Kültür&Sanat

(Öykü) Cino’yu ben öldürdüm!

Bu mekânda katil olacağımı hiç düşünmemiştim.

Üstelik ”kasten ve planlayarak” yaptığım iddiasıyla!

Ne denir bilmem ki böylesi durumlara hayatın cilvesi mi?

Zaman vicdan azabımın azalmasına, olayın unutulmasına ilaç oldu.

– Olan olmuştu.

– İsteyerek mi yapışmıştım?

– Otuz altı yılın üstüne “kasten cinayeti” eklesinler, söyleyin!

– Beni ihbar edin, ne duruyorsunuz!

Bu çıkışlarım bastırmaya yetmedi arkadaşlarımın tepkilerini. Unutmaya niyetleri de yok! Her yeni gelene bir fasıl anlatıyorlar Cino’yu, ardından beni.

Şu ana değin anlattıklarım sonuç.

Olayın başlangıcı değil, başı da var!

Cino’nun tüyleri siyah ve yapış yapış, fazla jöle sürülmüş gibi. Dikkatli bakıldığında tüylerinin arasında beyazlıkların olduğunu görebilirsiniz. Aksi siz de diğerleri gibi sevimsiz karga yavrusu derdiniz. Öyle olmadığını gözlerine baktığınızda anlayabilirdiniz. Küçük siyah gözlerini gözlerine dikip;

“Uçur beni!” yakarışlarında tutsaklığımızı gördüğümüzde “kader” ortağı olduğumuzu anlamamız zor olmazdı.

İşte o sebepten Cino da havalandırmadayken biz de mutlu olurduk.

Yüksek duvarlara meydan okuyan bulutlar, güneş, rüzgar, martılar, yaramaz serçeler bütün renkleriyle yaşamın devam ettiğini kulağımıza fısıldardı.

Cino bizden şanslıydı.

– Gark, gark, diye öter ötmez annesi babasını alıp gelir, ötüşüne eşlik ederdi.

– Gark, gark, gark! Buradayız yavrum dercesine.

Böylesi zamanlarda Cino’yu görmeliydiniz, kanat çırpışları hızlanırdı. Kırık kanadıyla sekerek zıplar, avazı çıktığı kadar ötmeyi ihmal etmezdi. Annesi önce havalandırma duvarına konar bizi gözetlerdi. Uygun anı yakaladığında havalandırmadaki pencereye tüner, konacağı yerin güvenli olup olmayacağını anlamaya çalışırdı.

Biz konuşuyorsak susar, yürüyorsak kenara çekilirdik.

Annesi Cino’nun yanına konduğunda ötüşleri daha da hızlanırdı.

– Neden, neden beni burada bırakıyorsunuz? Dediğine yorardık bu kanat çırpışlarını.

Cino’nun babası havalandırma duvarının üstündeki jiletli telde istifini bozmadan izlemeye devam ederdi.

Cino’nun ısrarlı soruları karşısında annesi:

– Bir şeyler yemelisin deyip gagasını Cino’nun gagasına dayardı.

Cino ne yapardı beğenirsiniz, annesinin ona yedirmeye çalıştığı yemleri beğenmezdi. Yem seçerdi(!)

Anne karga:

– Gark, Gark, onun da zamanı gelecek. Önce yem yemelisin, deyip simsiyah gagasını yavrusunun gagasına dayardı.

Cino kanadını sürüye sürüye işi inada bindirirdi. Anne karga yorulana kadar yavrusunun peşinde dolanıp dururdu.

Cino’nun derdi yem değildi ki, uzun duvarların üzerinde yükselen mavilikti. Tıpkı annesi, babası gibi uçup kurtulmak istiyordu. Kapana kısılıp kalmanın ne olduğunu iyi bildiğimizden Cino’nun ruh halini anlardık. Zamanında müdahale edilmeğinden kanadını iyileştirme koşulumuz yoktu. Biz ne kadar özgürsek Cino da o kadar özgürdü; yani havalandırma duvarlarına sığan gökyüzü kadar.

 

Alkatzar kuşçusu

Eylül ortalarındaydık havalar birden soğuyunca Cino için endişelenmeye başlamıştık. Akşama doğru havalandırma kapısı kapanmadan volta atıyorduk. Aklıma “Alkatzar kuşçusu” geldi.

Arkadaşlar:

-Alkatzar kuşcusu mu? Diye tekrar etti hep bir ağızdan.

Demek seyretmemişlerdi, ballandıra ballandıra anlatabilirdim:

Filmin kahramanı pek de tekin biri değildir, tıpkı diğer arkadaşları gibi. Yaşadığı hayata sevgiyi, kirletilememişliği ona hatırlatan annesinin fotoğrafıdır. O cebinden annesinin resmini çıkarmış özlemle bakarken adamın biri sevgilisi olduğunu düşünerek açık saçık laflar eder. Adamın söylediği her kelimeye karşılık yumruk savurur, adamı öldürür!

ABD gibi “gelişmiş” ülke de olsa tutsakların yaşamı ülkemizdekinden farksızdır. Alkatzar kuşçusu, disiplin yasakları nedeniyle “sicili” iyi olmadığını için kaldığı hapishaneden adaya; Alkatzar’a sürülür.

Alkatzar, tecrit ve tretmanın en ağır uygulandığı hapishanedir. Gardiyanın, müdürün keyfi tutumları tıpkı F Tipleri’ndeki gibidir.

– Sorun çıkarmazsan atölyede çalışabilirsin.

– Sorun çıkarmazsan bir parça ekmek fazla yiyebilirsin.

– Sorun çıkarmazsan… vaatlerine kulaklarını tıkar.

Alkatzar’a adımını attığı andan itibaren firar etmeyi düşünür, araştırır. Sonunda güvenilir bulduğu arkadaşlarıyla “en güvenli” ada hapishanesinden firar etmeyi başarır. Maalesef işler planladığı gibi gitmez. Alkatzar’a ada hapishanesine ağırlaştırılmış müebbet cezasıyla geri getirilir. Aylarca kimseyi görmez, konuşmaz. O umutsuzluk içinde birbirinin aynı günleri geçiredururken fırtınalı bir günde volta dönüşü kuş ötüşü duyar.

Siyah tüylü serçe yavrusu hücresine şenlik olur. İçine kapanık nemrut suratlı adam gülmeye, serçeyle konuşmaya başlar. Kuşlara hastalanıp ölmeye başlayınca bildiği okuduğu, duyduğu her şeyi dener, kuşların ölümünü durduramaz. Fakat onların ölümüne neden olan virüsü bulur. İlaç yapımı için gerekli malzemeleri hapishane idaresi temin etmeyince annesi bu durumu basına yansıtır. Alkatzar kuşçusu hastalığa karşı hem antibiyotiği bulur hem de tecrit ve tretmanı çözümleyen kitap yazmaya başlar.

Filmi anlatmayı bitirdiğimde Cino’yu içeri almama karşı çıkan olmadı. Bir arkadaş Cino’yu yakaladı, ben de bemiks vitamininden azıcık ezip suya karıştırıp içirdim. Gece üşümesin diye önceden hazırladığımız karton kutuya koydum.

Sabah uyandığımızda Cino ölmüştü!

Yabani karga yavrusunu kutuya kapatarak ölümüne neden olmuştum. Kanadı kırık bir kuş olsada beklide benden fazla havlandırmada kalmasını, özgür olmasını kıskanmıştım (?)

Sekerek dolandığı havalandırmada rüzgâr annesinin kokusunu, serçeler umudu, ürkek kumrular sevgiyi, martılar özgürlüğü fısıldıyordu. Üstelik geceleri çatıya konan iri gözlü, sivri gagalı baykuş Cino’yu tehlikelerden koruyordu. Oysa ben, havalandırma kapısı kapanınca bunlardan mahrum kalıyordum.

Cino’ya vitamin vererek Alkatzar kuşçusuna özendiğimi iddia etsem de, karton kutunun içinde yaşattığım tecrit gerçekliğini değiştiremiyordu. Hava soğuduğunda Cino kırık kanadını sürüyerek ne kadar dolanırdı bilmem… Ama kutunun içinde kıstırılmışlığı yaşamak istemeyeceğinden eminim.

Biz politik tutsaklar yıllarca kalın duvarlar umutlarımız tazeliğini korur. Mazgallı kapılardan zılgıtlarımız ana maltaya taşar.

Suyumuzu yağmurdan, tuzumuzu havadan umudu doğan güneşle çoğaltırız.

 

Gebze Kadın Hapishanesi’nden Tutsak Partizanlar

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu