GüncelMakaleler

YORUM | Bebeğe “Tektaş”tan Türbana!

Ekonomik krizin şiddetlendiği ve halkın yoksullukla boğuştuğu bir dönemde, kılık kıyafet üzerinden yaşanan ve tekil örnekler üzerinden “sistematik ve organize” saldırılar olarak propaganda edilen durum elbette tesadüf değildir.

Geride bıraktığımız haftada özellikle de sosyal medyada türbanlı kadınların eğlence, mevlit, kına vb. görüntüleri çokça paylaşıldı.

Türbanlı kadınların bu görüntüleri üzerinden AKP iktidarının “İslamcı”, “Müslüman” kimliğinin sorgulanması ve böylelikle iktidarın yıpratılması amaçlandı. Özellikle Eski Sağlık Bakanlığı Müşaviri Ahmet Emin Söylemez ile eşi Büşra Nur Çalar’ın çocukları için yaptığı mevlit ve bebeklerine taktıkları “tektaş yüzük” çokça konuşuldu ve yorumlandı.

Kimi yorumcular bu görüntüler üzerinden AKP’nin 17 yıllık iktidarı süresince zenginleşen, palazlanan, “İslamcı burjuvazi”nin görgüsüzlüğü üzerinde durdu. Türkiye halkının ekonomik krizle boğuştuğu, ekonomik nedenlerin de etkisiyle toplu intiharların yaşandığı bir gerçeklikte, “AKP burjuvazisi”nin bu görüntüleriyle toplumda bir tepki yaratılması ve böylelikle iktidarın yıpratılması amaçlandı.

AKP-MHP iktidarının karşı atağı ise gelmekte gecikmedi. Sokakta türbanlı bir kadına yönelik saldırının ardından başlayan tartışma, mecliste türbanlı bir AKP milletvekili üzerinden sürdü. Ardından yine türbanlı bir öğretmene saldırı haberi geldi. Havuz medyası hızını alamadı, yurtdışından da türbanlı kadına saldırı haberini geçti. Başörtülü kadınlara saldıran kadınların “halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek”ten tutuklanmasıyla birlikte tekrar bir “türban” tartışması içine girildi.

Burada bir noktanın özellikle altını çizmek gerekir; AKP’nin 17 yıllık iktidarı döneminde, kendisini Müslüman, İslamcı olarak tanımlayan bir kesimin devlet olanaklarını kullanarak palazlandığı doğrudur.

Örneğin AKP iktidarı döneminde sadece ihale yasasının tek bir maddesinin, tek bir fıkrasına dayanılarak 20 şirkete verilen 46.6 milyar liralık ihale bile bugünkü lüksün, şatafatın yanında adaletsizliğin ve yoksulluğun nedenini göstermeye yetmektedir.

Örneğin Çiğdem Toker’in yeni çıkan “Kamu İhalelerinde Olağan İşler” kitabında konu hakkında şu bilgiler yer almaktadır: “İhalelerde 20 şirketin adı ön plana çıkıyor. Bunların başında da her zaman olduğu gibi Cengiz, Limak, Kolin, Kalyon geliyor. Bu süreç içerisinde Kolin 10.2 milyar, REC 5 milyar, Kalyon 4.4 milyar, Cengiz 4.1 milyar, Makyol 3.8 milyar, YSE 2.3 milyar Özgün 2.2 milyar, Limak 2.1 milyar liralık ihaleyi davet usulü almış. Bu 20 şirkete altı yılda davet usulü verilen ihalelerin toplamı 46.6 milyar lirayı buluyor. Buna KÖİ’ler, diğer ihaleler, enerji işleri vb. dahil değil” (Aktaran; Bahadır Özgür, Gazete Duvar, 15 Kasım, 2019).

Dolayısıyla AKP’nin iktidarda olduğu yıllar boyunca devlet olanaklarını kullanarak palazlanan bir zümrenin olduğu sır değildir. Doğal olarak bu zümre yağma ve talandan aldığı payı, gösterişli ve şatafatlı eğlencelerde harcamakta; mevlitler, kına geceleri, düğünler vb. düzenlemektedir. Kendilerini muhafazakâr, İslamcı, Müslüman olarak tanımlayanlar, sınıfsal olarak burjuvazinin safında olduklarını net olarak göstermekte; başörtüsü sınıfsal kimliği örtememektedir.

Burjuvazinin Yağma, Talan, Hırsızlık Tarihi!

Burada dikkat edilmesi gereken husus, devlet olanaklarını kullanarak yapılan bu yağma ve talanın sadece “İslamcı burjuvazi”ye ya da AKP’ye özgü olmadığıdır. Bu sınıfsal bir durumdur ve 17 yıllık AKP öncesinde de yaşanmıştır. Örneğin TC devletinin kuruluşundan itibaren bütün devlet imkanları Kemalist burjuvazinin zenginleşmesine ve palazlanmasına tahsis edilmiştir.

İbrahim Kaypakkaya, Kemalist burjuvazinin ortaya çıkışını değerlendirirken bu gerçeği çok net olarak ifade etmektedir: “…ele geçirdiği devlet gücünü, zenginleşmek için bir kaldıraç gibi kullanarak, devlet tekellerini yaratıp bunları kendi hizmetine koşarak, emperyalizmle işbirliğine girişerek, onların yatırımlarına ortak olarak hükümet makamlarını, yüksek memuriyetleri de hizmetine sokarak, devlet bankalarından aldıkları kredilerle, rüşvetlerle, vurgunlarla şişerek, Türkiye’yi terkeden ve katledilen Ermeni ve Rum kapitalistlerinin mallarına, mülklerine el koyarak iyice zenginleştiler…” (İbrahim Kaypakkaya, Bütün Eserleri, Nisan Yayımcılık).

Dolayısıyla Kemalist ya da “İslamcı” Türk hakim sınıflarının tarihi, devlet gücünü zenginleşmek için kullanarak palazlanmalarının tarihidir aynı zamanda. TC devletinin kuruluşuyla birlikte, günümüz Türk komprador burjuvazisinin temsilcileri olan Koçlar, Sabancılar böyle bir geçmiş üzerinden yükselmişlerdir. İlksel birikimi devlet aygıtının gücünü alarak, emperyalizmle iş birliğine girerek gerçekleştirmiş; devlet olanaklarını sonuna kadar kullanmışlardır.

Dün Ermeni ve Rum halkının mallarını yağmalayarak palazlanan burjuvazi bugün de örneğin Suriye’nin zenginliklerini yağmalamaktadır. Üstelik bunu saklayarak da yapmamaktadır.

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yapılan Dışişleri Bakanlığı’nın 2020 yılı bütçe görüşmelerinde yaşanan bir tartışmada TC faşizminin Afrin zeytinini çaldığı açık açık ifade edilmektedir. AKP Manisa Milletvekili Uğur Aydemir ise CHP’li Çeviköz’ün, “Afrin’de ÖSO’nun çaldığı zeytinlerden üretilen zeytinyağlarının Türkiye üzerinden ihraç edilmesine” yönelik sözlerine şu yanıtı vermektedir: “Afrin’den veya Suriye’den zeytin ve zeytinyağı Türkiye’ye gelmekte midir? Evet, gelmektedir. Orada yaşayan insanlar, Afrin’deki insanlar zeytin üretmektedirler, zeytinyağı üretmektedirler. Eğer biz bunları Türkiye olarak almazsan bunları kim alacak değerli arkadaşlar? Kim alır bunları, kim satar?.. Evet, Türkiye’ye geliyor, itiraf ediyoruz. PKK’nın eline mi bırakacağız bunları?” (18 Kasım)

Sonuç olarak AKP’li yıllarda palazlanan “İslamcı burjuvazi”nin devlet olanaklarını kullanarak palazlanması bir gerçektir. Ancak bu AKP’ye ya da “dindar” olarak kendilerini tanımlayanlara özgü değildir. Türk burjuvazisinin tarihi böyledir. İster Kemalist ister İslamcı olsun burjuva burjuvadır ve temel özelliği, sömürü, soygun, yağma ve talandır.

Bugün gözümüzün içine sokulan şaşalı eğlenceler elbette ki kendini laik olarak tanımlayan burjuvalar tarafından da yapılmaktadır. Bu bir sınıfsal kimlik sorunudur. Dolayısıyla ne Kemalistlerin batılı kafası ne de “İslamcı”ların başörtüsü Türk burjuvazisinin sınıf kimliğinin üzerini örtememektedir.

Ekonomik krizin şiddetlendiği ve halkın yoksullukla boğuştuğu bir dönemde, kılık kıyafet üzerinden yaşanan ve tekil örnekler üzerinden “sistematik ve organize” saldırılar olarak propaganda edilen durum elbette tesadüf değildir. Öncelikle devlet olanaklarını kullanarak palazlanan burjuvazinin yaşadığı lüks ve şatafata karşı bir ön alma var.

Bu yaşama dair görüntüler ortaya çıktıkça, “sizin derdiniz başörtülüler” manipülasyonu yapılıyor. Diğer yandan tersinden neredeyse başörtülü kadınların eğlendiği her görüntü bir zenginlik, şatafat gösterisiymiş gibi ele alınarak abartılı bir şekilde servis ediliyor. Bu manipülatif propagandanın esas amacı ekonomik krizden en çok etkilenen kesimlere karşı, bir kez daha dinin etkili bir araç olarak devreye sokulmak istenmesidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu