MakalelerPusula

Örgüt; ilkeleri, hukuku ve kolektif işleyişiyle vardır -2-

Bir önceki sayımızda üzerinde durduğumuz örgüt ve ilkeler konusunda aslında dönüp dolaştığımız yerlerden biri de “ben-merkezci” yaklaşımlardı. Kendini örgütün üzerinde gören, herkesten fazlasını ve iyisini bilme iddiasına sahip bu subjektif bakış açısı, bir kere “kazanıldı” mı, kişinin tüm örgütlü yaşamına, yoldaşlarına bakışına, görevlerini yapış şekline ve oradan da politik süreci yorumlama biçimine ve görevleri belirleme yöntemine dek belirleyici hale gelir.

Günlük yaşam ilişkilerimizde “dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanma” şeklinde ifade ettiğimiz bu bakış açısının biz sadece birkaç noktadaki yaklaşımlarına değinelim.

 

Binlerce gözün ve aklın ortak iradesidir parti

İki tane gözün varsa senin,

binlerce gözü var partinin.

Her yoldaşın bildiği kendi kenti,

Beş kıtanın beşini de biliyor parti

Parti, tam da Brecht’in bu şiirinde ifade ettiği gibi, tek tek “biz”lerden ve “biz”lerin aklının, gözünün, iradesinin, pratiğinin, deneyiminin vs. vs. daha üst bir nitelikte birleşmesiyle oluşmuştur. Tıpkı Lego parçalarının oluşturduğu bir şeklin, o parçaların tek tek niteliğinden üstün olması gibi Parti de, bireylerin tek tek niteliğinin üstünde bir niteliğe sahiptir.

Kendini binlerce gözü, kulağı, aklı olan bir partinin üzerinde gören, herkesten iyi bildiğini düşünen kişinin ideolojik olarak durduğu yer nettir, ama gideceği yer ise çoğunlukla örgütün yaklaşımına bağlıdır.

Bu hastalığın teşhisi kadar (ve hatta ondan daha önemlisi) hastalığın kaynağıdır. Ben-merkezci yaklaşım, (diğer birçokları gibi) esasta Partinin örgütsel ve politik olarak zayıfladığı dönemlerde bulur bu kaynağı. Ülkemizin yarı-feodal toplumsal yapısının da fazlasıyla zemin hazırladığı bu şekillenmeye, örgütü ilkeleriyle ve kolektif yapısıyla geliştirmek yerine giderek örgütün üzerinde her şeye müdahale edebilen, her şeyi tüm diğer yoldaşlardan daha fazla bilen-gören bu yoldaşlara rastlanabilir.

Örneğin bir alanda, iş yapan, gözü kara, politik olarak diğer yoldaşlara göre bir adım önde olan bir yoldaş, ilkeler ve kolektif mekanizmalar yaşama geçirilmediği durumda, o alanda “merkez” konumuna ulaşır. Tüm pratikler ve politikalar bu merkezden şekillenmeye başlar. Bu “merkez” çökünceye kadar, bir türlü o alanda 2 kişi olunmaz, olunsa da bu “merkez”in gölgesi konumunun çok da ötesine geçmez. Bir toplantıya katılmak gerekiyorsa, o katılır; bir iş yapılacaksa önce ona sorulur; var olduğu ve iş yaptığı sürece tüm diğer zaaflar ve gedikler üzerinde pek durulmaz… Bu durum çoğu yoldaşın da “iş”ine gelir; zira sorumluluk-inisiyatif almak, sorulara yanıt bulmak, kitle karşısında konuşmak vs. bu toplumsal yapı içinde öyle çok istenen, özenilen durumlar değildir.

Kolektif mekanizmaları kurmak elbette kolay değildir; ancak ben-merkezci bir konumda olan bir yoldaşın varlığı bu durumu neredeyse imkansız hale getirir. Çünkü ben-merkezcilik demek aynı zamanda yoldaşlara derin bir güvensizlik demektir. Onların her şeyi kendisi kadar bilmediği, kendisi kadar iyi yapamayacağı, kendisi kadar politik olmadığı vs. vs. tezler üzerinden şekillenen bu güvensizlik, yoldaşların gelişiminin önünde bir set halini alır. Gerçekte ise o set, yoldaşların kendilerine güvensizlikleri-inisiyatifsizlikleri-deneyimsizlikleri değil, onları geliştirmeyen yapının kendisidir.

Sürekli aynı noktada kalıp da, etrafında kimseyi örgütleyemeyen, inisiyatiflerini-kendilerine güvenlerini geliştiremeyen, kendisinin yerine bir işi yapabilecek tek bir kişi bulamayan bir yapı-kişi ne kadar önderlik edebilir. Çevremizdeki yoldaşlar hata yapabilirler, bizi tam istediğimiz gibi temsil edemeyebilirler, yanlış kararlar alabilirler. Çok muhtemeldir ki, yoldaşlarına güvenmeyenler de zamanında bu hataları yapmışlardır (hala da yapıyor olabilirler). Oysa her hata-deneyimsizlik bizler için aynı zamanda bir eğitim çalışmasıdır. Nasıl ki, ben olmadığımda yerim belki biraz daha deneyimsiz, politik olarak biraz daha az yetkin ama her halükarda dolduruluyorsa, var olduğum süreçte de doldurulabilir demektir. Ama sorun sadece basit bir  “yer doldurma” da değildir; kolektif mekanizmanın oluşturularak, yoldaşların o kolektif mekanizma içinde görev-sorumluluk vs. alarak yetkinleşmesidir.

Ben-merkezci kişilik, aynı zamanda mevcut toplumsal yapıya oldukça uyumludur. Yukarıda belli oranda bahsettiğimiz yarı-feodal yapının yarattığı kişiliklerin kendine güvensiz, sorumluluk almaktan kaçan, inisiyatifsiz hali, bu “merkez”lerin elini güçlendiren bir pozisyon da yaratır. Son yıllarda, kadın örgütlülüğümüz tarafından çalışmalarında daha çok “kadınlara özgü” bir noktada ortaya konulan bu özellikler, gerçekte kadını erkeğiyle tüm toplumsal yapımız için geçerlidir. [Erkeklerin, son tahlilde kadınlar ve kendilerinden daha güçsüz erkekler üzerinden kendilerini gerçekleştirebilmelerinin zemininin olmasını göz ardı etmek elbette mümkün değildir.] Nitekim, ben-merkezci kişiliklerin, etraflarında kendilerine koşulsuz biat eden bir kitle yaratabilmelerinin toplumsal zemini fazlasıyla mevcuttur.

Yoldaşlarına güvensiz olan bu “merkezler” elbette ki yoldaşlarının aldığı kararlara, gerçekleştirdikleri pratiklere, yerine getirdikleri temsiliyetlere vs. vs. güvensiz yaklaşırlar. Oysa ilkeler çok açıktır; kim olursa olsun bu ilkeler herkes için geçerlidir demiştik. Tüm bu çarpıklıklar olması gerektiği gibi kolektif mekanizmalara yerini bırakmalıdır ki, herkes nefes alabilsin, politikleşebilsin, görevlerini daha iyi yerine getirebilsin. (Bitti)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu