Makaleler

Demokrasi ve özgürlük güçlerine karşı; şer cephesinin ilanı

15 Temmuz darbe girişimi, AKP/Erdoğan için tam da itiraf ettiği gibi adeta “Allah’ın bir lütfü” oldu. Darbe girişimi derin denizlerde boğulmakta olan Erdoğan’a atılan bir can simidi işlevi gördü, bu amaca hizmet etti.

Darbeyle birlikte Erdoğan, gerek içeride gerekse de başta Ortadoğu olmak üzere dışarıda yıpranan imajını, iflas eden politikaların yarattığı giderek tecrit olma durumunu tersine çevirecek çok önemli bir rüzgâr buldu. Denizin ortasında neredeyse durmak üzere olan ve bu sırada su alan bir geminin aniden ortaya çıkan poyrazla yeniden harekete geçmesi ve yelkenlerini bu rüzgârla şişirmesine benziyor Erdoğan/AKP’nin durumu.

Bu rüzgârın, gemiyi ne kadar ileri taşıyacağı ve batmaktan ne kadar süre koruyacağını kuşkusuz zaman gösterecek. Erdoğan’ın darbe girişimini bastırdığı sırada ve devamında harekete geçirdiği güçlere bakmak, durumun kendisi açısından oldukça ciddi tehditler taşıdığını ve büyük bir korku anlamak için yeterli. Darbe girişimine karşı bir kalkan ya da sigorta olarak devreye sokulan ve planlı bir şekilde işlenen ve geliştirilen kitle faktörü vurgusu, bu korkunun dışa vurumu olarak okunabilir.

Söz konusu tasarrufla yığınların, yaşanan krizden güçlü çıkmak kadar, gelecekte yaşanması muhtemel daha büyük krizler için de hazır hale getirilmeye çalışıldığı anlaşılıyor.

Açık ki 15 Temmuz hâkim sınıf klikleri açısından ciddi bir krizi ifade ediyor. TC devletinin başta Suriye olmak üzere pek çok alanda AKP eliyle yürürlüğe soktuğu politikaların bir bir iflas ettiği ve devletin “değerli yalnızlığa” doğru giderek daha fazla yakınlaştığı da bir gerçek. 15 Temmuz darbe girişiminden hemen önce AKP’nin dün katil dediği İsrail’le baş döndürücü bir hızla masaya oturması, Binali Yıldırım’ın “dostluk politikasına” dönüş anlamına gelebilecek sözler sarf etmesi, hatta Esad konusunda bile kapıyı aralaması bu gerçeğin küçük sonuçları.

Ancak direksiyonun keskin bir şekilde kırılması bile egemen güçler arasındaki çatışmaya merhem olamadı. Klikler arasında biriken enerji, 15 Temmuz’da kırılarak yüzeye vurdu.

 

Kutsal İttifak…

Bu sarsıntı ve krizin, müesses nizama zarar vermeden hızlıca atlatılması ve yaraların sarılması için hızlıca harekete geçildi ve 15 Temmuz darbe girişimi, TC devletinin müesses nizamının yeniden örgütlenmesi ve yapılandırılması açısından önemli bir kaldıraca dönüştürüldü. Hâkim sınıfların, sistemin yeniden restorasyonu konusunda belli bir mutabakat sağladığı görülüyor. Bugün Erdoğan etrafında, devletin bekası ve kurucu “ayarlarına” geri dönülmesi zemininde kurulan bir ittifaktan bahsetmek mümkündür. 

Fotoğrafa, TC devletinin tarihsel çıkarları, varlığının korunması ve sürdürülmesi ve bu anlamda kırmızı çizgileri, sistemin bütünsel varlığı üzerinden bakıldığında Erdoğan arkasında saf tutulması da daha anlaşılır olmaktadır.  Gelinen aşamada, aralarındaki çıkar çatışmalarına, hegemonya dalaşlarına elbet devam edilecek ancak bu kavga binanın temel kolonlarına asla zarar vermeyecek, kurulu sistemin işleyişine ve resmi paradigmasına halel getirmeyecek bir şekilde yürütülecek. TC devletinin kurucu ideolojisi, “tek millet”, “tek vatan” ve “tek devlet”le çerçevelenmiş tekçi zihniyet yeniden üretilecektir. Devlet, bu eksende yeniden örgütlenecek ve düşmanlarına karşı savaşına devam edecektir.

Türk hâkim sınıflarının neredeyse tek bir ağızdan koro halinde 15 Temmuz darbe girişimini durduran AKP ve millete methiyeler dizmeleri bundandır. Egemenler, Erdoğan figürü ve kaptan köşkünde hala tutmaya karar verdikleri AKP eliyle devleti, yeni koşullara uygun bir şekilde hızlıca örgütlemek peşindeler.

Devletin bu reorganizasyonu, egemen sınıflar arasında ortaya çıkan mutabakat etrafında gelişecektir. Ergenekon ve Balyoz davalarından tutuklanan askerlerin, Kemalist- ulusalcı kadroların serbest bırakılmasından hemen sonra Doğu Perinçek’in dile getirdiği “biz değişmedik AKP, bizim çizgimize geldi” sözü bu ittifakın ideolojik-politik düzlemini ortaya koyuyor.

AKP’de bugüne kadar görülmedik düzeyde yaşanan Mustafa Kemal vurgusu ve bayrak sevgisi bunun sonucudur.

AKP/Erdoğan özellikle 1 Kasım seçim başarısını tetikleyen milliyetçi, ırkçı çizgisini; Kürt düşmanlığını, emek sömürüsü ve temel hak ve özgürlüklere dönük saldırganlığını, Kemalist, ulusalcı söylemlere daha fazla başvurarak geliştirecektir. Ahmet Hakan’ın 15 Temmuz’dan hemen sonra Hürriyet’teki köşesinde Mustafa Kemal’i yeniden keşfetmesi, bu yeni çizginin işareti olarak okunabilir.

Faşist, gerici Türk-İslam sentezini geçmişten beri savunan bir gelenekten gelen AKP’nin bugün İslamcı vurgulara, söylem ve uygulamalara devam etmekle birlikte daha çok Kemalist-ulusalcı bir dil ve çizgiyi öne çıkaracağı söylenebilir. AKP, TC’nin kuruluşundan bu yana Kemalist’lerin “gerici”, “yobaz”, ya da “şeriatçı” söylemleriyle uygulayageldiği baskı, yasak ve ötekileştirme politikalarına karşı biriken büyük öfkeden beslenerek, bu enerjiyi arkasına alarak büyüdü ve giderek devletin merkezine doğru ilerledi. Gelinen aşamada AKP’nin toplumun muhafazakarlaştırılması da denilebilecek yaklaşımdan vazgeçmeden Kemalist söylemleri kendi meşrebince yorumlayarak yaşama geçirmeye çalışacağı anlaşılıyor. Mustafa Kemal’in “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir” sözünün A. Menderes’in ilk kullandığı biçimiyle “hâkimiyet milletindir” şeklinde servis edilmesi de buna örnektir.

Elbette AKP/Erdoğan’ın bu değişikliğe iten iç nedenler de vardır. Cemaate karşı Kemalist-ulusalcılarla yapılan ittifak, AKP/Erdoğan kimi değişikliklere itmiştir. Önümüzdeki günlerde bu etkinin başka pek çok görünümü ile daha karşı karşıya kalacağız. Zira içerde çatışma tüm hızı ve yoğunluğuyla devam edecek hatta daha da gelişecek, kriz daha da büyüyecek.

 

Faşizmin Yenikapı’sı!

6 Ağustos günü İstanbul Yenikapı’da “Demokrasi ve Şehitler” adıyla düzenlenen miting, bu genel çerçeve içinde okunduğunda, sistemin resmi paradigması zemininde yeniden üretildiğinin, devletin bütünlüğünün ve varlığının yeniden tesis edildiğinin dosta-düşmana ilan edilmesi anlamına gelmektedir. Bu sürecin esas aktörü de Erdoğan olacaktır. Bu konuda hâkim sınıflar nezdinde kurulan ittifaka paralel her siyasi parti bir pozisyon almıştır. CHP’nin AKP’nin şovunun bir parçası olması ya da MHP’nin artık aleni hale gelen koltuk değneği durumu bu gerçeğin sonuçlarıdır.

6 Ağustos’ta devlet, “başkomutan Erdoğan”ın önderliğinde, çeşitli milliyet ve inançlardan; cinsiyet ve kimliklerden emekçiler üzerinde kurduğu tahakkümde rüştünü ispat etmiş ne kadar katil, mafya, tarikat ya da cemaatçi vb. güç varsa sahip çıkmış ve onları kanatları altında toplamış ve meydan okumuştur. Bu meydan okuma açık ki, başta Kürt halkına, devrimci, ilerici ve demokrat güçleredir. İnsanca bir yaşam, adalet ve özgürlük isteyen, bunun için mücadele veren tüm toplumsal güçleredir. Yenikapı’ya HDP’nin çağrılmamasının nedeni tam da budur.

Yenikapı’da, bu toprakların “sahiplerinin” verdiği bir devlet, aile fotoğrafı vardır. Bu fotoğrafta demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren HDP elbette yer almayacaktır. 6 Ağustos’ta devlet, yeni sürecin rejimini OHAL, hedefini ise tüm emekçiler olarak ilan etmiştir. 6 Ağustos’ta hâkim sınıflar, iç çatışmalarına rağmen devletin, sistemin bekası etrafında bir araya geldiklerini ve sınıf düşmanlarına karşı savaşı büyüteceklerini ilan ettiler.

Önümüzdeki günler, hak gaspları, sömürü ve zulüm politikalarının şiddetleneceği; Kürt halkına yönelik saldırganlık ve katliamların artacağı bir sürece kapı açacaktır. Buna karşı emek, demokrasi ve özgürlük güçlerinin bir araya gelişi stratejik bir önem taşımaktadır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu