Makaleler

Halkın sofrasına diz çöken eşkıyaya değer biçilemez!

Ünlü bir sözdür. “Dere geçilirken at değiştirilmez” denilir halk arasında. Önemli bir sürecin öncesinde kurulu düzen bozulmaz anlamına gelir bu. Bu söz, ülkenin siyasi alanında son zamanlarda oldukça sık kullanılmaya başlandı.

5 Temmuz darbe girişiminin ardından France 24 kanalına röportaj veren Cumhurbaşkanı Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın görevlerinden alınıp alınmayacağına ilişkin söylentilere yanıt verirken bu sözü kullanmış ve “Dereyi geçerken, at değiştirilmez. Şu anda biz böyle bir sürecin içerisindeyiz ve bu bir sürecin içerisinde de şu anda arkadaşlarımızla çalışmalarımızı sürdürüyoruz” demişti. Onun ardından bu sözü tekrarlayan kişi Milli Savunma Bakanı Fikri Işık oldu ve o da “Kuvvet komutanlarının görevlerine devam edip etmemesi YAŞ’ın konusu değil” dedi.

Cemaate dönük tasfiye operasyonlarının hem TSK hem de devlet bürokrasisinde ciddi zayıflamalara neden olduğu bugünlerde bu söz yeniden gündeme geldi. Devleti ele geçirme konusunda “dereyi geçebilmek” için Cemaat ile kol kola giren AKP hükümeti, “dereyi geçtikten” sonra Cemaat’ten kurtulmak istemiş ve bu süreçte aslında yeni bir “derenin” de eşiğine gelmişti. Böylesi bir eşikte iken sürecin mimarlarından olan İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın “istifası”, devlet erkanı ve egemenlerin yakınlarında dizilenlerde bile “Dere geçilirken at değiştirilmez” tepkisine ve sonrasında sessizliğine neden oldu.

Efkan Ala’nın ismi özellikle 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının ardından duyulur hale gelmiş, milletvekili olmamasına karşın istifa eden Muammer Güler’in yerine İçişleri Bakanlığı görevine getirilmiş ve özellikle 7 Haziran’dan sonraki savaş ve saldırı konseptinin hayata geçirilmesindeki baş sorumlulardan biri olmuştu. Ala, daha önce Êlîh (Batman) ve Amed’de valilik yapmış; 2006’da 10’dan fazla insanın yaşamını yitirdiği Amed serhildanı sürecinde AKP’nin “kadın da olsa, çocuk olsa gereken yapılır” politikasına, valisi olduğu bu kentte can vermiş, yine AKP’nin “Kürt sorunu benim meselemdir” dediği bir dönemde “Cana geleceğine cama gelsin” sözleriyle AKP’nin her türlü Ali-Cengiz oyununa hızla adapte olabileceğini kanıtlamıştı. 15 Temmuz darbe girişimi sırasında ve sonrasında da dışarıdan bakıldığında pek bir sorun(!) yokmüş gibi bir görüntü vardı. Ta ki istifa edip de yerine DYP/DP’den devşirme Süleyman Soylu getirilinceye kadar…

 

Değişikliğe, geçilecek “dere” zorluyor

Halk düşmanlığında performanlarını hiç kaybetmeyen Tansu Çiller ve Mehmet Ağar’ın gözdesi olan Süleyman Soylu, Efkan Ala ve diğerlerinin aksine AKP kökenli değil. AKP ile Mehmet Ağar’ın yakınlaşmaya başladığı ve Ağar’ın hapishaneden çıkarıldığı dönemlerde AKP’ye yakınlaşan ve bu yüzden partisi Demokrat Parti’den ihraç edilen Soylu, 2012 yılında resmen AKP’ye geçerek, iki hafta içerisinde AKP MKYK’sında görev yapmaya başladı. 15 Temmuz darbe girişimi sırasında ise “TRT’yi darbecilerin elinden alan isim” olarak “tarihe” geçti ve geçtiğimiz günlerde çağrıldığı (Kaç)Aksaray’da istifaya zorlanan Ala’nın boşalan koltuğuna oturtuldu.

Ala ve Soylu’nun özgeçmişlerinin ortak yönü devletin bekasını koruma konusundaki deneyimli siyaset tarihleri ve ıslah olmaz halk düşmanlıklarıdır kuşkusuz. Bugün Ala’nın gönderilerek yerine Soylu’nun getirilmesi, bu yöndeki bir gelişmeyi tariflemez. Bu değişiklik, geçilecek olan “dere” ile birebir ilişkilidir. Devletin ayarlarının yeniden Tansu Çillerli, Mehmet Ağarlı devlet yapılanmasına dönüştürülmesi, “ülkeyi FETÖ’den temizliyoruz” yaygarası altında toplumsal muhalefeti ezme konusunda daha hızlı bir teşkilatlanmaya gidilmesidir esas neden… Çünkü her ne kadar tonlarca yasa ve binlerce tutuklama yapmış olsalar da henüz istedikleri hızı tutturamadıkları ortadadır. Ve Erdoğan’lı AKP, Çiller ve Ağar gibi ablalarından/ağabeylerinden bu konuda Soylu aracılığıyla deneyim aktarımı yapmaktadır.

“Dikensiz gül bahçesi” hayal eden egemenlerin istedikleri hızda bir tasfiye gerçekleştirememesi “dereyi geçerken” “atın” yavaşlığıyla ilgili bir durum değildir. Sınıflar arası çelişkinin mutlaklığıdır unutturulmaya çalışılan ve yok sayılan… Şu açıktır ki, işçi ve emekçilere bu denli kapsamlı kölelik yasalarının hazırlandığı, devrimci, demokrat ve yurtsever örgütlere yönelik saldırı konseptinin genişletildiği ve OHAL adı altında tüm bunların normalleştirilmeye çalışıldığı bir süreçte geçilmeye çalışılan sınıf mücadelesinin amansız akan ırmağıdır. Bu da öyle kolay bir iş değildir.

“Dereyi sorunsuz bir şekilde geçmek” isteyen sadece TC devleti değildir. Çin’de düzenlenen G20 Zirvesi ile hem ülkemiz hem de dünya açısından bu zorlu sürecin derinleşeceği, başta Suriye olmak üzere Ortadoğu coğrafyasının paylaşımı, mülteciler sorunu, ekonomik ve siyasi kriz ele alınacak. Bu toplantı öncesi Erdoğan, Çin, Rusya, Almanya ve ABD ile görüşmeler gerçekleştirdi. Bu görüşmelerin sonuçlarını önümüzdeki günlerde daha net göreceğiz.

 

Soytarıların değil eşkıyaların tarihi

Zorlu bir süreçten geçiyoruz. Bu süreci tersine çevirme gücünün ellerinde olduğunu fark edenler, ancak bu süreçten alnının akıyla geçebileceklerdir. Egemenlerin sofrasına çökenlerin, şovenizm ve kadın-LGBTi düşmanlığında egemenlerle direkt ya da dolaylı yollardan dirsek temasında bulunanların, topyekun savaş ilan edilen Kürt ulusu ve sorunuyla arasına kesinkes mesafe çizmeye çalışanların sonu bellidir ve tarihin diz çökenlerle dolu çöplüğü onları beklemektedir.

Diz çökmeyenler ise bugünümüze ve yarınımıza ışık tutmaya, yolumuzu aydınlatmaya devam edeceklerdir. Egemenler işte bunlara düşmandırlar. TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın Che Guevara’ya olan düşmanca sözlerinin başkaca bir açıklaması yoktur. 1968 kuşağının baş düşmanı Milli Türk Talebe Birliği ile yine devrimcilere dönük MİT işbirliğinde saldırılar organize eden 40’lar Komitesi’nin yöneticilerinden olan Kahraman, Che için sarf ettiği “eşkıya” sözleriyle diz çökmeyenlere dönük düşmanlığını açıktan ortaya sermiştir. Onlara cevabı ise yine diz çökmeyenler vermiştir.

Devrimci sanatçı Yılmaz Güney’in diliyle “Kralın sofrasında soytarı olacağıma, halkın sofrasında eşkıya olurum” diyen halk, bugün Cizîr’de bodrumda katledilen Cizîr Eşbaşkanı Mehmet Tunç’un “Diz çökmeyeceğiz, halkımız bizimle gurur duysun” sözleri ile direnişini sürdürüyor. Tek diz çöktüğü yer halkının mücadele sofrası olması zorunlu olan komünistlere düşen ise halkın bu çığlığını, tüm mücadele alanlarında büyütmek ve egemenlerin kulak zarını, bu çığlıklarla patlatmaktır!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu