Makaleler

Kriz Girdabında Can Çekişen Düzene Devrimci Vuruş

CHP Genel Başkanı Kemal  Kılıçdaroğlu’nun grup toplantısında R. T. Erdoğan’ın yakınlarının Man Adası’na para transferine ilişkin kamuoyuna duyurduğu belgeler, AKP’nin, Zarrab davasıyla bulaştığı yolsuzluk ve rüşvet bataklığına dair yeni bir halka oldu.. 

AKP’nin, Zarrab davasıyla dışarıdan, Man Adası belgeleriyle de içeriden fena halde sıkıştığını söylemek yanlış olmaz. Aleyhte tanıklık edecek Rıza Zarrab’ın akıbetinin ABD’ye nota verilerek sorulması, henüz kamuoyuna açıklanmayan belgeler için sahte açıklaması yapılması, Kılıçdaroğluna yönelik hakaretlerin peşi sıra ve de giderek dozajının yükseltilmesi, AKP’nin bu ruh halinin yansıması olsa gerek.

AKP Genel Başkanı  ve de Cumhurbaşkanı R.T . Erdoğan’ın “hayırsever işadamı” dediği İran asıllı Türkiye vatandaşı Reza Zarrab ile Halkbank Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın ABD’deki davasında sürpriz olmayan ifşaatlara her gün bir yenisi ekleniyor olması bu gerilimi iyice tırmandırıyor.

“Kara para aklama, rüşvet ve İran ambargosunu delme” iddiasıyla görülen davada sanıklıktan tanıklığa terfi eden Zarrab’ın doğrudan “Erdoğan’ın ve Ali Babacan’ın emriyle bu işler yapıldı” şeklinde verdiği ifade, mahkeme hakiminin her şeyi değiştirecek ses kaydından bahsetmesi, AKP’yi ve Erdoğan’ı iyice kaygılandırmışa benziyor. Kamuoyu önünde R. T. Erdoğan ile üst düzey AKP’li yetkililer ve bakanlar, Zarrab davasını yok saymayı tercih ederken içerde sular fena halde kaynıyor. Zarrab davasına yönelik sansür politikasına CNN Türk ve NTV ile az sayıdaki kanal dışında neredeyse tüm ana akım medyanın dahil olması bunun bir işareti. Siyasi iktidarın bir yandan Zarrab ve yakınlarının mal varlığına el koyma kararı alırken diğer yandan, BM’ye Reza Zarrab’ın TC vatandaşı olmasından hareketle ABD’de yargılanamayacağına ilişkin başvuru yapmaya hazırlanması da bu stresin bir yansıması olsa gerek.

ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA’in eski görevlisi Graham Fuller hakkında “darbe” iddiasıyla yakalama kararı çıkarılması ise AKP’nin davanın başladığı günden itibaren yürürlüğe soktuğu “ABD’ye kafa tutan AKP’nin diz çöktürülmesine yönelik kumpas” politikasının önümüzdeki günlerde daha kapsamlı bir şekilde işleneceği ve yaşanan krizin mili dava örtüsü altında bir fırsata çevrilmeye çalışılacağı anlaşılıyor. 

 

Efendilerinden AKP’yi itibarsızlaştırma adımları

Açık ki ABD emperyalizmi, İran’a yönelik ambargonun delindiğini biliyor. Bu bağlamda bugün “suç” kapsamına alınan tüm faaliyetlerden haberdar olduğunu söylemek yanlış olmaz. Tam da bu yüzden Reza Zarrab’ın tutuklanması ve verdiği, vereceği ifadelerin böylesine gündeme getirilmesi ABD’nin siyasi iktidara yönelik bir tasarrufuna karşılık geliyor. Bunun nasıl bir biçim alacağı, kapsamının ne olacağı ve hangi hedefler doğrultusunda  işlevli hale getirileceğini ise zaman gösterecek. Açık olan şu ki, ABD emperyalizmi, doğrudan Rıza Zarrab davası aracılığıyla TC’nin siyaset sahnesine, güç dengelerine müdahale ediyor.

CHP’nin Rıza Zarrab davasına paralel bir şekilde harekete geçmesi de bu bağlamda bütünlüklü bir planın yürürlüğe sokulduğunu gösteriyor. Biliyoruz ki, CHP özellikle de bürokrasi içindeki ilişkileri vasıtasıyla AKP’nin yolsuzluklarına ve çeşitli suçlarına dair yığınla bilgi ve belgeye sahiptir. Ne var ki zaten kendisi de hırsızlık, rüşvet ve yolsuzluktan nemalanan ve palazlanan CHP’nin gerçek anlamda bunlara karşı olması veyahut bunlara karşı mücadele etmesi beklenemez.

Türk hakim sınıflarının ve onların birer izdüşümü durumundaki düzen partilerinin, emperyalistlerle kurdukları ilişkiler onların bağımlılığının kaynağıdır. Bu açıdan, ne AKP ne de CHP, stratejik anlamda efendilerinden bağımsız hareket etme kabiliyetine sahip değildir. AKP, 2002’de Bülent Ecevit sonrası ABD emperyalizminin politikası ekseninde Türk hakim sınıflarının bir kliğinin temsilcisi olarak iktidara getirildi. AKP emperyalistler için işlevli olduğu sürece değerlidir. Bu başlıkta kimi zorlanmalar, uyum problemleri veya ayak diremeler yaşandığında faturanın kesilmesi uzun sürmeyecektir.

Bu bağlamda Zarrab davasıyla AKP’ye yönelik, ABD merkezli bir itibarsızlaştırma, zayıf düşürme politikasının devreye sokulduğu söylenebilir. Ne var ki bunun AKP’nin bir bütün olarak siyasi arenadan silinmesiyle sonuçlanıp sonuçlanmayacağını söylemek için henüz erkendir.

AKP’nin 17-25 Aralık devamında 15 Temmuz darbe girişiminde olduğu gibi efendilerinden gelen bu mesajları doğru okuyarak, kendini yeniden yapılandırması, rüştünü ispat etmesi ve yoluna devam etmesi pekala mümkündür. Yolsuzluk ve rüşvetle ilgili ortaya saçılan bilgi ve belgelerin doğrudan AKP’yi kalıcı şekilde zayıflatacağını düşünmek yanıltıcı olacaktır. Nitekim, 17-25 Aralık’ta ortaya dökülen iddialar ve yayınlanan tapelere rağmen kimse yargılanmadı, olayla ilgili dosya kapatıldı ve tüm yaşananların bir  komplo olduğu zorla kabul ettirildi.  Akabinde AKP ve R. T. Erdoğan siyasi bir bedel ödemediği gibi, yürürlüğe soktuğu, gözaltı, tutuklama, katliamlarla ve onlara eşlik eden ırkçı, milliyetçi, Kürt düşmanı söylem ve politikalarla seçimlerden “galip” çıktı.

 

Yolsuzluk, rüşvet ve sahtekarlığa karşı mücadele!

Dolayısıyla, iktidarın propaganda imkanları, gündem belirleme gücü ve krizlerden fayda üretme becerisinin Man belgeleri ve Zarrab davasında da devreye girebileceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu açıdan Amerika’daki dava, Man Adası belgeleri de AKP’nin, Kılıçdaroğlu ve “CeHaPe” zihniyetine yeni saldırılarla iç kutuplaşmayı körükleyerek destek sağlanmasına yarayabilir.

Özetle söylemek gerekir ki, Zarrab davası ve CHP’nin çıkışları;  devrimci, ilerici ve yurtsever özenlerin öncülüğünde geniş yığınların sokağı sarsan eylem ve enerjisi açığa çıkmadığı, devreye girmediği sürece, emekçilerin zaten bildiği gerçekler olarak tarihin tozlu raflarına kaldırılmaya mahkumdur.

Rüşvet, yolsuzluk ve sahtekarlık mevcut sistemin üzerinde yükseldiği temel kolonlardır. Egemenler, söz konusu uygulamaları sıradanlaştırmak ve meşrulaştırmak adına bu çürümüşlüğü topluma düzenli bir şekilde enjekte ederler. Böylece toplumun genetik kodlarıyla oynanır. Her türlü rüşvet ve yolsuzluğu normal ve aksi düşünülemeyecek bir durum olarak algılama hali gelişir. Açık ki bugün geniş emekçi yığınlar başta AKP olmak üzere tüm düzen partilerinin rüşvet, yolsuzluk ve ranttan beslendiği ve ayakta kaldığı konusunda belli bir bilince sahiptir. Geniş bir kesim açısından da bu durum son derece olağandır. Zira, emekçi yığınlar, rahatsız oldukları söz konusu siyasi, kültürel iklimin nedenleri ve belki de ondan da önemlisi buna karşı ne yapılabileceği bunun nasıl değiştirilebileceği konusunda yeterli bilince sahip değildir.

Bu bilincin ve mevcut düzen partilerinin, sistemin çürümüşlüğünün ve pisliğinin karşısında güçlü bir alternatif olarak sahneye çıkmak devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin omuzlarındaki bir sorumluluktur. Hakim sınıf partileri arasındaki iktidar ve güç dalaşı; devrimci, ilerici ve yurtsever güçler açısından, düzenin çürümüşlüğünün teşhiri ve buna karşı mücadelenin geliştirilmesi bağlamında önemli olanakları açığa çıkarmaktadır. Kriz girdabında can çekişen düzene devrimci vuruş için bugün her zamankinden uygun koşullar vardır!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu