Makaleler

Ortadoğu’da paylaşım savaşında yeni perde

Katar’a yönelik abluka kararı, Ortadoğu’daki savaşımın yeni bir evreye ulaştığının göstergesidir. Safların daha da netleşeceği, ara bölgelerin kaldırılmak istendiği kutuplaşmalar, yeni dengeler ve yeni çatışmalar söz konusu olacak gibi. Ortadoğu’da birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkabilecek bir gelişme yoktur. Görünenlerin üstü biraz aralansa hemen perde gerisindeki hesaplar, bağlantılar, kirli oyunlar, anlaşmalar vs. ortaya çıkar. Katar’a yönelik abluka da yıllardır yaşanan savaşların yeni bir perdesinin açılmasıdır! Arkasında halkların kanıyla oluşturulan kirli ittifakların, hesapların yattığı yeni bir perde…

Oyunun yeni bir evresine girişte belirleyici olan iki gelişmeden bahsedebiliriz. Ki bunlar da birbiriyle iç içe girmiş durumdadır. Birincisi, Musul ve Rakka’daki DAİŞ operasyonlarında önemli ilerleme kaydedilmesidir. Musul’da DAİŞ, 8 aydır sokak sokak direnmesine rağmen şehrin denetimini önemli oranda kaybetmiş durumdadır. Rakka’da ise HSD güçleri çevre köyleri ve stratejik önem taşıyan Tabka barajını ele geçirdikten sonra şehir merkezine yönelmiştir. HSD güçlerinin DAİŞ ile girdikleri tüm savaşları kazandığı ve savaş azimleri düşünüldüğünde Rakka’nın da DAİŞ’in elinden alınacağı açıktır. Bu iki savaşın DAİŞ’in yenilgisiyle sonuçlanması, üç yıl önce ilan ettiği “devlet”in dağılması anlamına gelecek. On yıllarca diktatörlükler tarafından yönetilmenin ve son kertede ABD işgalinin yarattığı tepkinin üzerinden örgütlenen DAİŞ’i Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye; İran ve Suriye’nin Şii/Alevi rejimlerine karşı desteklemiş, her çeşit yardımı sağlamışlardır. Fakat DAİŞ’in kendi ajandasını uygulamaktaki ısrarı, emperyalist merkezlerdeki eylemleri, uyguladığı tedhiş ve “terör” eylemleri çok kısa bir süre içerisinde gözden çıkarılmasına yol açmıştır. DAİŞ gözden çıkarılsa da DAİŞ’in desteklenme nedenleri geçerliliğini koruyor. Yani Suriye’deki Esad rejiminin varlığı ve etkisi devam etmiş, üstelik DAİŞ’e karşı mücadelede İran bölgedeki varlığını önemli ölçüde artırmıştır. Burada da Katar krizinin bu süreçte patlamasını tetikleyen nedenlerden diğerine geliyoruz. İran’ın Musul operasyonuna katılan Haşdi Şabi milisleri Rojava’nın Haseke kentinin tam karşısındaki sınır ilçesi Baar’ı ele geçirirken Suriye rejim güçleri de yıllar sonra ilk defa Irak sınırına kadar ulaştılar. Bu başta ABD ve Suudi Arabistan olmak üzere Şii karşıtı cephenin yıllardır engellemeye çalıştığı bir durumdu. Kartların yeniden dağıtımını ve daha “sert” önlemleri gerektiren ve belki de artık “vekiller” yerine “asillerin” savaşa gireceği bir durumdu bu! Zaten bunun hazırlıklarına da başlanmıştı.

Mart ayında gazetelere yansıyan haberlerde Trump’ın Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri ile görüşmeler yaptığını ve “dost Arap ülkeler ile ortak hasım İran’a karşı İsrail’le istihbarat paylaşacak bir Arap askeri ittifakının kurulması kararının alındığı yazıyordu. Amaçlanan Mart 2015’te ilk adımları atılan ve Yemen’de operasyon gerçekleştiren “Sünni ittifak”  veya “Arap NATO’su” da adı verilen oluşumun hızlı bir şekilde bir varlığa kavuşmasıydı. Kurulduğu 1971’den sonraki ilk dönemleri haricinde Suudi Arabistan’la hep bir parça gerilim taşıyan bir ilişkiye sahip olan Katar, bu yeni plana itirazının olduğunu çeşitli röportajlarla belli edince Suudi Arabistan için çatlak sesin kısılması veya ayara çekilmesi için fırsat doğmuş oldu. Zaten en büyük destekçileri Trump ile İran konusunda gerekli olan mutabakatı yakalamışlardı.

 

Ayrıksı hiçbir ses istenmiyor; Hamas “terörist” ilan edilirken

Katar’a yönelen bu abluka, Suudi Arabistan açısından hem Şii Sünnisiyle tüm Ortadoğu’nun hem de Sünni bloğun tartışılmaz önderliğini ele geçirme hamlesidir. Suudi Arabistan Ortadoğu ve Arap yarımadasında çok önemli bir hegemonik güç olsa da diğer Sünni devletler üzerinde baskın bir rolü olsa da Hamas, İhvan-ı Müslim’in (Müslüman Kardeşler) gibi mevcut statükodan -özellikle Filistin konusunda- belli bazı politikalarla ayrışan ve bulundukları bölgelerde baş ağrıtan yapılara da engel olamıyorlardı. Üstelik bu örgütler, Arap devletlerinin kendi iç iktidar mücadelelerinde her zaman önemli belirleyenler olmuşlardır, artık buna da son verilmesi gerekiyordu!

Aslında Suudi Arabistan’da Suudi devletler arasındaki hegemonyasını tesis ederken bu örgütlerden epey faydalandı. Mısır’da ortaya çıkan İhvan-ı Müslim, 1950 ve 1960’larda önemli bir odak olarak ortaya çıkan, Arap milliyetçiliğine dayanan bir politika uygulayan Abdülnasır’a karşı Suudi Arabistan ve ABD tarafından desteklenmişti. Hatta Abdülnasır’dan kaçan İhvan üyelerinin üst düzey yöneticileri S. Arabistan’da yönetim kademelerinde görevlendirilmişlerdi. Bu durum 1990’da değişmeye başlamıştır. S. Arabistan’dan “1990’da Kuveyt’i işgal eden Saddam Hüseyin’i mazur gören, Amerikan müdahalesine karşı çıkan ve Riyad’ı ABD’ye üs verdiği için eleştiren İhvan’ın üstünü çizip artık bu örgütü tehdit olarak görmeye başladı.” (Taştekin Fehim, Karanlık Çöktüğünde, İŞID, Din adına şiddetin dünü ve bugünü, s. 47)

Arap baharı döneminde ise Mübarek’e karşı çok sayıda selefi örgüt-parti kurdurttu. Bunlardan öne çıkan Salefi Davet oldu. İhvan-ı Müslim’in temsilcisi olan Mursi’nin iktidara gelmesinden sonra kendi başına hareket ettiği, anayasayı hazırlarken kendilerine başvurmadığı gibi gerekçelerle darbe yapan Sisi’ye destek oldular.

Katar’la çelişkilerin belirginleşmesi, artık rahatsızlık verir hale gelmesi de bu dönemde oldu. Katar, körfez ülkeleri içinde bir taraftan Suudi Arabistan’la ilişkilerini korumaya çalışırken diğer taraftan Suudi Arabistan’la ilişkilerini korumaya çalışırken diğer taraftan kendisinin ayrı politik ağı olmasına ve özellikle yerel güçler aracılığıyla söz hakkı kazanmaya çalıştı.

Öyle ki Lübnan’da söz hakkına sahip olabilmek için Şii olan Hizbullah’la ilişki kurup destek vermekten bile kaçınmadı. İsrail devletine para akıtırken Filistin davası nedeniyle İslam dünyasında sembolik değeri olan ve İhvan’ın Filistin kolu olan Hamas’a da destek çıktı ve Doha’da büro açmalarına izin verdi. İhvan/-ı Müslim’le olan ilişkilerinin önemi ise, bu örgütün tarihi bir geçmişe dayanan derinliği ve yaygınlığıydı. Mısır’da Sisi’nin tüm baskılarına rağmen İhvan halen en güçlü muhalefet durumundadır. Yine Suriye’de Türkiye’yle birlikte oluşturulan Suriye Ulusal Konseyi de (SUK) İhvan-ı Müslim’in en önemli güçtür. SUK’ta çok uğraşmasına rağmen Suudi Arabistan kendi adaylarını seçtirememiş, İhvancılar kazanmıştı. Kurulduğu günden bu yana Suriye’deki kısa bir dönem hariç şiddete başvurmayan ve Sünni dünyada önemli bir kol olan İhvan-ı Müslim’in gelinen aşamada terörist ilan edilmesi ve tüm destekleyenlere Katar nezdinde ihtar çekilmesi, Sünni dünyadaki tüm çatlak seslerin egemen devletlerdeki mevcut statükoyu (özellikle İsrail’i tanımama üzerinden) tehdit eden bütün seslerin susturulması hamlesidir. Hamas’ın nisan ayında ilk hedeflerinden vazgeçmesi anlamına gelen açıklamalarına rağmen “Müslüman” devletler tarafından terörist ilan edilmekten kurtulamamış oldu. Artık “Filistin sorunu”nun değil “Filistin’in sorun” olduğu bir sürece girilmiştir. İsrail açıktan Arap devletleri tarafından kabul edilmiştir!

 

Anti-emperyalist mücadeleyi büyütme zamanı

Katar üzerinden Ortadoğu’daki Suudi çizgisi dışındakilere ihtar çekilmiş durumdadır. Katar, eski İngiliz sömürgesidir. Ayrıca yine başta İngiltere ve Almanya olmak üzere AB ülkelerinde pek çok yatırımı vardır. Özellikle Almanya bu süreçte açıktan Katar’ın yanında tavır almıştır. İran ile olan ilişkileri düşünüldüğünde bu tutum daha anlaşılır oluyor. Genel kanaat Katar’ın geri adım atsa da “teslim” olmayacağıdır. Neleri feda edeceğini göreceğiz. Fakat İhvan-ı Müslim konusunda geri adım atması Türkiye’yi de etkileyecektir. Suriye’de Fırat Kalkanı’nı birlikte yaptığı çeteler birbirine düşmüş, bir kısmı rejime sığınmış bir kısmı da HSD’ye katılmışken Türkiye’nin elinde Suriye politikasında hiçbir şey kalmamış durumdadır. Arabuluculuk için bu kadar heves etmesine, uğraşmasına rağmen kabul edilmemiştir. Ortadoğu politikasında İran konusunun öne çıkmasıyla daha da sıkışacağı açıktır.

Bütün bu kanlı denklemlerin içerisinde halkların seçeneğinin ortaya çıkması önemlidir. Fakat Rojava haricinde bu konuda bir umut ışığı şimdilik görünmemektedir. Savaşın yeni perdesinde Kürdistan’ın tüm parçaları üzerinden oynanacak oyunların ve bunun içerisinde Rojava’ya yönelecek saldırıların olacağı kesindir. Bu kapsamda Türkiyeli devrimcilerin Rojava duyarlılığını üst boyut çıkarmalarının yanısıra özellikle Kürt illeri dışında mücadeleyi yükseltmenin yol ve yöntemlerini bulmaları büyük önem taşımaktadır. Emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin kanlı oyunlarının bozulmasının yolu budur.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu