Makaleler

“Tarih şahit Özgüç yoldaş, ölüm utandı kendinden…”

Özgürlüğe adanmış üç yiğidin haberinin gelmesi yetmişti belki, içime düşen yangını hissetmeme. Ama asıl yangını isimlerin açıklanmasıyla fark ettim. Elbette fark yoktu hiçbiri için. “Yiğitliğe” dair söylenen türküye eşlik eden hiç kimse için fark olamazdı… Ama üç yoldaşı da -az ya da çok- tanımanın büyük bir ağırlığı vardı. O ağırlıktı içimi yakan ateşin anlatılamayacak hissiyatı…

Aklımdan hiç çıkmamış olan ve isimlerin netleşmesiyle aklımdan çıkmamaya yemin ettiğini fark ettiğim ezgilerin içinde buldum kendimi… Ağrı’nın İsyan Kızı, De be Aslan Karam, Buğday Tanesi, Anneler Günü ve belki de hiç kimsenin bir daha o inançla söyleyemeyeceği “Yıkılası İstanbul”…

Ankara’da yine bir yiğide dair hatırlatmayla, sanatın nasıl olması gerektiğine dair vurguyu birleştirme çabasının ürünü olan Bakış Kültür Sanat Merkezi’nin (BKSM) “türkü söylenen” arka odasında söylenmiştir bu ezgiler… Sesi çok da güzel olmayan ama repertuarının genişliği herkesçe bilinen Özgüç’ün sesidir ezgilerdeki… Oysa öncesinde çok tanımazdım onu, ben zaten yeni yeni tanımaya başlamıştım, “ihtilalci komünizmin en tehlikeli fikirlerini”… Kürt kokusunu taşımakta ısrarcı beynim, İbrahim’in ve yarattığı anlayışın kokusuyla birleşince doğruyu bulacaktı. Buna inandım. Ki Özgüç yoldaşın bunda inkâr edilmesi mümkün olmayan ama inceden bir etkisi vardı.

Bakış’ın yürüdüğü sokaklarda devrime nefes aldırmıştır Özgüç…

Bir gün Kızılay’a doğru yürürken bir el durdurdu beni. Devrimci kurumlardan olduğuna emin olduğum ama kim olduğunu tam çıkaramadığım birisiydi. Ama o beni tanımıştı. “Dakikalardır seni takip ediyorum niye arkanı kontrol etmiyorsun” demişti, hafif tebessüm ederek. Ben nereden bileyim ki, Ankara’nın göbeğinde yürürken takip edilme ihtimalinin olacağını ve benim de bundan dolayı dikkatli olmam gerektiğini. Uzun bir mesajı kısa bir pratikle anlatan Özgüç’tü… O anda anlam verememiştim demek istediğine ama sonradan fark ettiğimde de hiç çıkmadı aklımdan…

Devrimci dost bir kurumdan ideolojik ayrımlar sonucunda gelmişti. Devrimin esas yol ve yöntemlerine dair bir tartışmanın sonunda karar kıldığı harekete omuz veriyordu. Hem yoldaşın bir yerden ayrılırken, “devrimcilikteki samimiyetinden” dolayı bir arayışa girmişliği, hem hapishanede yatmışlığı, emekçi semtlerde ilerici kesimlerle ve kitlelerle kurduğu bağ, düşman karşısındaki militan duruşu, birçok meseledeki politik birikimi ama en çok Kürt ulusal sorununa ve devrimcilerin, komünistlerin bu sorunla ilgili sorumluluklarına dair kafa açıklığı beni etkilemiş, Karadeniz kokusuyla bunu yapması beni daha fazla örgütlemişti.

Ankara’da devrim mücadelesinin soluk aldığı önemli yerlerden biri olan Tuzluçayır ve yukarı mahallelerine ilk onunla gittim. Gazete dağıtımları, kampanya süreçlerinde bildiri dağıtımları, Yurtsever Kürt gençliğiyle omuz omuza ördüğümüz seçim çalışmaları… Yeşil çantamıza işçinin, emekçinin, köylünün, öğrencinin sesi Özgür Gelecek gazetesini alarak esnafı, mahalle halkını gezmek Özgüç’le nasip olmuştur birçok yoldaşa… O varken Özgür Kemal Karabulut’u (Bakış) düşündüğüm sokaklarda, o gittikten sonra her adımında onu da düşünmeye başladım Bakış’ın yanında…

Özgüç’ün ve Turgut’un sesi Dersim’de, Rojava’da yankılandı!

2011 yılında Partizan anlayışı seçimlerde Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’nu destekleme kararı almıştı. Sadece seçimlerle sınırlı olmayan bir sürecin başlangıcını örgütleyecektik. Hem Kürt ulusal sorunu konusunda üstümüze düşen sorumluluk, hem içimizdeki ve elbette ki kitlelerdeki şovenizmle mücadele konusunda ciddi bir süreçti bu. Hem destekleme kararı öncesi hem de sonrasında yoğun tartışmalarla, örgütlülüğün aldığı kararın önemini bilince çıkartma çabasındaydık. Ama asıl olanın pratik olduğunu daha fazla görüyorduk. Hem tartışmalarda hem pratik süreçte Özgüç yoldaşın muazzam bir emeği vardı. Nerede bir bildiri, afiş varsa yoldaş oradaydı. Seçim arabasında “peltek” diliyle ajitasyon çeker, o dönemin çok da kolay olmayan seçim çalışmalarında bir adım geri durmazdı. Özgüç’ün çalışmalarda Yurtsever arkadaşlarda da ciddi bir etkisi oluşmuştu. Hatta bir arkadaşın Özgüç’e “Gel bizim gençlerin başına geç” dediği anlatılırdı. Belki de o süreci Yurtsever gençlerin anlatması daha güzel olur… O gençlerden birinin de Rojava’da şehit 10985044 406285142898000 7499177172308981284 ndüşen Turgut Çekdar arkadaş olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Seçim bürosunda söylenen türkülerde Özgüç ve Turgut’un sesi vardır. O türküler yıllar sonra Dersim’de, Rojava’da yankılandı…

Özgüç yoldaştan sonra birkaç seçim pratiği daha yaşadık. Bu sefer daha hazırlıklı, daha bilinçli ve kafamızın daha net olduğu pratikler örgütledik. Özgüç’ün ve onun gibi çok sayıda yoldaşın attığı tohumlardı bunlar. HDP’yi destekleme kararı aldığımız ve “hakkını vermekte” direttiğimiz süreçlerde aklıma hep o günler, Özgüç’ün devrimci duruşu geldi…

Dersim’de beş kadın Partizan’ın şehit haberini o daha dağlara gitmeden öğrenmiştik. Uzun bir süre sonra hem de beş yoldaşın kar yağışı sonucu kampın çökmesiyle şehit düşüşü Ankara’da da ciddi bir duygusallık yaratmıştı. Elbette üzülmek gerekiyordu ama Özgüç belki de neden bu kadar ağlandığına anlam verememişti. Gelip köşemize çekilmiş ve duygu dünyamızla baş başa kalmışken bizi uyararak mücadelenin doğal bir sonucu olduğunu belirtmişti. Özgüç’ün haberinden sonra gözümün yaşardığı her anda Beşler için söylediği o cümleler geldi aklıma.

İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci, demokrat kesimler içerisinde işkencedeki tavrıyla hatırlatılması, anlatılmasına da çok kızdığını hatırlıyorum. Yine bir gün bununla ilgili tartışırken sert bir üslupla, Kaypakkaya’nın işkencedeki tavrının bütün devrimcilerin zaten yapması gereken bir şey olduğunu belirtmişti… Yoldaşın Şahverdi’deki düşman pususunda sağ yakalandıktan sonra işkenceyle katledildiğini öğrendiğimde bu söyledikleri aklıma gelmişti…

Herkeste görmek istediğin ama göremediğin duyguların, davranışların, samimiyetin inşa sürecidir devrimci yaşam. Özgüç yoldaş tam da bunu ifade ediyordu bizler için. Belki de gitmek istediği o dağlara geç gitmişti, hem kendi isteği hem de alanın ihtiyacı açısından. Ama Özgüç Ankara sokaklarından da erken gitti diye düşündüm hep… Yoldaşla bu sokaklarda yapılacak çok şey vardı daha, yürünecek çok yol vardı.

Üç yiğit Partizan 21 Ekim’i 22’sine bağlayan gece şehit düştü. Özgür Kemal Karabulut (Bakış) yoldaş da 1997 yılının 20 Ekim’inde sonsuzluğa yürümüştü… Ankara’nın, bilhassa Tuzluçayır’ın sokaklarında yürümüştü Bakış, devrime nefes aldırmıştı bu sokaklarda. Özgüç (Sefkan) yoldaş da aynı Bakış gibi bu sokaklarda nefes aldı, devrimi örgütledi. Cengiz de, Hakan da adımladı bu sokakları… Elbette bedellerle örülen bu yolun sokaklarında devrime nefes aldırılmaya, yoksul halkın öfkesine omuz verilmeye devam edilecektir…

(Şehit yoldaşlarla ilgili yazmak, onların ölümsüzlüğüne katkı yapmak elbet zor iş… Hem duygusal olarak hem de onları anlatabilmenin ağırlığı açısından. Hatırladığım kadarıyla, elimden geldiğince Özgüç’e dair yazmaya çalıştım. Onu daha iyi tanıyan yoldaşları, dostları ona dair yazılanlara katkı sunacaktır elbet…) (Ankara’dan bir ÖG okuru)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu