DerlediklerimizGüncel

MARX 200. YAŞINDA Yanıt Marx’ta

"Filozoflar dünyayı yorumlamakla yetindi. Ama aslolan dünyayı değiştirmektir."

Bugün 5 mayıs 1818 doğumlu Karl Marx’ın 200. doğum günü. Doğumgünü dolayısıyla tüm dünyada marksistler günümüzdeki sorunlara yanıtın halen Marx’ta olduğunu diye getiriyor. Tarık Z. Ekinci, Selahattin Demirtaş, Fatmagül Berktay, Figen Yüksekdağ, Tanıl Bora, Melek U. Taylan, Sebahat Tuncel, Hilal Onur İnce, Müge G. Sökmen, Kadir Akın, Bülent Danışoğlu, Seyfi Öngider, Serdar M. Değirmencioğlu, Gültan Kışanak Marx’tan alıntı yaptı.

Tarık Ziya Ekinci: İşçi sınıfı kurtarılacak nesne değil. (Siyasetçi, hukukçu)

93 yaşında hafızası ileri derecede zayıflamış birinden imkânsızı istiyorsunuz. Şu anda ancak güncel olduğu için hatırlayabildiğim ve Marx’ın iki üç sosyolojik özdeyişine değinmekle yetinebilirim.

1- Türkiye’de önüne gelen aydınımız birkaç arkadaşıyla bir araya gelip sözde Marxiste parti kurmakta. Ama hiçbirinin işçi sınıfıyla direkt ilişkisi yok. Tıpkı 18 yy. sonları ve 19 yy. ilk yarısında kapitalizmin geliştiği Batı ülkelerinde iyi yürekli aydınların işçi sınıfını kurtarmak için geliştirdikleri ‘ütopik sosyalist’ girişimciler gibi… Bunlara karşı Marx şu düşünceyi geliştirdi: “İşçi sınıfı kurtarılacak nesne değil, kendisiyle birlikte toplumun tümünü kurtaracak öznedir” diyor ve bilimsel sosyalizmin temellerini atıyor…

2- Sömürgeciliğe ve ırkçılığa karşı “Başka halkları ezen uluslar özgür değildir” diyen de Marx’tır.

3- Her hal ve koşulda “devrim” yapmaya soyunanlara da Marx şunları Söylüyor: “Hiç bir sosyal düzen, o düzenin içinde yer alabilir bütün üretim güçleri gelişmeden yok olmaz; yeni ve üstün üretim ilişkileri de, hiçbir zaman, var olmalarının maddi koşulları eski toplumun bağrında olgunlaşmadan ortaya çıkmaz.”

Selahattin Demirtaş: Yeni ilkeler geliştiriyoruz. (Siyasetçi, hukukçu)

“Hakikat burada, burada diz çök!” diyerek kendimizi dünyaya karşı doktriner bir ilkeyle kurmayız. Dünyanın kendi ilkelerinden, onun için yeni ilkeler geliştiriyoruz. Dünyaya “mücadelelerinize bir son verin, aptalca şeyler bunlar; mücadeleye dair gerçek sloganları size vaaz etmek istiyoruz” demiyoruz. Biz sadece neyin gerçekten mücadeleye dair olduğunu dünyaya gösteriyoruz…”

Marx, Eylül 1843

Gültan Kışanak: Emek işçi için yoksunluk üretir. (Siyasetçi)

“Emek zenginler için tansıklar (harikalar), ama işçi için yoksunluk üretir. Saraylar, ama işçi için inler üretir. Güzellik, ama işçi için solup sararma üretir. Emeğin yerine makineleri geçirir, ama işçilerin bir bölümünü barbar bir çalışma içine atar ve öbür bölümünü de makine durumuna getirir. Us, ama işçi için budalalık, aptallık üretir.”

* 1844 El Yazmaları

Sebahat Tuncel: Özgürlüğün bir biçimini reddetmek, kendisini reddetmektir. (Siyasetçi)

“Özgürlüğün bir biçiminin reddedilmesi halinde özgürlüğün kendisi de reddedilmiş olur.”

* Marx, 19 Mayıs, 1842

Figen Yüksekdağ: Aslolan dünyayı değiştirmektir. (Siyasetçi)

“Filozoflar dünyayı yorumlamakla yetindi. Ama aslolan dünyayı değiştirmektir.”

Fatmagül Berktay: İnsanlık için umut var. (Akademisyen, yazar)

“Erkeğin kendisi için varoluşunun sonsuz alçalması, kadının komünal şehvetin ganimeti ve hizmetkarı olarak görülmesinde ifadesini bulur, çünkü bu yaklaşımın ikirciksiz, kesin, apaçık ve maskesiz ifadesi erkeğin kadınla olan ilişkisinde ve dolaysız ve doğal türsel ilişkinin nasıl kavrandığında saklıdır. İnsanın insanla olan dolaysız, doğal ve zorunlu ilişkisi, erkeğin kadınla olan ilişkisidir. Bu doğal türsel ilişkide insanın doğayla ilişkisi doğrudan insanla ilişkisidir; tıpkı insanla olan ilişkisinin doğrudan doğayla ilişkisi- kendi doğal hedefi – olması gibi. O yüzden bu ilişkide insani özün insan için ne ölçüde doğa haline geldiği, ya da doğanın onun için ne ölçüde insani öz haline geldiği duyumsal olarak açığa çıkar, gözlemlenebilir bir olgu haline gelir. Dolayısıyla, bu ilişkiden hareketle insanın bütün gelişme düzeyini ölçmek mümkündür. Bu ilişkinin niteliği türsel bir varlık olarak, insan olarak insanın ne ölçüde insan, kendisi olabildiğini ve kendisini ne kadar kavrayabildiğini ortaya koyar; erkeğin kadınla ilişkisi insanın insanla olan en doğal ilişkisidir. Bu nedenle insanın doğal davranışının ne kadar insanileştiğini ya da ondaki insani özün ne kadar doğal bir öz haline geldiğini – insani doğasının onun için ne ölçüde doğal hale geldiğini- gösterir.” (1844 İktisadi ve Felsefi El Yazmaları / Economic and Philosophical Manuscripts of 1844, s.43)

Marx’ın ölçüsüne vurduğumuzda insanın insani özünden ve doğasından uzaklığının azalmayıp arttığını görmek acı da olsa, bu satırlar yazılabildiğine göre insanlık için gene de umut var demektir.

Tanıl Bora – Akademisyen, yazar.

En meşhurlarından biri zaten ama ben yine şunu seçerim (mevcut çevirilerden almadım, şimdi kendim çevirdim)

“Dinsel sefalet, aynı anda hem sahici bir sefaletin, hem de ona karşı bir protestonun  ifadesidir. Din, ezilen mahluğun âhıdır; ruhsuz koşulların ruhu olması gibi, kalpsiz bir dünyanın hissiyatıdır. O, halkın afyonudur.”

Marx, Engels ve Lenin’in fotoğrafları geçen yıl İstanbul Bakırköy’de kutlanan 1 Mayıs’ta kontrol noktalarından geçirilirken

Hilal Onur İnce: Birey, toplumsal varlığın kendisidir. (Akademisyen)

“Toplumun bir soyutlama olarak bireye karşı sabitlenmesinden özellikle kaçınılması zorunludur. Birey, toplumsal varlığın kendisidir.” Marx Engels Eserleri (MEW), Ergaenzungsband EB 1, S. 563

Burada altı çizilmesi gereken nokta:

Karl Marx, öncelikle bir insan filozofudur. Toplumsal dönüşüm bu anlamda bir doktrin değil, insana çağrıdır. İnsanın var olan güruha katılmadan, akıntıya karşı yürüyebilme cesaretini göstermesi için koşulların neler olması gerektiğidir buradaki soru. Bu anlamda Marx, o güne kadar felsefi diskura egemen olan “insan doğuştan iyidir” ve bunun antitezi “insan kötücül bir varlıktır” ayrışmasının dışına çıkarak, insani belirleyen toplumsal koşullardır söylemini savunur. İşte bu söylem insani tarihsel bir varlık olarak dönüşümlerin aktörü olarak, praksis içinde dönüşen bir özne olarak konumlandırır.

Müge Gürsoy Sökmen: Toplumsal değişimler kadınların katkısı olmadan imkansız. (Yayıncı, yazar)

Benim favori Marx alıntılarım muhtelif, ama hızla ve günümüze hitap eden birini seçecek olursam:

“Kapitalist tarımdaki her gelişme, yalnız emekçiyi soyma sanatında değil, toprağı soyma sanatında da bir ilerlemedir; belli bir zaman için toprağın verimliliğinin artmasındaki her ilerleme, aynı zamanda bu sonsuz verimlilik kaynağının mahvedilmesi yönünde yapılmış bir ilerlemedir. … Kapitalist üretim, teknikleri ve üretimin toplumsal sürecindeki birleşimlerin derecesini geliştirir ama aynı zamanda bütün zenginliğin orijinal kaynaklarını, toprağı ve isçiyi kurutarak yapar bunu.”

(Kapital, C. 1, 10. Kesim: “Büyük Sanayi ve Tarım”, çeviri alıntı David Harvey, Marx’ın Kapital’i için Kılavuz, Metis, s. 251; bu kitapta Alaattin Bilgi’nin 1993’te Sol Yayınlarından çıkan Kapital çevirisine gönderme yapılmış, ancak çeviride yer yer genel metne uyacak kimi değişiklikler yapılmıştır.)

Kadir Akın – 18 Brumaire’inde der ki… (Yayıncı, yazar, belgeselci)

Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’inde der ki “…İnsanlar, tarihlerini kendileri yaparlar, ama bunu, kendi keyiflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içinde değil, doğrudan verili olan ve geçmişten miras kalan koşullar içinde yaparlar. Ölü kuşakların bütün geleneği, olanca ağırlığıyla yaşayanların zihinleri üzerine çöker ve onlar kendileriyle birlikte kendi dışlarındaki dünyayı bir başka biçime dönüştürmekle, yepyeni bir şey yaratmakla uğraşır göründükleri zaman bile, özellikle devrimci bunalım dönemlerinde, korkuyla geçmişteki ruhları kafalarında canlandırırlar…”

Melek Ulagay Taylan: Gerçekleri yaratan sadece yaşayan, gerçek insanlardır. (Akademisyen, yazar)

“Tarih konusunda az çok bilgisi olanlar bilirler ki büyük sosyal değişimler, kadınların baş kaldırması olmadan gerçekleşmez. Toplumsal
ilerleme, kadınların toplumun içindeki yeri ile ölçülür.

“Tarih hiç bir şey yapmaz; büyük zenginliklere sahip değildir, savaşlar da çatışmaz. Bütün gerçekleri yaratan sadece yaşayan, gerçek
insanlardır.”

Bülent Danışoğlu: Burjuvazi devlet gücünü daima kullanır. (İktisatçı, yazar)

* Yükseliş halindeki burjuvazi, ücretleri “düzenlemek”, yani bunu artı-değer yapımına uygun sınırlar içinde tutmak, işgününü uzatmak ve emekçinin kendisini normal bir bağımlılık durumuna sokmak için, devletin gücünü daima kullanır. (Kapital)

* Bir kapitalist daima birçoklarının başını yer. Emek sürecinin gitgide boyutları büyüyen kooperatif şekli, bilimin bilinçli teknik uygulaması, toprağın yöntemli bir biçimde işlenmesi, emek araçlarının ancak ortaklaşa kullanılabilir emek araçlarına dönüştürülmesi, bütün emek araçlarının bileşik toplumsal emeğin üretim araçları olarak kullanılmasıyla sağlanan tasarruf, bütün insanların dünya pazarları ağına sokulması ve böylece kapitalist rejimin uluslararası bir nitelik kazanması, bu merkezileşme ya da birçok kapitalistin birkaç kapitalist tarafından mülksüzleştirilmesi ile elele gider. (Kapital)

* Üretim araçlarının bir merkezde toplanması ölçüsünde, emekçilerin belli bir yere üst üste yığıldıklarını tarafsız bir gözlemci rahatlıkla görebilir; kapitalist birikimin hızı ne kadar büyük olursa, işçi nüfusun barındıkları yerler de o kadar sefil ve perişandır. Servetin artışıyla birlikte kentlerde görülen “imar hareketleri”, eski yapı mahallelerin yıkılması, bankalar, mağazalar vb için iş hanlarının yükselmesi, iş trafiği, lüks arabalar, tramvaylar vb için caddelerin genişletilmesi, yoksulları gittikçe daha da kötü kenar mahallelere sürer. (Kapital)

* Komünist toplumun daha yüksek bir aşamasında, bireylerin işbölümüne ve onunla birlikte kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkiye kölece boyun eğişleri sona erdiği zaman; emek, sadece bir geçim aracı değil, kendisi birinci hayati ihtiyaç haline geldiği zaman; bireylerin çeşitli biçimlerde gelişmeleriyle, üretici güçler de arttığı ve bütün zenginlik kaynakları gürül gürül fışkırdığı zaman, ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları kesin olarak aşılmış olacak ve toplum bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyaçlarına göre!” (Gotha Programının Eleştirisi)

Seyfi Öngider: O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. (Siyasetçi, yazar)

Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı/Önsöz’de yer alan bu paragraf bence Marksizm’in özünü oluşturan satırlar arasındadır.

“Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır. Gelişmelerinin belirli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. (…)

“İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini almazlar. Onun içindir ki, insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar, çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar.”

Serdar M. Değirmencioğlu: 11. Tez ve Onuncu Köy. (Akademisyen, yazar)

Aklıma hemen ODTÜ’de okuduğum yıllar geldi; 1984-1988. Kütüphanedeki bazı kitaplar çoktan raflardan alınmış, “kapalı” bölüme konulmuştu. Bir kitap almak üzere bu bölüme girdiğimde, Marx’ın kitaplarının oraya alındığını anlamıştım. “Sakıncalı kitaplar” bu bölümde korunuyordu. Bu kitapların sakıncası o günden bugüne değişmedi çünkü düzenin efendileri ve bekçileri gençlerin olan biteni yorumlamaktan öteye geçmesini, dünyayı değiştirmeye kalkmasını istemiyorlar. Bu kitaplardan uzak kalmış, ya da bırakılmış sosyal bilimciler bugün çok, hatta çoğunlukta. Bu nedenle en kitlesel, en iç yakan meselelere ilgi az; dönüştürücü ve çözüm üretici olmaya çalışanlar hâlâ sayıca az. Demek ki, mesele hâlâ 11. Tez.

Kitapların yakıldığı veya kapalı bölüme konulduğu günler, aylar, yıllar sayesinde doğru söyleyenin dokuz, yetmedi kırk dokuz, o da yetmedi doksan dokuz üniversiteden; hatta yurdundan sürüldüğü günlere gelindi. Aklıma Fakir Bayburt’un Onuncu Köyü geliyor. Dokuz köy bitti. Onuncu köyde durum çok fena. 11. Tez ile yol açmak gerekiyor.

Simten Coşar: İkincisi farstır. (Akademisyen, yazar)

“Hegel remarks somewhere that all great world-historic facts and personages appear, so to speak, twice. He forgot to add: the first time as tragedy, the second time as farce.” (Eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte, 1. Bölüm)

“Hegel bir eserinde dünyadaki büyük tarihsel olguların ve şahsiyetlerin, tabir-i caizse iki kez ortaya çıktıklarına dikkat çeker. Şunu eklemeyi unuttuğu söylenebilir: İlk ortaya çıkışları bir trajedidir; ikincisi ise farstır.” (Eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte, 1. Bölüm) (HK)

Kaynak: Bianet. 5 Mayıs 2018
Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu