GüncelManşet

Ekonomik kriz ve bankalar krizi

Emperyalizm daha 2008 krizini atlatamamışken yeni yeni kriz dalgaları ve beklentileri kapıyı çalmış durumda. Bu kriz beklentilerinden birisi de finans kapitalin kalbi diyebileceğimiz banka sisteminde yaşanmakta. Kapıdaki krizde; ekonomideki durağanlık, bankaların azalan kârlılık oranları ve işten çıkarmalar, bankaların birçok şubesinin kapanması vb. ile oluşan riskler, iflas beklentileri beraberinde kaosu da oluşturuyor.

Emperyalist rekabetin bir parçası olarak gündeme gelen ve emperyalistlerin birbirlerine “ceza kesme savaşları”ndan olan; ABD Adalet Bakanlığı’nın Alman bankası Deutsche Bank’a, usulsüz konut kredisine dayalı menkul kıymet satışları nedeniyle verdiği 14 milyar dolarlık ceza bankacılık krizini de tetikledi. Bu ceza, Deutsche Bank’la çalışan “Hedge Fon”ları endişelendirerek kaçmasına neden olurken, bankanın hisse senetlerinin de borsada değer kaybetmesini getirmişti. Banka alanında başlayan Deutsche Bank krizi Asya ve Avrupa borsalarında da bankacılık hisselerinin değer yitirmesiyle egemenler için “küresel bir bankacılık krizi” endişelerini de büyüttü. Zira banka ve sanayi tekellerinin iç içe geçmesiyle oluşan mali sermayenin yani emperyalist sermayenin de kalbinin attığı yer olan banka tekelleri ve bankacılık sistemi de tıpkı uluslararası sermaye gibi uluslararası bir niteliğe sahip. Ve aynı şekilde banka tekellerinin de iç içe geçmiş olması yaşanan/yaşanacak krizleri de birbirine bağlıyor.  Bu anlamıyla Avrupa’nın en önde gelen ve birçok ülkede şubeleri bulunan Deutsche Bank’ta yaşanan bir krizin ya da iflas durumunun domino etkisi yapması kaçınılmaz.

Bankacılık sisteminde başlayan ve ilerleyen krizin birçok etmeni olsa da temel nedenin, bir tarafta kaynağı olan yatırımlarla orantısız biçimde spekülatif faizlerle şişirilen banka sermayesinin patlama riski, diğer tarafta 2008 krizi sonrasında piyasaların bir türlü toparlanamaması, ekonomik büyümenin gerilemeye doğru gitmesi, ülkelerinin merkez bankalarının “ekonomik büyümeyi” destekleme adına negatif faiz politikalarını tercih etmesinin, bankaların uzun vadeli kredilerden elde ettiği kârın, kısa vadeli borçlanma maliyetleri arasındaki kârı ortadan kaldırarak para akış döngüsünü sağlayamamaları olduğu belirtiliyor.

 

Türkiye’de büyüyen banka krizi ve yeniden yapılandırma

Benzer tabloyu uluslararası sermayenin parçası olan Türkiye’deki bankacılık sisteminde de görüyoruz. Öncelikle Türkiye gibi büyümesinin dış finansmanın akışına bağlı olduğu, emperyalizme bağımlı bu ülkelerde bankaların istikrarının ve kâr düzeyinin de aynı şekilde dış finansmana, yani sıcak para akışına bağlı olduğunu biliyoruz.

Türkiye’deki bankacılık krizinin altında yatan da TC’nin içinde bulunduğu siyasi-ekonomik kriz hali diyebiliriz. Ekonomik büyümedeki 2013’lerden itibaren yaşanan hızlı düşüşe paralel, ülkedeki ve bölgedeki savaş hali, iç ve dış politikadaki istikrarsızlık, özellikle 15 Temmuz sonrası faşizmin saldırılarının daha da açık bir görünüm alması, “FETÖ” bağlantısı iddiası ile yüzlerce şirket ve holdingin mal varlığına el konulup TMSF’ye devredilmesi, yine şirketlere ve belediyelere kayyum atanması, seçilmişlerin tutuklanması, on binlerce kamu çalışanının işine son verilmesi, OHAL bahanesiyle grev, toplantı, gösteri ve direnişlerin yasaklanması, sendika ve derneklerin kapatılması, gazetecilerin, akademisyenlerin, vekillerin tutuklanması, kazanılmış demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edilmesi vb. artan faşist baskı ve saldırılar sermayeyi daha da kokutmakta. Bu tablo dışarıdan para-sermaye akışını engellerken, var olanların da korkup kaçmasına neden olmaktadır. Yüzlerce işyeri iflas edip kapanırken binlerce çalışan da işsiz kalmakta. Halk ise her geçen gün daha fazla yoksullaşmakta, alım gücü düşmekte. Buna bir de ülkedeki ve dünyadaki kimi gelişmelerle bağlantılı olarak TL’nin hızla değer kaybedip, Dolar ve Euro’nun yükselişini ve bu yükselişe paralel iç ve dış borçların katlanmasını, ulaşımdan nakliyata, enerjiye vb. dövizle bağlantılı ve ithal girdiye bağımlı tüm mallara otomatik olarak gelen zamları da eklediğimizde iç piyasadaki durağanlığın nedenleri de egemenlerin ülkedeki banka krizinin nedenleri de yaklaşan ve beklenen büyük patlamada görülecektir.

Teknolojik gelişmelerle birlikte mali hareketin büyük bölümünün bankalar ve bankacılık sistemi üzerinden yürüdüğünü ve kredi kartına bağımlı bir toplum gerçekliğini düşündüğümüzde iç piyasanın daralması ve ülkedeki ekonomik gelişmeler direkt olarak banka aktivitelerini ve bu aktivitelerden elde edecekleri kârı da etkilemekte. Ekonomideki daralma bankaların kârını düşürmektedir.

Bugün Türkiye’de yaşanan bankacılık krizinin nedenlerinden birisi de, üretime dayalı ve karşılığı olan sermayeden ziyade spekülatif sermayeye bağlı büyüyen bankaların artan borçları. Nitekim TC’nin 412 milyar Doları aşan dış borcunun 300 milyar Dolara yakınını özel sektör borçları oluştururken; özel sektörün içinde de bankalar ilk sırayı alıyor. Özel sektörün bu borcunun 208 milyar Doları (Ağustos 2016 verilerine göre) uzun vadeli borçlardan oluşuyor. Ve bunun da 107.234.200.993 milyar doları bankaların borcu (07.11.2016/Cumhuriyet). Borç krizini büyüten ise ihtiyaç duyduğu, kredi-faiz dönüşümünü sağlayabileceği sermaye akışının yavaşlamış özellikle dışarıdan gelen yatırımların gerilemiş, var olanların da kaçıyor olması.

Bankaların içinde bulunduğu çıkmazı büyüten bir diğer hamle de iktidarın var olan ekonomik krizi iç tüketimi canlandırarak aşmak amacıyla BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu) aracılığıyla kredi kartı ve bireysel kredilere ilişkin yürürlüğe koyduğu düzenleme. Vatandaşı borçlandırarak iç piyasayı canlandırmayı hedefleyen iktidar, bunun için bankalara faizleri düşürmeleri ve kredi vadelerini (72 aya kadar) uzatmaları için baskı yapmakta, dayatmakta. Faizlerin düşmesi ise banka kâr oranlarının da düşmesi demek.

Gelinen aşamada banka sektöründe yaşanan kaos Türkiye ile sınırlı olmadığı gibi geçici de görünmüyor. Emperyalizmin yapısal krizlerinin sadece bir ayağını oluşturuyor. Bankaların şubelerinde ve çalışanlarında azaltmaya gitmesi, iflaslara doğru yol alınması krizin ciddiyetini, derinleştiğini de gösteriyor. Vatandaşların borçlandırılmasıyla iç piyasaların canlandırılma çabaları, iflastan kurtarmak için özel bankaların borçlarının devlet tarafından üstlenilmesi gibi idare tedbirlerin çürüyen finans kapitali kurtarmaya yetmeyeceği ise aşikardır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu