DerlediklerimizGüncel

HAMİDE YİĞİT | İdlip’teki cihatçıların son kışı

Dünya ülkelerinin İdlip operasyonundan sürekli endişe etmelerinin sebebini bilmeyen yoktur. Çünkü İdlip, “Suriye cihadı”na katılan bütün militanların dolduruldukları bir havuzdur. Bu devasa havuz boşaltılırsa, buradaki cihatçıların nerelere akacağı bellidir.

Suriye ordusu 19 Aralık’ta İdlip’in güneydoğu kırsalına operasyon başlattı. El-Kaideci eski Nusra Cephesi’nin başını çektiği Heyet-i Tahrir’uş Şam’a (HTŞ) karşı başlayan bu operasyon, geniş kapsamlı bir İdlip operasyonu değil henüz, ama kararlı bir operasyon olduğu açık.

Zira birkaç günde onlarca yerleşim birimi kontrol altına alındı, esas hedef olarak belirlenen Maarat el-Numan’a birkaç kilometrelik mesafe kalana kadar hızlı ve istikrarlı bir ilerleme sağlandı.

An itibarıyla 30’un üzerinde köy ve kasabanın kontrolünü ele geçiren Suriye ordusu, Maarat el-Numan’a birkaç kilometrelik mesafeye yaklaştığı gibi, Surman köyünde bulunan TSK’nin 8. gözlem noktasını da çembere aldı.

Amaç, M5 otoyolunu açmak

Bu operasyon, Şam yönetiminin İdlip’e yönelik sınırlı, ama stratejik önemde olan ikinci operasyonudur. Birincisi, ağustos ayında aynı hız ve istikrarla gerçekleşen Han Şeyhun operasyonuydu. Orada TSK’nin Morek’te bulunan 9. gözlem noktası kuşatma içinde kalmıştı.

Şimdiki operasyonda da 8. gözlem noktası kuşatma içinde ve yine hedefte stratejik konumundan dolayı önem atfedilen Maarat el-Numan var. Neden bu iki hedef önemli? Türkiye’nin görev ve sorumluluğunda olan M5 otoyolunun (Halep-Şam) güvenli bir şekilde açılması için bu kavşakların cihatçılardan arınması gerekiyordu, ama Türkiye taahhütlerini yerine getiremedi.

Rusya’nın hava desteğiyle Han Şeyhun, Suriye ordusu tarafından kontrol altına alındı. Şimdi de yine Türkiye’nin görevini yerine getirememesinden dolayı M5 otoyolunun Halep yönündeki ikinci stratejik noktası olan Maarat el-Numan da aynı metotla hedef olarak belirlendi. Bu operasyonun nihai bir İdlip operasyonu olmadığının altını çizmek gerek, ama Maarat el-Numan’dan sonraki hedefin Serakib olacağına kesin gözüyle bakılıyor.

Ve Serakib ilçesine bağlı Tel Tukan köyündeki 7. gözlem noktasını da, benzer bir akıbetin beklediği büyük ihtimal dahilindedir. Sonrasında da yine Halep’e kadar bir gözlem noktası daha var…

Bu arada AKP’nin yaptığı tek şey, garantör olarak sorumluluğunu yerine getirmek yerine, sadece süre istemek ve İdlip krizini ötelemektir. Son aşamada da yine İdlip operasyonunu durdurabilmek ümidiyle Moskova’ya bir heyet gönderdi. Heyetten beklenen şeyin bu operasyonun durdurulmasını sağlamak olduğu açıktır.

Nihayetinde böyle bir beklenti de oluştu. Hatta ateşkes konusunda bir anlaşmanın sağlandığı yönünde oldukça detay da paylaşıldı.

Silahlı gruplar tarafından yapılan paylaşımlara göre Türkiye ile Rusya arasında iki aşamalı bir anlaşma üzerinde duruldu.[1] Buna göre birinci aşama; Han Şeyhun’dan sonra Maarat el-Numan’dan Halep’e kadar M5 otoyolunun Suriye ordusunun kontrolüne geçmesini ve bölgenin coğrafik konumuna göre yolun kuzeyinde 3 ila 9 kilometreye kadar bir güvenli hattın oluşturulmasını kapsıyor. ,

Yani ilk aşama; Halep-Şam otoyolunun (M5) kuzeyinde ortalama 7 kilometrelik çatışmadan arındırılmış bir bölgenin kurulması, cihatçıların geri çekilmesi ve aynı zamanda TSK gözlem noktalarının bu bölgeye çekilerek yeniden konuşlandırılması demektir ki bu durum da Türkiye’nin şimdiye kadar yerine getiremediği taahhütlerinin yeniden yapılandırılması anlamına gelir.

Sivillerin tahliyesi meselesi çözüldükten sonraki ikinci aşamada M4 otoyolunun (Lazkiye-Halep) açılması ve güvenliğinin masaya yatırılması söz konusu. Lazkiye-Halep otoyolunun Cisr eş-Şuğur’dan itibaren Rusya ve Şam’ın kontrolüne devredilerek yine aynı şekilde çatışmasızlık ve güvenlik garantörlüğü istenecek.

Bu konuda bilgi aktaran muhalif sosyal medya hesaplarının yanında itirazlarını yükseltenler de oldu. Muhalif grupların liderlerinin böyle bir uzlaşmadan haberdar olmadığı, İdlip’in giderek “rejim kontrolü”ne girmesi anlamına gelen bu anlaşmanın kabul edilemez olduğu yazıldı ve bu yönde bir anlaşmayı doğrulayan da olmadı.

Fakat daha önce Doğu Halep anlaşmasında muhalifler ile Şam arasında arabuluculuk yapan bir isim vardı, adı Omar Rahmon. 2016’da Doğu Halep’in tahliyesinde müzakereci olarak adı geçen aynı kişi bu kez yine muhalifler adına İdlip’in müzakerecisi pozisyonunda rol oynuyor. Kendisinin ifadesine göre Maarat el-Numan’da ağırlığı olan Nusra Cephesi ve Feylak’uş Şam mensubu isimlerle müzakere etmiş ve onlar adına arabuluculuk görevini üstlenmişti.

Fakat bu müzakereden bir sonuç alınamadığını söylüyor.

Suriye Dışişleri Bakanı Velid el-Muallim’in önceden planlanan Moskova ziyaretine “tesadüfen” denk gelen Türk heyetinin sonuçlanamayan görüşmelerinde neler konuşulduğu henüz bilinmiyor. Ancak arabulucu pozisyonuyla İdlip müzakeresinde rol alan Omar Rahmon, yürütülen müzakerelerin içeriğine dair birtakım ipuçları veriyor.

Lübnan merkezli El-Ahbar gazetesine konuşan Rahmon, daha önce Maarat el-Numan’daki silahlı gruplar ile Suriye ordusu arasında bir anlaşma sağlamak için arabuluculuk yaptığına değinerek, Nusra Cephesi ve Feylak’uş Şam’dan Maarat el-Numan’da ağırlığı olan isimlerle müzakere ettiğini, Pazar günü (22 Aralık) Moskova’da süren müzakerelerden de olumsuz yanıt aldığını ve bu olumsuz yanıtın “muhalefetten” geldiğini söyledi. Ancak Rahmon’a göre müzakerelerden sonuç alınmamasının somut gerekçeleri yok ama bunun “Türklerin arzusundan kaynaklı” bir tökezleme olduğunu söylüyor.[2]

El-Ahbar’ın aktardığına göre Ulusal Kurtuluş Cephesi’nden bir kaynak da, “müzakere sözcüğünün psikolojik savaşın bir parçası olduğunu ve savaşın devam ettiğini” söylemiş.

Gazeteye göre aynı kaynak silahlı gruplardaki bir çürümeden söz ediyor ve bu çürümeyi iki ana kaynağa, Muhammed el-Culani ve HTŞ bileşenlerine bağlıyor ve şunları ekliyor: “İşler değişmeye başladı, yeni operasyon odaları oluşuyor ve buna bağlı olarak acil askeri planlar da yakında uygulamaya girecek…”

Buradan anlaşıldığına göre muhalifler çatışmaya hazırlanıyor, ama HTŞ’yi karşılarına alarak mı, yoksa yan yana gelerek mi? Bu grupların Türkiye ile kurdukları ilişkiden dolayı sürekli birbirlerini suçladıklarını göz önünde bulundurduğumuzda, bu sorunun cevabını kestirmek kolay değil. Ama Türkiye’nin himayesindeki “Milli Ordu”nun İdlip savaşına iyice ısındırıldığı, mensuplarını bu savaşa sokmadığı için El-Culani’ye öfke kusmalarından belli!

Sonuçta Suriye ordusu da müzakerelerden bir sonuç çıkıp çıkmayacağına aldırmadığını, operasyonun hızını düşürmeden ilerlemeye devam ederek gösterdi. Maarat el-Numan’a tamamen odaklanmış durumda ve ondan sonraki stratejik hedefin M5 otoyolu üzerindeki Serakib olduğuna da vurgu yapılıyor.

Fakat bu süreçte muhaliflerin ve özellikle çatışma bölgesinde bulunan HTŞ’nin bir ateşkes beklentisi içinde olduğu görüldü. Nitekim Moskova’dan bir ateşkes kararının çıkmaması üzerine HTŞ lideri El-Culani, bir video yayımlayarak açıklamalarda bulundu.

 

El-Culani’nin çaresizlik ve tehdit içeren konuşması

HTŞ lideri Muhammed el-Culani’nin konuşmasında özellikle “Herhangi bir anlaşma olmayacak” vurgusu dikkat çekiyor. Moskova’dan bir ateşkesin çıkması beklentileri vardı ki,  El-Culani’nin şu sözleri beklentinin boşa çıktığına işarettir:

Teslim olmak diye bir şey yok. Çünkü öyle bir seçim yok. İşgalcilerle (Rusya) yüzleşmek ve direnmekten başka bir seçenek yok.” El-Culani başta HTŞ’liler olmak üzere tüm militanlardan sabırlı olmalarını talep ediyor ve “Zaferler sabırdan sonra gelir” diyerek, önlerinde uzun bir savaş olduğunu hatırlatıyor.

Konuşmasında Suriye’deki “başarılarından” övgüyle söz eden El-Culani, Şam yönetiminden “eski rejim” diye söz etti ve şunları söyledi: “Eski rejim çöktü. Devrim birçok yönden onu zayıflattı, ordusunu parçaladı, güvenlik açıklarını ortaya çıkardı, ekonomisini yok etti, uluslararası kamuoyunu ona karşı harekete geçirdi ve onu izole etti.” Özetle, “Son kalemizi korumaktan başka seçeneğimiz kalmadı” anlamına gelen bu açıklamada El-Culani, Suriye savaşının içinde olup da sonradan elini çeken dünya ülkelerine de şöyle bir tehdit savuruyor: “Suriye savaşının ekonomik, siyasi, askeri ve güvenlik açısından sonuçlarını bölge halkları ve tüm dünya taşıyacak.[3]

Dünya ülkelerinin İdlip operasyonundan sürekli endişe etmelerinin sebebini bilmeyen yoktur. Çünkü İdlip, “Suriye cihadı”na katılan bütün militanların dolduruldukları bir havuzdur. Bu devasa havuz boşaltılırsa, buradaki cihatçıların nerelere akacağı bellidir.

Zira Türkiye, diğer ülkelerin bu kaygılarını işlevli bir şantaja dönüştürüp sürekli dile getiriyor. Bu kez HTŞ lideri El-Culani, İdlip için duyarlılık kasan ABD, Batı ve bölge ülkelerini, tam olarak “endişe ettikleri” bir noktadan tehdit ediyor, “savaşın güvenlik açısından sonuçlarına katlanmak zorunda” olacaklarını hatırlatıyor.

El-Culani’nin bu konuşmasının etkisi olup olmadığını kestiremeyiz belki ama ABD Başkanı Trump’tan bu yönde bir tepki geldi. Trump, resmi sosyal medya hesabında, “Rusya, Suriye ve İran, İdlip’te binlerce masum insanı öldürüyor veya öldürmek üzere, bunu yapmayın. Türkiye, katliamı durdurmak için çalışıyor” paylaşımında bulundu.

Trump, arka çıktığı İdlip’in  IŞİD lideri Ebubekir el-Bağdadi’yi ve El-Kaide eskisi, HTŞ lideri El-Culani’yi barındıran bir vilayet olduğunu ve hatta şu anda Suriye ordusunun HTŞ ile savaştığını unutmuşa benziyor!..

Hatta “masum insanları” koruması için Türkiye’ye motivasyon aşılıyor. Ancak Türkiye’nin bunun için harcayacak bir mecali olmadığı, TSK’nin Surman’daki 8. gözlem noktası kuşatılırkenki sessizliğinden bellidir.

Suriye ordusu 8. gözlem noktasını çembere aldığı sırada ordu birliklerinin yayınladıkları bir videoda askerler, kendilerine saldıran HTŞ militanlarının bu noktayı karargâh olarak kullandıklarını söylüyorlar. Suriye ordusu kontrol altına almayı başardığı 40’ın üzerindeki köy ve kasabada HTŞ unsurlarıyla çatıştı ve bu çatışmaların tam orta yerinde TSK gözlem noktası yer alıyordu.

Bu yüzden AKP ve medyasının bu çatışmalara dair söyleyebilecekleri tek şeyin “sivil göç” ve “Esed rejimi bombardımanı” olduğunu gördük. Oysa Suriye ordusu, Rus savaş uçaklarının hava desteğiyle ilerledi, ama AKP Rusya’yı değil “Esed rejimi”ni” hedef göstermeyi tercih etti.

Ve “bombardımandan kaçıp” Türkiye sınırına yığılan yüz bine yakın göçün ne kadarının sivil, ne kadarının “silah bırakıp Türkiye’nin güvenli kucağına koşan militanlar” olduğu konusu da, “sivil katliam” söylemleriyle manipüle edilmeye devam ediyor.

Başta dediğimiz gibi bu İdlip operasyonu, hala coğrafi açıdan stratejik hedefleri belli olan sınırlı bir operasyondur. Eğer geniş kapsamlı bir İdlip operasyonunun startı verilmiş olsa idi ABD ve Batılı ülkeler tam manasıyla ayağa kalkarlardı. Ve daha da önemlisi, esas olarak Türkiye cihatçı istilasına uğramış olurdu.

Peki bu felaketten kaçış mümkün mü?

Suriye ordusundan seçkin birlik olarak bilinen “Özel görevli 25. Tabur” birliğinden yapılan açıklamaya göre, asla mümkün değil. Zira birlik komutanına atfedilen bir açıklamaya bakılırsa bu kış, cihatçıların İdlip’teki “son kışı” olacak…

Sonrasında  kara kışın hangi ülkelerin kapısına dayanacağını tahmin etmek zor değil ve herkesin ektiğini biçme zamanı mutlak gelir!…

Dipnotlar:

[1] https://twitter.com/khalediskef/status/1209865654318309376

[2] https://al-akhbar.com/Syria/281594

[3] Guardian yazarı Hassan Hassan, El-Culani’nin video konuşmalarını sosyal medya hesabından anlık aktardı: https://twitter.com/hxhassan/status/1209626266414047232

(Sendika.org 29 Aralık 2019)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu