GüncelManşet

Geyiksuyu çiçeklerine…

Her gerilla değerdir, her gerilla değerlidir. Değerli insanlarda yaşar. Fakat gerillalar ait olduğu savaşlarda yaşar. Savaş bitmeden hiçbir gerilla ölmez; yaşarlar halk savaşında, yaşarlar halay başlarında, yaşarlar türkülerde, yaşarlar gerillanın her nöbetinde…

Her gerilla değerdir, her gerilla değerlidir. Onları değerli kılan şey, ölümü küçük bir ayrıntı olarak görmenin fedakârlığında gizlidir. Yükleri ağır… Birçok yoldaşının yerine de sıkılması gereken mermileri var ellerinde… Bir de ellerinde olmayan ölüm gerçekliği, kavganın seyrinde. İç acıtan ölüm gerçekliği… O zaman da geride kalanların yükleri ağırlaşıyor. Bir mermi olup dolmak istiyor namluya. Namlunun ucu anıları gösteriyor sonra… Anılarda patlıyor mermi. Hüzün olup giriyor yüreğe. Sonra gülümseme olup çıkıyor gözlerde.

Daima izleyen gözlü yoldaşımız…

Kan kesmiş ovalar üstünde Mayıs

Uçmuş bir kuş tüyü hafifliğinde

Çelik kadavrası korugan’ların

Ölünmüş, cânım, ölünmüş

Murat alınmış…

Ahmed Arif

Murat’ın en sevimli özelliği buydu belki de… Utangaç bakardı, sessiz kalırdı ama daima izlerdi. Hiç sıkılmadan, bir an bile sorumluluk duygusunu kaybetmeden öyle izlerdi, öyle sonuçlar çıkarırdı ki, utangaçlığından suskun kalan diline inat, gözlerinden okurduk eleştirilerini… Şaka maka o ne bakışlardı be! Saatlerce konuşmaya, paragraflarca yazıya bedeldi. “Gözler kalbin aynasıdır” derler. Yüreği o kadar saf sevgiyle doluydu ki Murat’ın, hiçbir kötülük girememiş içine. Bu yüzden hemen anlardı yanlışı, yanlış olanı o yürek. Biz de onun gözlerinden öğrenirdik ne yanlış, neresi yanlış? Belki de bu yüzden utangaç bakışlarıyla hatırlıyoruz Murat’ı… Yanlış olanın yerine de utanan gözlere sahipti o. Bu sorumluluk duygusu tanış olan-olmayan herkesçe hemen hissedilirdi. Bir hal-hatır sorması bunun için yeterliydi. Eli sıkıca kavrayıp, vurgulu bir tonda, “Nassın, iyisin?” dediğinde o samimiyet hemen geçerdi karşısındakine. Dost sarılışı diyince, Murat’ı tanıyan herkesin aklına eminiz ki ilk o gelecektir.

Murat için “emekçi bir yoldaştı” cümlesi az gelir. Ne desek bilmiyoruz. Aynı gün içerisinde, Murat’ı hem köyde çalışırken, hem üniversite de derslerine girerken, hem de bir kafede çay dağıtırken görebilirdiniz. Elinden her iş gelirdi. Güzel bağlama çalıp, güzel türkü söylerdi mesela…

Bak bize söylediğin son türkü geldi aklımıza. “Seni dağlara süreceğim yüreğim… Omzunda çapraz kalsın mavzerin… Namluya sürüldü mermin.”

Sazın da, sözün de, bakışın da bize emanet Murat Yoldaş… Daima…

Daima sorgulayan gözlü yoldaşımız

Haydar’ı tanıyanlar bilir. O tam bir devrimci neferdi. İlkeleri söz konusu olunca -ki birçok ilkesi vardı- tavizsizdi. Mesela devrimin görevleri olunca -ki “bir devrimci 24 saat görev başındadır” derdi- gözü karaydı. Gözünün karası tenine de sinmişti. Bu yüzden yoldaşlarının Kara’sıydı o. Onu sevenlerin Haydo’su, Komsomol’un Rıza’sı, dağların Sinan’ı tüm yoldaşlarının Kara’sıydı o.

Devrimin görevlerini tüm ihtiyaçlarından önde tutardı. Öyle ki üstüne-başına bile pek özen göstermezdi, işin gerçeği biraz paspaldı. Ama hayatımızda gördüğümüz en güzel paspal insan kuşkusuz Haydar’dı. Paspallığı bir sonuçtu aslında. Nedeni ise oldukça basit. Haydar doğallıktan yanaydı. Haydar oldum olası doğallığın timsali gerilla sadeliğinden yanaydı. Biriktirmekten kaçınırdı hep. Tüm yaşamını bir gerilla titizliğiyle, bir gerilla özlemiyle planlar ve yaşardı da.

Sabahları erken kalkardı… Ve kaldırırdı! “Bu saatte işçi sınıfı uyanmışken, devrimciler yatar mı hiç?” diyerek uyanmakta direnenlerin üzerine atlardı.

Yaşına cüssesine göre hep olgun görünürdü. Onu gören herkes ağırlığından çok fazla yük taşıdığını hemen anlardı. Hep elinden gelenin fazlasını yapmayı telkinlerdi… Ve hep elinden gelenin fazlasını yapardı. Zorlu görevlerin insanıydı. Zorlu görevler erken olgunlaştırdı Haydar’ı… Bir tek abisiyle didişirken görürdük onun çocuk yüzünü. Bir türlü kabul etmezdi abisinin ondan daha yakışıklı olduğunu. Biz de moral vermek için, dünyadaki en paspal insanın da kendisi olduğunu söylerdik. Sinirlenince o kadar sevimli olurdu ki, onu sinirlendirmemek elde değildi.

Şimdi ölüm düştü avuçlarımıza…

Dudağımızın bir kenarı inadına gülümseyecek. Bir kenarı da senin sevdiğin savaş türkülerini söyleyecek. Sen de söyle Kara… Duymasak da biliriz. Ayrı ayrı söyleriz görüşünceye dek. Sonra nasıl olsa hep birlikte söyleyeceğiz, o fırtınada…

Kavga amansız ve katı

Kavga dedikleri gibi destansı

Kurşuna diziliş, yok oluş sonra

Her şey o kadar yalın ve mantıksal

Ama birlikte olacağız o fırtınada…

Vapstarov

Bafra Hapishanesi Tutsak Partizanlar

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu