GüncelMakaleler

MAKALE | Direnişin olduğu yerde özne olmakla yükümlüyüz!

"Kritik mesele şudur ki, böylesi süreçleri örgütlemek ezilenlerden taraf mücadeleyi büyütmek anlamına geldiği gibi devrim için araçsallaştırdığımız kolektifimizin işlevini yerine getirmesi üzere örgütlenmesi anlamına gelmektedir. Kolektifimizin tüm parçaları bütünlüklü olarak işlev kazandığı halde sınıf mücadelesinde öncü olma misyonumuzu yerine getirebileceğimiz açıktır"

HDP Hakkâri milletvekili ve DTK eş başkanı Leyla Güven tarafından tutuklu bulunduğu Diyarbakır E Tipi Hapishane’de7 Kasım 2018 KUH önderi A. Öcalan’ın üzerindeki tecrit koşullarının kaldırılması için başlatıla ve tahliye olmasının ardından dışarıda devam ettirdiği açlık grevi eylemi binlerce tutsak ve hapishane dışındaki kitlenin süresiz açlık grevine başlamasıyla büyük bir direnişe dönüştü.

Direniş 26 Mayıs 2019 tarihinde Adalet Bakanlığının Kürt ulusal özgürlük hareketi önderi Abdullah Öcalan’ın üzerindeki avukatlarıyla görüşmesindeki kısıtlılık kararının kaldırıldığının açıklanmasıyla beraber kazanımla sonuçlandı.

Süresiz açlık grevinin yanı sıra Mart 2019’da hapishanelerde gerçekleştirilen feda eylemleri ile Nisan ayının sonu itibariyle bazı hapishanelerde süresiz açlık grevinin ölüm orucuna dönüştürülmesiyle 200 günü bulan direniş, ezilenlerin mücadele tarihinde tarihsel bir niteliğe sahip oldu. Bu tarihsel sürecin ne anlam taşıdığını, Kürt Ulusal Özgürlük Hareketinin talepler nezdinde başlattığı sürecin nasıl bir muhtevaya sahip olduğunu TDH’nin sürece yaklaşımını ve kolektifimizin bu süreçte izlediği politik hattın anlamını değerlendirmek sürecin tarihselliğini anlamak ve mücadeleyi bugünden yarına büyütmek açısından gereklidir.

Mücadele ve dayanışma geleneğini sürdüren ve büyüten bu direnişe tarihsel nitelik kazandıran sebeplerin araştırılması, kolektifimizin politik yöneliminin incelenmesi, ezilenlerin ortak mücadele hattını büyütmemizin kapısını aralayacaktır.

Leyla Güven tarafından başlatılan SAG’ın binlerin sahiplendiği ve katıldığı bir direnişe dönüştüğü altı ayı aşkın süren direnişin taşıdığı anlam sadece taleplerle sınırlandırılarak tartışılamaz. Özellikle son dört yılda TC devletinin “beka” tartışmaları eşliğinde ağırlaştırılmış faşizmini toplumsal muhalefeti sindirmek, ezilenlerin ortak mücadelesini yok etmek üzere devreye koyduğunu göz önünde bulundurursak bu direnişin anlamını kavramak bizler açısından kolaylaşacaktır. Katliam, gözaltı, tutuklama, infaz uygulamalarıyla toplumsal muhalefeti baskılamaya çalışan TC devletinin içte ve dışta savaş politikaları ekseninde ezilen her kesime ve ezilenlerin mücadelesine dönük saldırıları katmerlendi.

Dışta emperyalist ülkelerin bölge karakolu olma görevini Rojava Devrimine dönük savaş politikaları ile şekillendiren TC devleti, içte ise T. Kürdistanı’nda özyönetim direnişleri sırasında ve sonrasında yüzlerce kişiyi katletti, asimilasyon politikalarını takiben zorunlu göçe maruz bıraktı, HDP’li milletvekillerinin tutuklanması ve HDP-DBP’li belediyelere kayyum atamalarıyla halkı iradesizleştirmeye dönük hamlelerde bulundu. Askeri operasyonlarına da hız veren devlet mücadelenin her alanını yok etmeyi önüne koydu.

Gerek Rojava’da gerekse yaşadığımız topraklarda Kürt ulusunu kimliksizleştirme, mücadelesini de yok etmeye odaklanan TC devleti saldırılarını boyutlandırarak devam ettirmektedir. Sallantıda olan bekasını sarsılmaz kılmaya çalışan devlet, içerisinde olduğu siyasi-ekonomik krizin faturasını ezilen her kesime çıkarmaktadır.

Bu anlamda 200 günlük direniş, Kürt ulusuna dönük iradesizleştirme-kimliksizleştirme politikalarına karşı verilen bir yanıt olduğu kadar ezilen her kesime dönük saldırı politikalarını da kapsamaktadır. Direnişin anlamı aslen, ”Biz varız ve teslim olmayacağız”dır. Kürt ulusal özgürlük hareketi önderi A. Öcalan üzerindeki tecrit, Kürt ulusu açısından bir ulusa uygulanan tecrit anlamına gelirken ağırlaştırılmış faşizm koşullarına karşı direniş panzehir eylenmiş, kitlelerde yaratılmaya çalışılan yılgınlığın altının boş olduğunu ortaya koymuştur. Ki direnişin kazanımla sonuçlanıncaya dek sürmesi buna işarettir.

 

Seyirci kalmak mı, özne olmak mı?

TDH açısından ise bu süreç Leyla Güvenin süresiz açlık grevinin ilk günlerinde verdiği bir röportajında belirttiği gibi turnusol kâğıdı işlevi görmektedir. Direnişin öznesi olmak ya da seyircisi kalmak Kürt Ulusal Özgürlük Mücadelesi nezdinde ezilenlerin mücadele hattındaki yerimizi, misyonumuzu tanımlamaktadır.

Bizler misyonumuzun sınıfsız, sınırsız, cinsiyetsiz, bir dünya yaratımı için ezilenlerden taraf mücadeleyi büyütmek olduğunu biliyoruz. TC devletinin tekçi politikalarıyla mayasını beslediği bilinirken “şovenizm”i ezilenlere karşı bir silah olarak kullandığı bu silahla ezilenlerin birlikte mücadelesinin önüne set çekmeye çalıştığı koşullarda TDH’nin kendini direnişin öznesi ya da seyircisi kılması ezenden ya da ezilenden taraf olması anlamına gelmektedir. Sürecin TDH açısından turnusol kâğıdı işlevi görmesinin sebebi ise budur.

Hâkim sınıfların ideolojik kuşatmasının çok katmanlı olduğu düşünüldüğünde mücadelenin de bir o kadar boyutlu olmasının gerekliliği açıktır. Yaşadığımız topraklarda faşizm kendisini katliam, sömürü, zulüm zinciriyle aleniyetle ortaya koyduğu kadar ideolojik saldırıları da es geçmemektedir. TC devleti şovenizmle ezilenlerin birlikte mücadelesini engellemek adına politikalarını belirleyip ait olduğu sınıfın varlığını garanti altına alırken bizler açısından temel kıstasın tarafımızı ezilenden taraf koymak olduğu açıktır.

Şovenizmin sınıf çelişkisini besleyen önemli bir etken olarak varlığını koruduğu koşullarda çelişkiyi ezilenlerden taraf çözme iddiasını taşıyanlar, Kürt özgürlük mücadelesine dair politik-ideolojik yönelimini bu bağlamda ele almakta zorunludur.

Kolektifimiz açısından direnişin seyircisi kalmak değil öznesi olmak şeklinde politik yönelimin izlendiği bu süreçte, hapishaneler başta olmak üzere birçok alanda Kürt Ulusal Özgürlük hareketi ile dayanışma büyütülürken temel kıstasımız Kürt ulusunun iradesine-kimliğine dönük saldırılara karşı durarak ezilenlerin ortak mücadele hattını büyütmekten yana oldu.

Mart 2019’da Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi’nde, Nisan 2019’da Kandıra 2 No’lu F Tipinde süresiz dönüşümsüz açlık grevleri ile dâhil olduk. Direnişin ilk günlerinden kazanımla sonuçlanana dek yönelimimiz dayanışma ruhunu besleyen yerde durduğu kadar ezen-ezilen ilişkisinde tarafımızı netlikle ortaya koyma iddiasını taşımakta; sınıf mücadelesindeki misyonumuzu pratikte tanıtlamaktadır.

Ezilenlerin direnişi yükselttiği her alanda özne olma koşulunun sınıf mücadelesinde öncü olma misyonu ile alakalı olduğunu ortaya koyarsak sürece ilişkin yönelimimizi anlamlandırmak kolaylaşacaktır. Diğer yandan kolektifimiz bu süreçle şovenizmle hesaplaşma adına da önemli bir pratik adım atmıştır.

 

Direndikçe Kazanacağız!

Sınıf mücadelesinde araçsallaştırdığımız kolektifimizin en işlevli hale gelmesi örgütlediğimiz süreçlerin politik/ideolojik değerlendirmesini yapmamızın yanı sıra çalışma tarzımıza dairde bir değerlendirme yapmayı gerektirmektedir. Nisan Güneşinin yılların emeği, brikimi ve mücadelesini bir potada toparlayarak sınıf mücadelesinde önemli bir dönemece girdiğin ilan etmesinin üzerinden çok kısa bir zaman geçmişken “yenilenme” iddiamızı besleyecek şekilde örgütlediğimiz her sürecin sonrasında eleştiri-özeleştiri silahını diri tutmamızın önemi ortadadır.

Kolektifimizin sürece ertelemeksizin dâhil olması, bunun belirlediği politik yönelim ekseninde gerçekleştirmesi, daha önce de belirttiğimiz gibi direnişin seyircisi değil öznesi olarak süreci ele alması SAG sürecine dair olumlu yanlarımızdır.

Diğer yandan SAG direnişinin ilk adımlarının atıldığı hapishaneler nezdinde diğer alanların direnişle dayanışma pratiğine dâhil oluşunu kolektifin politik yönelimini bütünlüklü bir şekilde ele alma noktasında başarılı olup olmadığını ele almak gereklidir.

Bu anlamda süreci değerlendirirken nesnel koşulların tali olduğunu ortaya koymak durumundayız. Nesnel koşulları boşa çıkarmak, imkânsızlıklardan imkân yaratmayı başarmak devrimci iddiamızın olağan bir parçasıdır. Nesnel koşullara karşı devrimci olanı üretmek zorluklara-imkânsızlıklara karşı “ cüret” yeteneğimizi geliştirmekle alakalıdır.

Cüret etmek, niteliğimizin niceliğimizi de beslemesini sağlayacaktır. Kritik mesele şudur ki, böylesi süreçleri örgütlemek ezilenlerden taraf mücadeleyi büyütmek anlamına geldiği gibi devrim için araçsallaştırdığımız kolektifimizin işlevini yerine getirmesi üzere örgütlenmesi anlamına gelmektedir. Kolektifimizin tüm parçaları bütünlüklü olarak işlev kazandığı halde sınıf mücadelesinde öncü olma misyonumuzu yerine getirebileceğimiz açıktır.

Bir Tutsak Partizan

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu