Güncel

GAZETECİLER “OBJEKTİF” VE “TARAFSIZ MI?”

Gazeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanması; gazetecilik-gazeteciler tartışmasının, parantezine daha geniş bir kesimi alarak büyümesine vesile oldu. Şık ve Şener’i tutuklanması yalnızca AKP karşıtlarında değil AKP’nin kendi tabanında da rahatsızlık yarattı. Bunu, AKP basın bürosu gibi çalışan gazetelerin yazdıklarından da anlamak mümkün. Görünen o ki AKP hem de genel seçimler öncesi ayağına bir kurşun sıktı, bindiği dalı kesti. AKP eliyle yürüten Ergenekon operasyonlarının “devletin temizlenmesi”, “darbecilerden hesap sorulması” retoriğinden çıktığı algısı son gözaltılarla daha pekişmiş oldu.

 İfade ve basın özgürlüğünden dem vuranlara her zamanki üslubu ile “çatan” Erdoğan, gazetecilerin gazetecilik yaptıkları için değil, “terör örgütü üyesi” oldukları gerekçesiyle tutuklandıklarını ilan etti. Erdoğan’ın konuşması henüz bitmeden, AKP sözcüsü basın bir anda gazetecilerinde suç işleyebileceğini keşfetti.

Tartışma bu kısır döngü içine çekilerek darlaştırıldı. Erdoğan’ın bu “ilginç” yaklaşımına geçmeden daha enteresan olanına bakalım; “8 yıldır kimin manşetine karıştık!” Erdoğan oldukça iddialı! Ülkemiz gazeteciler için adeta bir özgürlük cennetiymiş!? Öyle mi gerçekten?

Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler raporuna göre; Türkiye, basın özgürlüğü sıralamasında 178 ülke arasında 138’inci. AKP’nin hükümet olduğu 2002 yılında 108 radyo ve televizyon 3 bin 220 gün yayın durdurma cezası aldı, iki radyo da kapatıldı. 75 radyo ve televizyon uyarı alırken, 10 gazete ve dergi toplam 78 gün kapatıldı. Yıl içerisinde 27 yayın organına baskın gerçekleştirildi, 23 kitap ve 61 dergi, 80 günlük ve haftalık gazete de toplatıldı ya da yasak yayınlar kapsamına alındı. 2010 yılında ifade özgürlüğü kapsamında 790 kişiye para cezası kesildi. Adalet Bakanlığı verilerine göre; 2010’un ilk 6 ayında basın alanında açılan soruşturma sayısı 5 bini geçerken, bunların 2 bini davaya dönüştü. Halen 50’den fazla gazeteci hapishanede. 29 gazeteci ve kuruluş hakkında da hapis ve para cezaları bulunuyor. Örneğin yalnızca Günlük gazetesi 2006 yılından bu yana 35 kez kapatıldı, 83 kez de yayın durdurma cezası aldı. Sözünü ettiğimiz; yayın durdurma, kapatma, para cezaları ve baskınların hedefinde devrimci- sosyalist ve yurtsever basının olduğunu ise sanırız hatırlatmaya gerek yok. Ortaya çıkan tablonun da gösterdiği gibi Erdoğan açıkça demagoji yapıyor, yalan söylüyor! 

Öte yandan basın-yayın yoluyla işlenen suçlar daha önce yalnızca Basın Kanunu kapsamında değerlendirilirken yapılan değişikliklerle kapsam genişletildi. Basın yoluyla işlenen suçlar, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamında Ağır Ceza mahkemelerinde görülmeye başladı. Gazetecileri, yazdıkları yazılar yüzünden, ama TMK kapsamında örgüt üyesi olmak suçuyla yargılarsanız elbette kimse gazetecilikten kimse içerde olmamış olur! Ne kadar akıllıca değil mi? Erdoğan’ın “kimse gazetecilikten içerde değil” söyleminin arka planında da bu gerçek yatıyor.

 Oldukça kapsamlı ve çokça su kaldıracak bu konudan yine gazetecilik-gazeteciler tartışmasına odaklanalım. Zira tartışmanın sağlıklı ilerleyebilmesi için güzergahın ve zeminin doğru olması gerekir. Öncelikle bugün “Basın Özgürlüğü yok” çığlıkları atanların önemli bir kısmının haklı ama aynı zamanda tutarsız olduklarını dile getirmeliyiz. Yukarıda bir kısmına yer verdiğimiz bu hak ihlallerine karşı İstiklal Caddesinde “basın özgürlüğü” miğrefi takmış Cumhuriyet, Aydınlık ve benzerleri neredeydi? O zaman da insanlar haber yaptıkları, yazı yazdıkları ve fotoğraf çektikleri için gözaltına alınıyor, baskı görüyor, tutuklanıyordu!

AKP ile klik dalaşında yenilgi alan, mevzilerini kaybeden ve bu yüzden daha sert bir muhalefet yürüten bu kesimlerin gerçek anlamda ülkemizde “ifade özgürlüğü” istediğine inanmak oldukça zor. Mızrak’ın ucu onlara dokunduğuna “özgürlük”, “diktatörlük” çığlıkları atmaktadır. Peki bu şaşırtıcı mı? Elbette değil. Çünkü gerçekte “tarafsız basın”, “gazetecilik” yoktur. Her söylem, haber ve yazı sınıflardan oluşan toplumun bir kesiminin rengini taşır. Bu yüzden de sözcülüğünü yaptığı sınıfın çıkarları ekseninde bir taraf seçer.

“Tarafsız”, “objektif”, “güvenilir” basın popüler ve ajitatif söylemler olmanın ötesinde gerçek yaşamda hiçbir anlam ifade etmez. Bu yanıyla elbette biz de tarafsız değiliz. Aksine taraf olduğumuzu büyük harflerle, kalın çizgilerle net bir şekilde ifade ediyoruz! Tarafız; ezilenden, sömürülenden, işçi ve emekçilerin özgürlük kavgasından, imha ve inkâra maruz kalan tüm milliyetlerden yana tarafız! Daha da önemlisi bu mücadelenin bir parçasıyız. Bataklığın kurutulması ve sömürünün bir bütün olarak ortadan kaldırılmasını hedefliyoruz.

Bunu da gazetecilik mesleğinin elverdiği çerçevede yaşama geçirmeye çalışıyoruz. İşçilerin direnişlerini, köylülerin eylemlerini, Kürt halkının serhildanlarını, zulme uğramış herkesin isyanını yazıyoruz, yayımlıyoruz. Ve gerçek gazetecilik yaptığımız için tutuklanıyoruz. Tıpkı Suzan Zengin gibi.

Ama yine de itiraf etmeliyiz ki “ifade ve basın özgürlüğünü” yalnızca taraf olduklarımız için istiyoruz!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu