GüncelManşet

“Akıncıların özgür basınla imtihanı”

Sıkça söylendiği gibi bir ülkenin ne kadar demokratik olduğu ya da o ülkedeki temel hak ve özgürlüklere yönelik tablonun durumunu anlamak için basın-yayın alanına bakmak yeterlidir. Basın özgürlüğü, ifade ve düşünce özgürlüğü ile doğrudan bağlantılı, onunla iç içe geçtiğinden söz konusu ülkedeki rejimin niteliği hakkında da fikir verecektir. 4. güç olarak da kabul edilen basın, bu topraklarda Abdülhamit’ten bu yana her daim hedef tahtasında olageldi.

Rejimi elinde tutanların toplumu kendi ideolojik, politik, kültürel kodları; öncelikleri etrafında tutmak, ikna etmek adına medyayı etkin bir araç olarak kullanageldi. Devletin ideolojik aygıtları içinde, geniş yığınları etkileme, yönlendirme düzleminde en etkili aracın medya olduğu bilinir. Geniş yığınların zihnine seslenmesi, düşünce biçimini hedeflemesi, kitlelerin “algısına” yönelmesi, onun önemi ve aynı zamanda tehlikeli yanını oluşturur. Yazının, fikirlerin gücü ve hitap ettiği milyonların kahredici gücü dikkate alındığında doğal bir tehlike, her an patlamaya hazır bir mayın demektir. İşte tam da bu yüzden toplum yaşadığı gerçeğe, onun nedenlerine ve de sorumluluklarına ilişkin tek yanlı, taraflı ve eksik bir şekilde fakat sistematik olarak bilgilendirilir. Böylelikle olası her türlü tepki, öfke eyleme dönüşmeden soğurulur, sönümlendirilir ya da başka hedeflere yönlendirilir. Ki bu, çoğu zaman toplumun bir kesiminin başka bir kesimine düşmanlaştırılması sonucunu doğurur. Böylece sorunu yaratanlar ortaya çıkan tablonun sonuçlarıyla geniş yığınları karşı karşıya bırakır. Dahası çoğunlukla ortaya çıkardıkları gerilimin düşürülmesi, sorunun çözülmesi adına “hakem” rolüne girerler. Söz konusu resmin oluşmasında en etkili gücün medya olduğu tartışma götürmezdir.

İktidarı ellerinde tutan egemen sınıfların, basın-medyaya Osmanlı döneminde “Akıncılar”a biçilen misyonu atfetmesi de bunu gösterir. Bilindiği üzere Osmanlı Devleti herhangi bin savaşa çıktığında bir bölgeyi istila etmek istediğinde harekete ilk olarak geçen, taarruzun en önünde giden “Akıncılar” olmuştur. Bu güç, düşmanı şaşırtmayı, gücü ve yapabilecekleri hakkında fikir sahibi olmakla neler yapılabileceğini test etmekle yükümlüdür. Egemenler ezilenlere yönelik kapsamlı hak gaspları, sömürü ve zulüm anlamına gelen yasal düzenleme ve değişikliklerden önce ya da daha kapsamlı bir yaklaşımda devletin re-organizasyonuna ilişkin adımların öngününde medya öncü güç olarak sahnedeki yerini alır. Bahsini ettiğimiz basının egemen sınıf basını, burjuva-feodal medya veyahut popüler deyimiyle ana akım medya olduğu açık. Taarruz öncesi “araziyi” düzleyen, saldırı için uygun ortamı hazırlayan egemen sınıf basını bu kapsamda sürecin ideolojik-politik ihtiyacı ekseninde yığınların ikna edilmesi görevini üstlenir.

Son birkaç yıl içinde yaşananlara göz atmak bunu anlamak için yeterli. Söz gelimi egemenlerin 15 Temmuz’dan sonra yürürlüğe soktuğu OHAL ve bu çerçevede meclisi paspas ederek devleti ve ülkeyi KHK’larla yönetmesi, başkanlık tartışmaları, 7 Haziran seçimlerinden sonra gelişen süreç… Örnekleri sıralamak, çoğaltmak mümkün. Açık ki ne zaman yığınların kazanılmış haklarına yönelik bir saldırı, düzenleme yapılmak istense karşımıza ilk çıkan olgu, bu süreç için uygun ortamın hazırlanması ve bu sırada çıkabilecek çatlak seslerin baskı altına alınması, engellenmesi; mümkünse yok edilmesidir. OHAL ilanı ile birlikte Özgür Gündem, DİHA, İMC TV, Özgür Radyo, Hayat TV ile Med Nuçe’nin kapatılması, devrimci sosyalist çizgideki yayın organlarına yönelik gözaltı ve tutuklama furyası bu denkleme nasıl da uyuyor değil mi? Çocuklara yönelik yayın yapan Zarok TV’yi bile kapatan hakim sınıflar böylece araziyi, hazırlığı yapılan taarruz için uygun hale getirmiş oldu.

DBP’li 36 belediyeye kayyum atanması, binlerce HDP üye ve yöneticisinin gözaltına alınarak tutuklanması, 6 milyon insanın siyasi iradesini temsil eden HDP’nin eş başkanları ve milletvekillerinin tutuklanması ve devam eden cadı avı, muhalif basının, farklı seslerin kısıldığı bir dönemin ardından geldi. Öyle anlaşılıyor ki, devrimci sosyalist ve yurtsever basın önümüzdeki günlerde hedef tahtasında olmaya devam edecek. Zira yaşama geçirilmek istenen politikalar karşısında bir direnç oluşturan, barikat olan toplumsal muhalefet güçlerinin tasfiye edilmesine yönelik yeni adımlar atılacak. Gazetemiz Özgür Gelecek’in de son süreçte iki çalışanının tutuklu bulunduğu, sayıları 200’ü aşan gazeteci listesinin epeyce kabaracağını söylemek için Fuat Avni olmaya gerek yok. Mızrağın sivri ucu devrimci-sosyalist basına yönelirken siyasi iktidarın iç çatışma ve çekişmesi kapsamında kendisine muhalefet eden tüm medya organlarını parantezine aldığını görüyor, yaşıyoruz.

Cumhuriyet’in muhalefeti!

Bu bağlamda bahsini ettiğimiz “medya” organları ile Cumhuriyet gazetesi arasında nitelik farkı vardır. Rejimin kurucusu M. Kemal tarafından kurdurulan Cumhuriyet o tarihten bugüne resmi ideolojinin doğrudan savunucusu olmuştur. Kemalizm’in temel yaklaşımlarını, kavramlarını, “sol”, “vatansever”, “ilerici” söylemlerle güncel gelişmelere uygun bir kolajla kitlelere taşıma, aşılama misyonu Cumhuriyet’indir. Tek parti döneminde faşist uygulamaları, Zilan, Ağrı, Dersim vd. katliamları açıktan savunan Cumhuriyet, süreç içinde temsilcisi olduğu hakim sınıf kliğinin siyaset arenasındaki hacmine, konumlanışına uygun bir yayın politikası izlemiştir. Cumhuriyet yazarlarının kendilerini savunurken M. Kemal’e atıfları, resmi ideolojiye sarılmaları, ulusal ve sosyal kurtuluş mücadeleleri ile aralarına inşa ettikleri set şaşırtıcı olmamalıdır.

Cumhuriyet, “muhalif” basındır. Ne ki bu muhalefet, sistemin üzerinde yükseldiği paradigmayla örülen çemberin yani mevcut rejimin sınırları içinde bir itirazdır. İşleyen çarkın kendisine, sisteme değil onu elinde tutan, yönetenlerin bunu yapma biçim ve yaklaşımlarına dair bir muhalefettir söz konusu olan. Özetle milyonların emeği ve alın terinin gasp edilmesi ile ayakta kalan bir düzeneğe değil bu mekanizmanın tepesinde duranların yaşama geçirdiği politika ve argümanlara karşı bir duruş vardır. Cumhuriyet makine ve kazan dairesinde çalışanların, güvertede her türlü işe çağrılan emekçilerin alın teri ile yol alan; hiyerarşik olarak bu şekilde örgütlenen gemiye onu düzenine sahip çıkarken başta komuta kademesi olmak üzere gemiyi kimin ve nasıl yöneteceğine dair yürüyen kavganın “mağdur”u oldu. Oysa biz, tarihin sahnesine çıktığımız ilk andan itibaren güneş yüzü görmeyen emekçilerin çıkarlarını savunuyor, onların sesi olmaya çalışıyor ve onları piramidin en altında tutan sisteme karşı çıkıyoruz.

Özgür basın özgür kalsın!

Belki de bu yüzden özgür basın üzerindeki baskı ve yasaklar bitmiyor. Sosyalist, devrimci basının özellikle OHAL’le birlikte girebildiği hapishane sayısı parmakla sayılabilecek kadar az. Çeşitli iddialarla tutuklanan muhabir ve yazarları, çalışanları hapishanelerde kendi gazetelerine dahi ulaşamıyor. Hakkında toplatma vb. kararlar olmayan yayınlar hapishanelere verilmiyor. Bunun nedenlerini soran tutsak gazetecilere doğru dürüst yanıtlar verilmiyor. Keyfi uygulamalarla devrimci basının sesinin hapishanelere ulaşması engellenmek isteniyor.

Biz devrimci basın çalışanları olarak bu uygulamalara yabancı değiliz. “Dışarıdan” aşina olduğumuz bu uygulamalara karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. Zira biz kökleri çok derinlerde olan devrimci basın geleneğinin bugünkü temsilcileri olduğumuzun bilincindeyiz. Akıner Çağlar’ın, Suzan Zengin’in bize bıraktığı değerli mirası yaşatacağız. Devrimci basın duvarlara, tel örgülere inat gerçeğin peşinde, halkın haber alma hakkına sahip çıkarak görevini yapmaya devam edecektir.

Tutsak Özgür Gelecek çalışanı Togay Okay

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Diğer içerik
Kapalı
Başa dön tuşu