar yerine oturdu” demesi gibi hem insan hayatı açısından hem de toplumsal hafıza anlamında. Hele de kuruluşunu; yalnızca Ermenilerin değil; Süryani, Rum, Yezidi, Keldani, Kürt vd.’nin katliama, soykırıma, asimile edilmesine borçlu olan TC gibi bir ülkede yaşıyor ve mücadele veriyorsak; bu toplumsal hafızayı oluşturmak, katkıda bulunmak, yorumlamak kaçınılmazdır.

 

Adınız Ahmet ise mutluluk sizin hakkınız!

TC’nin kurucusu Mustafa Kemal, ölümünün 75. yılını geride bıraktığımız şu günlerde bile hala bize bir şeyleri “miras bırakmaya” devam ediyor. Sanki şimdiye kadar bıraktığı en kurumsal “miras” olan katliamcı zihniyet Kemalizm’den çektiğimiz yetmemiş gibi! Bu kez bize 2 tane “nurtopu” gibi tartışma “miras” kaldı. İlki, 10 Kasım’da Anıtkabir’in yolunu tutan 1.5 milyon kişi bir diğeri de Yorgolar ve Dimitriler…

Gezi İsyanı idi, AKP’nin yaşam tarzına yönelik korkutucu derecede artan müdahalesi idi, “tek adam” kültü idi vs… Anıtkabir tartışmasını bir yerlere koyduğumuzda; elimizde kalan Yorgo ve Dimitrileri neresinden tutalım diye düşündük. Yorgo ve Dimitri olmamanın ne kadar “sevindirici” bir durum olduğundan mı!? Ülkemizde artık Yorgo ve Dimitrilerin azaldığından/daha doğrusu azaltıldığından mı!? Var olanların Türk-Müslüman isimleri taşımak zorunda kalmasından mı!? Hasan, Hüseyin, Ahmet ismini taşımaktan duyduğumuz “mutluluğu” mu sizinle paylaşalım!?

En iyisi baştan başlayalım:

TC’nin kurucu partisi CHP’nin Grup Başkanvekili Muharrem İnce, 10 Kasım’da Mustafa Kemal’in ölüm yıldönümü nedeniyle Eminönü Yeni Camii’nde okutulan mevlit sonrası yaptığı açıklamada “Atatürk olmasaydı, bu ülkenin kurtarıcısı olmasaydı, bugün hareket edenlere şunu söylüyorum; adınız Ahmet, Hasan, Hüseyin olmazdı. Adınız Dimitri olurdu, Yorgo olurdu. Bunları doğru bilmeleri lazım” dedi.

İnce’nin camide huşuya gelip sarf ettiği bu cümleler elbette şaşırtıcı değil. Çünkü İnce de; eni sonu, kuruluşunu Türk ve Müslüman olmayanların dökülen kanına borçlu olan bir zihniyetin temsilcisi/politikacısı/uygulayıcısı olan CHP’nin günümüz temsilcilerinden Bu kadarcık cümleyi ona çok görmemek gerek. Hem öyle bir ülkede yaşıyoruz ki; Ermeni, Rum, Süryani, Keldanilere laf etmenin; ülkedeki her hareketliliği, her muhalefeti “terör” olarak yaftalayıp, bunu da azınlıkların “oyunları” olarak atfetmenin modası hiç geçmiyor.

Bu durumun en son yaşanan örneklerinden Gezi İsyanı sırasında Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Bölüm Başkanı ve İstanbul Büyükşehir Danışmanı olan “Profesör” Ahmet Atan’ın “Yahudi, Ermeni ve Rum’sanız Gezi eylemlerinde aktif rol almanızı anlayışla karşılıyorum. Lütfen soyunuzu araştırın” tweetini unutmayalım. Ayrıca “kızlı-erkekli” öğrenci evleri tartışması sırasında AKP’li Hüseyin Çelik’in “Biz muhafazakar ve demokrat bir partiyiz. Bizim demokratlığımız başka insanların hayatlarına saygılı olmayı gerektirir. Demokrasi çoğulculuğu emreder. Ben tercihimi Müslüman olmaktan yana koymuşum ben Hıristiyanlığı da Museviliği de tasvip etmiyorum” cümleleri de bu ülkede Türk ve Müslüman olmamanın ne denli zor olduğunu gösteriyor.

 

Dimitri konuşacak, Heranuş haykıracak!

Gerçeği “çok şükür ki adımız Yorgo değil” edasında ifade eden İnce; aslında 1919 ile 1923 yılları arasında Mustafa Kemal öncülüğünde aralarında adları Dimitri ve Yorgo olanların da bulunduğu 353 bin Pontus Rum’unun soykırımına uğratıldığını söylemiş oluyor bir yandan da…

Aynı zamanda 1923 yılından itibaren Karadeniz’de yaşayan ve aralarında adları Dimitri ve Yorgo olanların da bulunduğu 1 milyon 250 bin Pontus Rumu’nun “mübadele” ile sürgün edildiğini ve halen ülkede yaşamakta olan, aralarında dedelerinin adları Dimitri ve Yorgo olanların da bulunduğu yüz binlerce insanın artık “Türk” isimleri taşımak zorunda kaldığını da…

İnce’ye en güzel cevap yine Yorgo’dan (Galata Rum Okulu Vakfı’nda yöneticilik yapan Yorgo Demir) geliyor. “Ne ironidir ki, İnce’nin bahsettiği bu coğrafyada her zaman var olan Dimitri ve Yorgo’lar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında özellikle Pontus’ta (Trabzon ve çevresi) hayatları tehdit altındayken; Hasan, Hüseyin isimlerini almak zorunda kalıp asimile olmuş ya da katledilmek suretiyle bu coğrafyadaki varlıkları tamamen silinmiştir. Tıpkı Ermenilere Anadolu’da, Yahudilere Trakya’da ve diğer Müslüman/gayrimüslim başka halklara günümüze kadar uzanan süreçte reva görülen mezalim gibi.” (12 Kasım, 2013, Agos)

CHP, TC’nin kuruluş yıllarında “Türk” dışındaki diğer ulus ve azınlıklara yönelik gerçekleştirilen katliam, soykırım, asimilasyon sürecinde tek başına yıllarca iktidardaydı. Bizzat bu katliamların sorumlusu olarak tarihe geçen CHP; bugün “Dersimli” Kemal Kılıçdaroğlu, Hüseyin Aygün, Sezgin Tanrıkulu, Şafak Pavey gibi isimlerle yüzünü “demokratikleştirmeye” çalışmaktadır. Ama nafile! Kimilerine bu haliyle “devrim yolunda” umut olan CHP, halen katliamların ve soykırımların azılı savunucusudur. Halen faşist Kemalist ideolojinin taşıyıcısı (AKP de en az CHP kadar Kemalist’tir!), halen Dimitrilerin, Heranuşların baş düşmanıdır.

CHP’ye hatırlatmak gerekirse; Dimitriler, Yorgolar bu coğrafyada hep vardı. Bugün de varlar. Heranuşlar, İsguhiler de… Her ne kadar siz ısrarla adına Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin, Ayşe, Fatma deseniz de… Israrla görmezden gelseniz ve her fırsatta “görünmez düşman” ilan etseniz de… Ve gün gelecek Dimitriler, Yorgolar, Heranuşlar, İsguhiler o tarihi suskunluklarını bırakacak, gerçeği fısıldayacak, konuşacak ve haykıracaklar. Onlar konuştukça, haykırdıkça siz küçülecek ve yok olacaksınız.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu