Yorum

“Entegre stratejinin” hedefi: SEREKANİYE

Suriye’de toplumsal kaos ve kargaşa silahlı iç çatışmalarla sürekli ve kararlı bir hal aldı. Bu kaos ve karmaşanın kendi özgün iç yapısının yanında oldukça suni dış müdahalelerle de karmaşıklaştığını görüyoruz. Deyim yerindeyse Suriye’de yaşanan süreçte bir dizi çapanoğlu olduğu söylenebilir. Ne kadar şeytani ve uğursuz çıkar hesapları varsa, bugün bu bölgede yoğunlaşmış durumda. Sürece müdahil olmayan emperyalist güç kalmadığı gibi bu güçlerin bölgesel güç olma hesabı yapan ve aynı zamanda kendi toplumsal sürecini de doğrudan etkileyecek olmasının yarattığı çıkar hesabıyla etkin çalışan bir dizi bölgesel devlet de var. Şer eksenleri bölgesel yeniden dizayn sürecinde renklerini ve kokularını daha belirgin hale getirerek adeta bir hizalanma ve bloklaşma sürecini de örgütlüyor.

Bu bloklaşma süreci hem karmaşık bir biçimde ilerliyor hem de adı konmuş perspektifi ve ideolojik paydaları belirlenmiş saikler etrafında odaklanıyor. Ortadoğu’da bugün yaşanan gelişmeleri bu saflaşma ve ittifak arayışları ekseninde değerlendirmek ve yorumlamak önemlidir. Çünkü bütün siyasal söylemler, diplomatik girişimler, sıcak çatışmalar, ekonomik ilişkiler bu saflaşma ve ittifak politikasına odaklı yürüyor. Ama pek de kolay ilerlemediği bölgesel güçler, katmanlar arasındaki siyasal ve toplumsal çelişkilerin buna pek de müsaade etmediğini görüyoruz.

Ulusal, mezhepsel ve tarihsel olarak oluşmuş siyasal çatışmaların kolayca yönetilecek bir ittifak arayışını sağlayamayacağı görülmektedir. Ancak gelinen noktada özellikle ABD ve AB emperyalistlerinin Ortadoğu’da ekonomik ve siyasi çıkarlarına hizmet edecek, kurulu sisteme uyumsuz olan siyasal rejimlerin ve olası potansiyel risk taşıyanların uyumlu hale getirilmesi ya da berhava edilmesi ekseninde gerçekleştirilmeye çalışılan kaynaşma ve ayrışma Sünni mezhep ile Şii mezhebi ve onun bağlaşıklarının saflaşması olarak açığa çıkmaktadır. Bu noktada bu esasa dayanmakla birlikte özellikle kimi özgün toplumsal ve siyasal özelliklere sahip güçleri de dolaylı bir şekilde, sürece istediği biçimde angaje etmeye çalışmaktadır. Özellikle Filistin ve Kürdistan’ın dört parçasındaki özgün çelişkinin pek de bu hizalanmaya ve bu eksendeki paydaşlığa uymadığı görülmektedir. Ancak buralardaki çelişkileri ve özgünlüğü çeşitli formüller ekseninde hal yoluna koymak için yoğun bir uğraş dikkat çekmektedir.

Süreç Ortadoğu’da sadece siyasal rejimlerin değişmesi ya da yeniden dizayn edilmesi şeklinde değil aynı zamanda sınırların yeniden belirlenmesi ve oluşması eğilimi içinde ilerliyor. Bu durum var olan sınırların ve oluşmuş siyasal egemenliklerin bağımlı uluslarca artık kabul edilemez düzeye gelmiş hoşnutsuzluklar şeklinde olgunlaşan tarihsel ve toplumsal koşullarla doğrudan ilintilidir. Artık mevcut statüko ile yönetilemeyen bölgede, tarihin kapıları bu çelişkiler tarafından tekme tokat dövülüyor. Kuşkusuz o kapı kırılacaktır da. Bu çelişkiler de gözetilerek emperyalist neo-liberal zincirin zarar görmemesi ekseninde bölgede bir yoğunlaşma ve çözüm arayışı söz konusudur.

Sadık uşak: TC

Bugün bir yandan siyasal rejimler alaşağı olurken diğer yandan yeni statükonun kurulması, sınırların yeniden oluşması noktasında güçlü bir siyasal mücadele söz konusudur. Bu mücadele yoğunlaşmış biçimi olan savaşa da dönüşmekte ve daha büyük yoğunlaşmaların da koşullarını olgunlaştırmaktadır.

Ülkemizdeki iç politika da, dış politika da bu bölgesel gelişmelerden bağımsız ele alınamayacağı gibi buna endeksli bir şekilde gelişmelerin yaşandığını görüyoruz. Bölgenin bu yeniden dizaynı sürecinde girişken ve uyumlu AKP hükümeti, Türk egemen sınıflarının yüksek çıkarlarının gerçekleşmesi için oldukça iddialı bir şekilde emperyalizmin ajandasını kopyadan geçirerek kendininki gibi benimsedi. Öyle ki Kürt meselesi gibi tabu sayılan sorunlarda bile “kendini aşacak” tavizlere kapı aralayacağını gösterdi. Tabii bu girişkenlik ve cevvallik dış politikada savaşı göze alacak bir vitrine de sahip.

Suriye meselesinde adeta rüştünü ispatladı. ABD emperyalizmi Türk egemenlerinin kendilerine ve bölgesel çıkarlarına ne kadar sadık olduğunu bu süreçte test etti desek yeridir. Tabii aynı zamanda endişe verici sayılacak bir ufuksuzlukları ve bu açıdan bölgesel rollerini oynamada bu zayıf yanlarını da endişeli bir şekilde gözlemleme fırsatı buldular. Nihayetinden Suriye meselesinde atik ve enerjik bir şekilde sonuca gitme politikası TC’nin gözü kara bir sadakate sahip olduğunu gösterirken aynı zamanda bu aceleciliğin sürecin daha hızlı olgunlaşmasında bir beceriksizliğe ve zaafa işaret olarak yorumlanabilir.

Aynı durum Kürt meselesinde de söz konusudur. Zira yukarıda bahsettiğimiz ittifaklar meselesi bu bağlamlıdır. Özellikle İran-Suriye ve Irak gibi yeniden biçimlendirilmesi gereken ülkelerin toplumsal ve siyasal çelişkilerinin önemli bir unsuru olan Kürtlerin kazanılması, mümkünse ittifak edilmesi, değilse engelleyici bir noktada durmaması için yürütmesi gereken siyaseti bir türlü yürütememiş dişe dokunur bir mesafe kaydedememiştir. Bölgesel hesaplar açısından oldukça stratejik bir pozisyonda olan Kürtlerle TC henüz bir denge kurabilmiş değildir. Ulusal düşmanlığını bu bağlamda törpüleyememiştir. Özellikle Kürt Ulusal Hareketiyle mücadelesinde Kürt ulusunun dört parçadaki konumunu gözden kaçırmaktan kurtulamamıştır.

Nihayetinde Kürtlerle barışmak bir yana daha fazla düşmanlık tohumlarını ekmiştir. Kürtler sadece “iç düşman” değil aynı zamanda “dış düşman” da ilan edilmiştir. Kürtlerin dört parçada kazanacağı her türlü hakka karşı saldırgan, agresif ve düşmanca siyaset izlemektedir.

TC “sınır”larını aşıyor!

Suriye’de yaşanan süreç bunu daha berrak hale getirmiştir. TC, Esat karşıtlığının yanına Kürt karşıtlığını da koyarak Suriye politikasını şekillendirmiştir. Kürt ulusal haklarının bir bütün parçalarda kazanılmasına karşı bir mücadeleye kendini vakfetmiştir. Gelinen noktada Kürt ulusal hareketiyle uzlaşarak bölgesel politikalarını kolaylaştırıcı bir arayışa girmiş olması Türk egemenlerinin bu karşıtlığının üstünü örtmemelidir. Kürt ulusal sorununun geldiği toplumsal boyutu mevcut “geleneksel” yaklaşımıyla yönetmesinin zorluğu ve bu politikayla bölgesel rolünü oynamasının imkansız olduğunun bilinciyle Kürtleri yeni bir sözleşmeyle boyunduruk altında tutma gayretleri TC’nin tarihsel eğilimini ve Kürt karşıtlığını karartmamalıdır.

Ki Kürtlerin kazanımlarını sınırlamak ve Kürt Ulusal Hareketiyle sağlayacağı uzlaşmayı kendi lehine çevirmek için her türlü şeytani oyuna, her türlü araç ve yönteme başvurmaktadır. Gerek Kürtler arasındaki çeşitli çelişmeleri gerekse de Kürtlerin diğer parçalardaki ulus ve mezheplerle olan çelişkilerini sürekli ve sistemli bir şekilde körüklemekte ve buna fiilen ya da dolaylı olarak destek sunmaktadır.

Son olarak Suriye Kürdistanı’nın Serêkaniyê kentinde yaşanan durum buna örnektir. İlişkide olduğu çeşitli Suriyeli silahlı muhalif grupları her fırsatta Kürtlerin üzerine salarak Kürtlerin yeni bir savaş cephesine daha kavuşmasının gayreti içindedir. Bir yandan Kürt Ulusal Hareketiyle uzlaşma yolları ararken diğer yandan Kürtleri güçten düşürecek, onların ulusal kazanımlarını sabote edecek hamleler yapmaktadır. Kürtlerin Suriye’de izlediği denge politikasını bu şekilde bozarak kendi lehine yeni gelişmelere yol açmaya çalışmaktadır. Bu çeteci saldırgan grupları kendi sınırları içinde konumlandırmakta, onlara her türlü lojistik , askeri ve siyasi desteği sunmakta iken Kürtleri ise ekonomik ambargo ile sıkıştırmaya çalışmaktadır.

Kuşkusuz TC’nin Serêkaniye’ de uyguladığı politikanın bir ayağı da Kürt Ulusal Hareketiyle masa başında yürüttüğü mücadelede eline daha güçlü kozlar almak istemesidir. Zira Suriye Kürdistanı’ndaki ulusal hareketin gücü masa başında önemli bir argümandır. Serekaniye politikası TC’nin Kürt meselesini çözmedeki o ünlü “entegre stratejisinin” bir ayağıdır. Bu da sorunun TC açısından kendi egemenlik sınırlarını çoktan aştığının en net göstergesidir. TC bölgesel çıkar ve politikası için Kürtlere duyduğu ihtiyaç ile tarihsel Kürt düşmanlığı arasında adeta sıkışmıştır. Nerede olursa olsun, hangi coğrafyada olursa olsun daha fazla Kürt kanı dökmenin Kürtlerin burnunu sürtmenin, onları hizaya getirmenin bir yöntemi olarak görmektedir. Uzlaşma eğilimi taşırken dahi, hatta uzlaşmaya dair başbakanın dilinde Abdullah Öcalan kast edilerek “güzel mesajlar geliyor” sözlerinin tınısı kulaklardayken Kürtlerin kanı akıtılmaya, sınır tanımaksızın baskılar uygulanmaya devam ediliyor. Kuşkusuz bu yaklaşım onların deyimiyle “entegre stratejinin” bizim kavramsallaştırmamızla tasfiye ve tasfiyeciliğin bir ürünüdür.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu