EmekGüncel

EMEK | Tarımın Tasfiyesi ve Koronavirüs Pandemisi!

Borçlarla yürüyen ülkelerde üretemediği durumlarda gereksinilen ürünlere ödenecek dövizin bulunamaması nedeniyle iç piyasada yaşanacak fiyat artışlarının pazara yansıyacaktır.

Türkiye gibi bağımlı ülkelerde hiçbir ekonomik ve siyasi politika, emperyalist-kapitalist sistemden bağımsız değildir.

Dolayısıyla iktidarın tarıma yönelik temel politikası, üretimden pazarlamaya dek tüm süreç emperyalizmin isteklerine göre şekillenmektedir. İçinde bulunduğumuz dönemde iktidarın tarım politikalarının temelini 24 Ocak kararlarıyla, Emperyalistlerin belirlediğini söyleyebiliriz.

Öyle ki özellikle 2000’li yıllarda uygulaması hız kazanan bu politikalarla beraber milyonlarca köylü üretemez hale getirilip, üretim dışına çıkartılmıştır. Yoksullaştırılan köylüler üretemez duruma getirilmesi, beraberinde tarım arazilerinin boş kalmasına neden olmuştur.

Küçük üretim yapan köylüler, köylü aileler üretimi terk etmek zorunda bırakılırken, verilen desteklerle sayıları her geçen gün artan kar amaçlı tarım şirketlerine dayalı bir yapı oluşturulmaya çalışılmıştır. Dolayısı ile 2000’li yıllardan itibaren hızla köylülerin yoksullaştığı, arazilerini ve en iyi bildikleri işlerini kaybettikleri yani işsizleştikleri bir dönem olmuştur.

Üreticiler ülkemiz tarımının en temel sorunu olan ve çoğu ithalata dayalı yüksek girdi maliyetleri altında ezilmiştir. Girdi maliyetlerinin sürekli artışı bunun karşısında köylünün elindeki ürünün fiyatında aynı oranda artış sağlanamadığı için köylüler borç batağına girmek ya da geçimini sağlayamadıkları için üretimden kopmak zorunda kalmaları ve bunun sonucunda meydana gelen kırdan kente göçlerin artması ile birlikte üretimde kalabilen köylü sayısında ciddi oranda bir gerileme yaşanmıştır.

2002 yılında tarımdan geçimini sağlayan köylü sayısı yaklaşık 7,5 milyon kişi iken, 2018 yılı sonunda 4,5 milyon kişiye gerilemiştir. 2002’de 26 milyon 579 bin hektar olan tarım arazisi 2019’de 23 milyon 94 bin hektara kadar düşmüştür.

Buna göre tarım alanları 18 senede yüzde 12,3 azalmıştır. Tarımın istihdamdaki payı; ekonomik kriz dönemlerinde sanayi, hizmet sektörlerindeki daralma sonucu tarım sektörüne dönüşün yaşandığı yılların dışında sürekli olarak azalmaktadır. 2002 yılında tarımın istihdamdaki payı %34,9 iken, 2018 yılı sonunda % 17,3’e düşmüştür.

Kendi kendine yeten ülkeden dışa bağımlılığa! 

Türkiye’deki iktidarların tarım konu olduğunda ağızlarından çıkan ilk cümle çokça duyduğumuz artık söylendiğinde aynı etkiyi bırakamayan kendi kendine yetebilen ülke yalanıdır.

En son Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli “Türkiye ithalatçı değil ihracatçı bir ülke, kendi kendine yeterli bir ülkedir.” Evet, kaynaklar bakımından etkin verimli bir şekilde kullanıldığında bu gerçeklik ortadadır. Lakin on yıllardır devam eden tarımı çökertme politikaları sonucunda o kendi kendine yetebilen ülke, samanı bile ithal eder duruma getirilmiştir.

Son 15 yılda toplam 189 milyar dolarlık tarımsal hammadde ve gıda ürünü ithalatı yapıldı. Bu kapsamda 50 milyon ton buğday, 23 milyon ton soya, 16 milyon ton mısır, 12 milyon ton pamuk, 9 milyon ton ayçiçeği, 5 milyon ton pirinç ithal edildi. Pamuk ithalatına 20, buğday ithalatına 13,7, soya ithalatına 10, ayçiçeği ithalatına 5, mısır ithalatına 4, pirinç ithalatına 2,3 milyar dolar ödendi.

ABD Tarım Bakanlığı’nın Nisan 2020 tarihli ‘Dünya Pazarları ve Ticareti Raporu’na göre, Türkiye Mısır ve Endonezya’dan sonra en fazla buğday ithalatı yapan 3 ülkeden biri durumundadır. Hayvancılıkta da durum farklı değil. 2010 yılı Ağustos ayından bu yana 3,9 milyon büyükbaş, 2,8 milyon koyun-keçi olmak üzere toplam 6,7 milyon baş canlı hayvan ve 275 bin ton kırmızı et ithal edildi. İthalat için 7,1 milyar dolar ödendi.

Net olarak şunu söyleyebiliriz; Türkiye tarım ve hayvancılıkta özellikle belirli ürünlerde dışa bağımlı hale getirilmiştir, dışa bağımlı olduğu ürünler giderek artmaktadır.

Korona krizinden kıtlık krizine!

Covid-19 pandemisinin tüm dünyayı etkisi altına alması ile beraberinde uygulanan karantinalar, sokağa çıkma kısıtlamalarının yanında gıda kuyrukları ve boş kalan market rafları fotoğrafları hafızamıza kazındı. İnsanların yaşamına devam etmeleri için, gıdaya ulaşım tekrar önemli bir tartışma konusu oldu. Bununla birlikte kıtlık tartışmaları başladı. Özellikle tarımsal üretimden kopuk ülkelerde, yani bu ürünleri ithalat yolu ile karşılayan dışa bağımlı ülkelerde, diğer ihracat yapan ülkelerin içe kapanması ve bazı tarımsal ürünlerin ihracatına yasak ya da kota uygulamaya başlaması ile birlikte hem gıda bulunabilirliği hem de gıda fiyatlarında fahiş artış tartışmalarını beraberinde getirdi.

Tüm bu tartışmalarla beraber Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Covid-19 ile mücadele için açıkladığı ‘ekonomik istikrar kalkanı paketinde’ üretici köylü ve tarım yine yok sayıldı. “Ekilmedik toprak kalmasın” söyleminin yanında; uçak biletine KDV indirimi, otellerde konaklama vergisinin ertelenmesi, inşaat şirketleri daha çok ev satsın diye kredi kolaylığı sağlanması gibi bir dizi patronlara yönelik destekleme varken üretici köylü için hiçbir desteklemenin olmaması meseleye nasıl yaklaşıldığının göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette bu bakış açısı yukarıda değindiğimiz politikalardan bağımsız değildir.

Pandeminin açıklandığı dönem ülkemizde birçok ürünün ekim ve dikim aylarına gelmesi ve bununla beraber köylülere hiçbir desteğin verilmemesi zaten birçok sorunla boğuşan üretici köylülerin durumunun daha da kötüleşmesini beraberinde getirmektedir. İlk elden alınan pandemi tedbirleri kapsamında 65 yaş üstünün sokağa çıkma kısıtlaması çoğu yerde üretimde bulunan köylülerin yaş ortalamasının yüksek olması, var olan virüse karşı tarımsal alanda hiçbir önlem alınmaması nedeni ile üretimden kopmalarına neden olmuştur.

Bunun yanında ülkemizde tarımsal faaliyetlerin ana halkasından biri olan mevsimlik tarım işçilerinin var olan sorunlarına birde virüsün eklenmesi işçilerin yaşam koşullarını iyice zorlaştırdı. Mevsimlik tarım işçileri hiçbir önlem alınmadan güvencesiz bir şekilde virüs koşullarında çalışmak zorunda kaldılar. Ya da üretim alanına ulaşamayarak üretimden koptular.

Sağlıklı bir gıda ve tarımsal üretim için temiz toprak, hava ve suya ihtiyaç vardır. Temiz ve güvenilir gıda tartışmaları ile beraber iktidar yine kendi özünü yansıtarak krizi fırsata dönüştürmenin peşine düştü. Daha pandeminin açıklandığı ilk haftalarda 305 maden sahası ihalesini resmi gazete de yayımladı. Virüs krizini maden şirketleri lehine fırsata çevirdiler ve ülke geneli pek çok tarım alanı, meralar maden şirketlerinin talan ve tahribatına açık hale getirildi. Başta tarım alanları, yer altı su kaynakları, meralar ve hayvancılık hatta balıkçılık yine şirketlerin kar hırsına feda edildi.

Temel sorun ülkemiz gibi ekonomisi üretimle değil de dışarıdan alınan ürünlerin bedelinin artmasına rağmen dışarıdan alınmak zorunda bırakılmış olmanın sonucunda ve şimdi Covid-19 salgını gibi nedenlerle ihracat kısıtlamalarına uğrayan ürünlerin fazlaca olması yaşanacak krizlere işaret etmektedir.

Borçlarla yürüyen ülkelerde üretemediği durumlarda gereksinilen ürünlere ödenecek dövizin bulunamaması nedeniyle iç piyasada yaşanacak fiyat artışlarının pazara yansıyacaktır. Devamında ise ilk önce düşük gelirliler, yoksullar beslenme sorunları ile baş başa kalacaklardır. Önümüzdeki dönem ciddi bir gıda krizi ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu