Kültür&Sanat

Şimdi böylesi güçlü bir finalin ardından, yeni başlangıcın zamanı

Binlerce kilometre uzaklık… Fakat binlerce kilometre uzaklık, saat farkına rağmen; orada güneş ulaşabileceği en yüksek yerdeyken, burada kıyısından köşesinden kendini bize gösterirken aynı duyguları, aynı heyecanı hissetmek…

Yine de bu duyguları, bu heyecanı gerçekten “içinden” hissetmekti aslında hepimizin içinden geçen. İşte bu duyguları gerçekten içinden hissetmek için kat edildi binlerce kilometre.

40. kavga yılımızda, “Güçlü Bir Final, Yeni Bir Başlangıç” şiarlı, “Bu Davet Bizimdir!” çağrılı şölenimiz on binlerin katılımıyla gerçekleşti.

Şölen tarihinden daha erken bir tarihte gidişim ve çalışmalara katılmam benim için muazzam bir deneyim oldu.

İstanbul’a vardığım ilk gün bilet dağıtımı için gittiğim bir semtten, ertesi gün çok daha uzağındaki başka bir semte gidip pazarda broşür dağıtmamdan anlamıştım “yorulacağımı”.  Aslında her gün semtleri dolaşan yoldaşların yorgunluğunun yanında hiçbir şeydi belki bu. Bildiri ve broşür dağıtılan semt pazarında karşılaşılan insanlardan “Bunlar bizimkiler! Kolay gelsin!” sözlerini duymak bizleri coşkulandırdı. “Zamanında çok devrimci geldi benim evime, onlara hep bulgur yapardım. Siz de gelin, size de makarna yaparım” diyen bir ananın bizlere sahip çıkması kadar güzel bir duygu yok elbet…

Artık gecemiz gündüzümüz 11 Kasım olmuştu. Rüyalarımıza giriyor, günlük hayatta konuşmalarımıza yansıyor, esprilere konu oluyordu. Arabayla trafik kazası yaptığımızda bile, arkamızdan gelip vuran arabanın sahibine “Ya bu arada 11 Kasım’da konserimiz var bizim, sizi de bekleriz!” dememek için kendimizi zor tutuyorduk.

Böylesi yoğun bir koşuşturmaca altında başta İstanbul olmak üzere Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nda şölen çalışmaları gerçekten çok verimliydi. Gidilmedik yer bırakılmıyor, İstanbul’un altı üstüne getiriliyordu. Uzun zamandır gidilmeyen, ya da hiç gidilmeyen semtlerde yeniden/yeni ilişkiler yakalamak önemli derecede umut vericiydi. Her sokak afişlerimizle donatılmış, otobüsler, bilboardlar “Umudu Tohumca Büyütüyoruz” sloganlarıyla dolmuştu. Yeri gelmişken anayol üzerinde bilboardları ilk defa gördüğümde verdiğim tepkiyi anlatayım. Yine çalışmadan sonra geç bir saatte eve dönüyorduk bir yoldaşla. Otobüste sohbet halindeyken, gözlerim bir anda yan yana iki bilboard üzerindeki reklama takıldı. “Nasıl ya?” diye düşünüyordum ki tam, yanımdaki yoldaşa “Aha bilboard!” diyebildim sadece, parmağımla yanından geçtiğimiz bilboardları göstererek. O anki şaşkınlıkla yoldaşın “Ne bilboardu?” sorusuna tam cevap verememişken, yine yoldaş kendisi cevapladı: “Tohum’un bilboardları mı?”. “Evet” diye cevaplarken yüzümde şaşkınlığın sırıtışı vardı. Yine semt çalışmaları, stand çalışmaları vb.nin yanında; televizyonlarda, radyolarda dönen şölen tanıtımları, otobüslerde, bilboardlardaki afişler, şölen hazırlıklarının ne derecede titizlikle ve istekle yapıldığını gösterir nitelikteydi.

Ben hayatımda hiç “kostik” denen yapıştırıcıyla afiş yapmadım. Yapmamıştım. Taksim’e yakın bir yerlerde, Şişhane’de afişleme çalışmaları için muazzam bir yer vardı. Orayı baştan sona afişlerimizle süslediğimizi hayal ettiğimizde hemen yüzümüz gülüyordu. Ben işte hayatımda ilk defa o gün, orada kullandım o “kostik” denen şeyi. Orama burama değen, yapışan kostik en son nasıl olduysa geldi tam sağ gözümün içine düştü. Ben bir yandan “ya bu kirpiklerim sakın birbirine yapışmasın?” diye düşünürken, yanımdaki tecrübeli yoldaş profesyonelliğiyle benim açıklarımı kapattı ve o duvar baştan sonra afişlerimizle doldu. Duvarda 2-3 afişlik boş yer kaldığını fark ettiğimizde de kostiğin bitmesine kahrolduk.

Çalışmalar böylesi yoğun geçtikten sonra geldi sonunda 11 Kasım günü. Sabah erkenden gittiğimiz salonda, bir önceki günden devam eden hummalı çalışmanın artık sonlarına gelindi. Herkes görev alanına yerleştikten sonra misafirler içeri alınmaya başladı. Görevimden kaynaklı konserin ilk dakikalarında, saygı duruşu bölümünde yüksek bir yerden fotoğraf çekmek için kendime iyi bir yer aradım. Bir yeri gözüme kestirdikten sonra tribünün o en üst kısmına çıktım. Karşılıklı iki tribünün merdiveninden akın akın gelen insanları gördükçe daha bir heyecanlandım. “İşte o malum ‘yorgunluğun’ acısı bugün çıkacak, hem de yanlarına gidip şölenin tanıtımını yaparken ‘yorulduğum’ insanları gördükçe” diye düşündüm kendi kendime.

Şölen sonunda      “Özgürlük Mahkumları” hep beraber söylenip şölenin sonlandırıldığı duyuruldu. Tam bu sırada sahne önündeydim. Kitle salon dışına çıkarken “Önderimiz İbrahim, İbrahim Kaypakkaya!” sloganını haykırırken, görev yerimden kaynaklı şölen boyunca slogan atamamış olmanın verdiği hüzün ve inatla o slogana ben de eşlik ettim, göz göze geldiğim yoldaşla karşılıklı gülümseyerek.

Başta da belirttiğim gibi, şölen çalışması benim için muazzam bir deneyim oldu. Çalışma tarzı, çalışma disiplini, yoldaşlık ilişkileri vb. İşte tüm bunlardan kaynaklı Türkiye’den dönüşte müthiş bir enerjiyle döndüm.

Şimdi böylesi güçlü bir finalin ardından, yeni başlangıcın zamanı. Şimdi umudu tohumca, tohumu umutla büyütmenin zamanı. Şimdi dosta umut, düşmana inat kavganın her alanını mesken eyleme zamanı!

(Fransa’dan bir ATİK-YDG’li)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu