GüncelMakaleler

DENEYİM | Polisin “başarı” hikayesi: “Suç” yaratmak isterken birleşik mücadeleyi güçlendirmek!

Mücadele ile başlayan yan yana geliş, birleşik mücadele ruhu Gezi İsyanı’ndan feyiz aldı, Boğaziçi direnişinin gölgesinde dinlendi, gözaltı koridor ve hücrelerinde kök saldı, güçlendi.

Aylardır bir araya gelmenin, mücadele ve direnişi ortaklaştırmanın zorunluluğu ve sorumluluğu üzerinden yapılan tartışmaların ardından Alınteri, Birleşik Devrimci Parti, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), Mücadele Birliği Platformu, Partizan ve Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) “Birleşik Mücadele Güçleri” çatısı altında bir araya gelme kararı aldı.

Birleşik mücadele hattının radikalleştirilmesi, toplumsal muhalefet odaklarına güçlü bir alternatif kurucu adayı olması, sistemden duyulan rahatsızlık ve ona karşı homurdanmaların isyana dönüştüğü alanların örgütlenmesi gibi yönleri ile önemli bir adımdı bu çatı.

Bu çatının ilk adımı sokakta güçlü bir eylemsellikle atılmalı, kendisini bu şekilde deklare etmeliydi.

Öyle de yaptı. 4 Şubat Perşembe günü İstanbul-Kadıköy’de kitlesel bir eylem çağrısı yaparak kuruluşunu ilan edecekti. Ancak 4 Ocak’tan bu yana devam eden Boğaziçi direnişinden kaynaklı Kadıköy’ün eylemlere kapatılmasını bahane eden devlet, bu eyleme saldırarak 60’tan fazla insanı gözaltına aldı.

Kadıköy’ün ablukaya alındığı, neredeyse her sokağın kapatıldığı, 3 kişi yürüyenin görüldüğü yerde gözaltına alındığı polis saldırısında devlet açıktan birleşik mücadeleyi hangi zeminde gördüğünü, buna karşı nasıl bir tavır içerisine gireceğini göstermiş oldu.

Son dönemde ülkede de yaygın olarak kullanılan kitlesel gözaltılar, her ne kadar yabancısı olmadığımız bir durum olsa da, salt TC egemenlerine ait bir sindirme politikası olarak uygulanmıyor. Özellikle son dönemde Rusya ve İran örneklerini ele alırsak bunun özel bir politika olarak uygulandığını söylemek yanlış olmaz.

Bir halk sağlığı sorunu olarak ortaya çıkan pandeminin egemenler açısından dünya halklarına dönük çıkarları, rant ve sömürü politikaları doğrultusunda fırsata dönüştürülme çabaları; ilk başlarda yapılan kimi araştırmalara göre devletlere olan güvende bir artışa yol açmıştı.

Ancak pandemi ile ilgili belirsizlik bir parça dağılmaya başladığında devletlerin sermaye ile tuttukları yol açığa çıkmaya başladı. Yoksulların, küçük esnafın-üreticinin, yaşlıların, kadınların, LGBTİ+’ların… patronlar ve bürokratlarla aynı gemide olmadığı dünya halkları açısından daha da netleşirken buna karşı isyanlar da arttı.

Pandemi ve getirdiği belirsizlikler, güvencesizlikler, kaygı ve korku ortamı halk hareketlerini engelleyemeye yetmeyince son dönemde devreye konulan politikalardan biri de kitlesel gözaltılar oldu.

Geçtiğimiz ay Rusya’da muhalif lider Navalni’nin tutuklanmasını protesto edenlere karşı başlatılan gözaltı furyasında 4 binden fazla insan gözaltına alındı. Kürt devrimci ve muhaliflere dönük gözaltında kayıpların tırmandırıldığı İran’da yine son bir ay içerisinde 100’ün üzerinde kişi gözaltı furyasından payını aldı.

Tek tek kişilerin ve hatta kurumların hedef gösterilmesinin ötesinde hem politik ve örgütlü kesimlere hem de topluma bir gözdağı olarak ele alınan toplu gözaltılar ülke açısından çok bilinmedik bir uygulama değil.

Ancak Boğaziçi eylemleri ile başlayıp BMG’nin deklarasyon eylemi ile devam eden süreçte yaşanan kitlesel gözaltılar; İran ve Rusya örneklerini de dahil ettiğimizde genel bir politik atmosfer yaratıldığına kanıttır.

Son olarak 15 Şubat sürecini hedef alarak HDP’ye dönük başlatılan operasyonlarda 4 gün içerisinde 200’e yakın insanın gözaltına alınması da bu furyanın devamı olarak görülmeli, sindirme politikasının “moda yüzü” olarak okunmalıdır.

Birleşik mücadele güçlendirir

BMG’nin 4 Şubat eylemine dönük polis saldırısı ve gözaltılarına tekrar dönecek olursak; birkaç noktaya değinmek gerekir.

İlki eyleme yapılan polis saldırısının boyutunun Boğaziçi direnişi ile başlayan korku ile direkt ilişkili olduğu ve simgesel bir hale getirilmeye çalışıldığıdır.

İkincisi gözaltı sürecinin (adliye süreciyle birlikte düşünürsek) beş güne uzatılması ve eylem ile alakası olmayan kişilerin dahi gözaltına alınarak bu kadar uzun zaman tutulmasının; algı oluşturma, korkup geri çekilmeyen toplumsal hareketliliğe mesaj verme gibi amaçlar taşıdığıdır.

Evet, devlet(ler) gözaltı furyasını son dönem politikalarının gözde bir uygulaması olarak devreye sokabilir. Bunun ne anlama geldiği üzerine daha çokça konuşulabilir. Peki gözaltı sürecinde gözaltına alınanlar bu süreçte ne yaşadı, nasıl geçirdi bu süreci?

BGM örneği üzerinden bir parça bu deneyimi aktarmak, paylaşmak önemli.

Polisin eyleme dahil olan, kenarda izleyen-destek veren, yoldan geçerken ne olduğunu merak eden, GBT’ye uğrayıp kimliğinde doğum yeri Kürdistan olan, 3 ve daha fazlası şeklinde yan yana yürüyenleri bile hedef alarak, darp ederek gözaltına aldığı bu eylemde dayanışma daha gözaltına alınma süreçlerinde başladı.

Birbirine sarılarak yoldaşını, siperdaşını polise vermemeye çabalayan, bu uğurda gözaltına alınanlar zincirine eklenen her bir eylemci darp ve ters kelepçe işkencesine rağmen sloganlarla bu hukuksuz duruma karşı tarafını belirlemeye başlamıştı. Araçta devam eden işkenceye karşı da durum aynıydı.

Gözaltılar, dört gün tutulacakları Vatan Emniyet Müdürlüğü’nde Güvenlik Şube’nin pandemi gerçekliğinden uzak hücrelerine yerleştirilinceye dek 9-10 saat geçmiş, işkencenin devam ettiği gözaltı araçlarında elleri kelepçeli bir şekilde bekletilmişlerdi.

Buna rağmen moraller yerinde, devletin yaratmaya çalıştığı “suçlu/terörist” algısına uygun hava dağıtılmıştı bile. Hücrelere yerleşildiğinde ise artık sıra sesi güzel olanları tespit edip, şarkıların-türkülerin-marşların söylenmesine gelmişti.

Avukat görüşlerinin engellendiği, gözaltı sürecine dair belirsizlik ortamının yaratıldığı, “mülakat” adı altında ajanlaştırma girişimlerine gidildiği gözaltı süreci boyunca karakolda bir çeşit hummalı çalışma vardı.

“Suç” inşa edilmeli; aşağı bakmayan, moralleri bozulmayan, sloganlar-şarkılar-türküler-marşlar-şiirler eşliğinde saatleri deviren eylemciler ne yapıp edilip tutuklanmalı idi. Eylem görüntüleri incelemek işe yaramayınca sosyal medya hesapları delik deşik edildi; “yeterli suç delili” yaratamayan polis bu kez devreye savcılık izniyle telefonlara el koyma kararı konuldu.

Polis koridorlarında bunlar yaşanırken gözaltı hücrelerinin olduğu koridorda ise dayanışma ve tartışma ortamları yaratılıyor, parmak izi bahanesiyle darp edilenler için devletin işkenceci tutumuna karşı sloganlar koridorları inletiyor, günün en sıkıcı saatleri ise “Yaşasın birleşik mücadelemiz”, “Bijî berxwedana zindana” sloganları ile parçalanıyordu.

Sağlık kontrolüne her gidiş gelişi bir işkenceye, kameralar eşliğinde bir şova çevirmeye çalışan polisin tavrı “Baskılar bizi yıldıramaz”, “Faşizm yenilecek, mücadelemiz kazanacak” sloganları ile boşa çıkarılıyordu.

En önemlisi de, yıllar öncesinde çeşitli girişimlerle başlayan ama kesintiye uğrayan, son aylardaki tartışmalar sonucu bir yan yanalığa erişen birleşik mücadele ruhu bu koridorda, hücreler arasında gelişiyordu.

4 gün emniyet, bir gün de mahkeme ile toplam beş gün sürdürülen gözaltı sürecinin sonunda kimse tutuklanmadı. Onlarca ev hapsi, onlarca imza ile denetimli serbestlik ve yurtdışı yasakları ile aslında kimse serbest de bırakılmadı.

Ancak mücadele ile başlayan yan yana geliş, birleşik mücadele ruhu Gezi İsyanı’ndan feyiz aldı, Boğaziçi direnişinin gölgesinde dinlendi, gözaltı koridor ve hücrelerinde kök saldı, güçlendi.

Devletin bu eyleme dönük saldırısı ile elde edilen en büyük “başarı” bu olsa gerek!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu