Kadın

“Gerçek dışı” ve “yapay” bir konu olarak “soyadı”

Kadının, evlendiği erkeğin soyadını almasından, çocuğa (kadın ve erkek boşanmış dahi olsa) babanın soyadının verilmesine kadar “soyadı” üzerine yapılan hiçbir tartışma anlamsız ve de gereksiz değildir. Zira bu tartışmanın kökenleri, kadının ilk yenilgisini almasına, yani anasoylu düzenin yıkılışına kadar inmektedir ve ataerkil yapının dayandığı baba soylu düzenin “uygar toplum”daki ifadesidir diyebiliriz.

[“Analık hukukunun yıkılışı, kadın cinsin büyük tarihsel yenilgisi oldu. Evde bile, yönetimi elde tutan erkek oldu; kadın aşağılandı, köleleşti ve erkeğin keyif ve çocuk doğurma aleti haline geldi.” (Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, sf. 68-69, Sol Yayınları)]

Dolayısıyla geçtiğimiz Haziran ayında Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin aldığı bir kararı sadece bir “hukuk cinayeti” olarak değerlendiremeyiz tek başına. Olayın kısaca anlatımı şu şekilde… Eşinden boşanan bir kadının, boşandıktan sonra çocuğuyla farklı soyadlarını kullanması, hem resmi işlemlerde hem de çocuğun psikolojisinde sorun yarattığı için çocuğuna kendi soyadını vermek üzere açtığı ve yerel mahkemede kazandığı dava, Yargıtay tarafından bozuldu. Bozulma gerekçesi ise ibretlikti: “Böyle bir uygulamanın nüfus kütüklerindeki kaydın güvenilirliği ve istikrarı zedeleyeceği gibi asıl bu gibi uygulamalar çocuğun ruh hali üzerinde çok derin ve etkili travma yaratacaktır.”

Oysa, Anayasa Mahkemesi 2011 yılında Siirt’te açılan bir dava ile Medeni Kanun’da yer alan “evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği soyadı alır” cümlesi iptal edilerek “boşandıktan sonra” çocuğa anne soyadı verilebilmesinin önünü açmıştı. Ancak kadınlar lehine olabilecek tüm değişikliklerin kağıt üzerinde kaldığının bir kanıtını daha Yargıtay kararıyla görmüş olduk.

Zira kararın gerekçesinde bu değişikliğe de atıfta bulunulmasına karşın “çocuk, ana ve baba evli ise ailenin” soyadını taşıyacağı hükmünün hala geçerli olduğu ve ailenin soyadından kastın da çok açık bir şekilde babanın soyadı olduğu gözümüze sokulmuş, kafamıza vurulmuştur (bir kez daha). Nitekim, aynı yasada ve aynı maddede yer alan “Ailenin reisi erkektir” ibaresinin kaldırılmasının bir işe yaramadığını, cümlenin devamındaki tarifi koruyarak reisliği kimseye kaptırmayacaklarını da kararlıca ortaya koymuştur erkek yargının erkek yargıtayı.

Üstelik bunu yaparken öyle pervasız ve de öylesine her şeyi bilirdir ki, çocuğun psikolojisinin bozulmadığına hükmetmiş; aksine, “hadi diyelim ki” mevzuat izin verdi ve kadının lehine bir karar çıktı; o zaman “çocuğun yararı açısından velayetin babaya yeniden verilmesi hallerinde bu kez baba, velayet hakkına dayanarak tekrar çocuğun soyadını değiştirmek isteyecektir. Madem ki velayet kimde ise çocuk onun soyadını taşıyacaktır o halde baba bu haktan mahrum edilemez” deyip, hayali bir senaryoda dahi erkeğin “mahrumiyet”ini görüp kadının talebini reddetmiştir. Öyle ya, baba bu haktan mahrum edilemez, ama kadının zaten öyle bir hakkı yok ki!!!

Nasıl bir heyetse artık, “asıl bu gibi uygulamaların çocuğun ruh hali üzerinde çok derin ve etkili travma yaratacaktır” deyip bir de uyarı çekmiştir: “anne ile babanın ya da ailelerin çocuk üzerinden inatlaşarak onun yararlarını hiçe sayıp, hukuken oluşmuş statüleri gerçek dışı ve yapay sebeplerle değiştirmeye çalışmalarına izin vermemeleri, söz konusu istemlerine alet olmamaları gerekir.”

Mesele hiç de “gerçek dışı” ve “yapay sebeplere” dayanmıyor sayın Yargıtay üyeleri! Nitekim bunu siz de iyi biliyorsunuz ki, kadınlarla bu denli “inatlaşıyorsunuz”.

Göreviniz, elbette “erkeği ve erkeğiyle bölünmez bir bütün olan ataerki”yi korumak olunca bu tür kararlara imza atmayı sürdüreceksiniz. Çünkü, kadının “büyük tarihsel yenilgi”si ile yıkılan anasoylu düzenin yerine gelen ve bugün de sömürü sisteminizin en önemli dayanaklarından biri olarak kullandığınız ataerkiyi bize karşı korumak zorundasınız. Biz sizi anladık! Siz de bizi anlayacaksınız!!!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu