Makaleler

Kriz ve ordunun eğiliminin belirleyenleri!

Türk egemen sınıflarının politik krizi olabildiğince açık, aleni, kitlelerin her yönüyle tanıklık yaptığı sertlikte gerçekleşmektedir.

Bu krizin kliklerin sert kapışması yanında aynı zamanda kitle eylemlilikleriyle ve hareketleriyle de derinleştiğini görüyoruz. Bu sürecin nereye evrileceği, hangi sonuçları doğurarak bir miktar geriye çekileceği ya da krizin yönetilebilir düzeye indirgenip indirgenmeyeceği henüz belirginleşmiş değil.

Kriz öyle boyutlu ve öyle keskin bir şekilde sürmektedir ki devletin gizli olan bir şeyi kalmamıştır. Yolsuzluk ve rüşvet skandallarının boyut ve çapı ve de yarattığı etkiyi aşacak gelişmeler yaşanmaktadır. Tayyipgillerin yargıya, polise kendi yasalarını da açıktan çiğneyerek hangi biçimlerle müdahale ettiği ses kayıtlarıyla açığa serilmektedir. Efkan Ala’nın kontrolü altındaki bürokratları dahi tereddütte düşürecek şekilde talimatlar yağdırdığı kayıtlar ortaya serilmektedir. Gazetecilerin evinin basılmasını, savcılar tarafından ifadeye çağrılan emniyet amirlerinin bu çağrıya uymamasını, savcılar tarafından gönderilen gözaltı taleplerinin yırtılıp atılmasını, savcıların gerekirse gözaltına alınmasını, internet sitelerinin mevzuata bakılmaksızın kapatılmasını vs. biraz panik, biraz endişeli ama pervasız şekilde ifade ettiğini görüyoruz. Aynı şekilde kendilerine yakın gazetelerin manşetlerinin Bilal’ın denetiminde “babacığına” rapor edildiğini, bilgi kaynağı olarak MİT’in aktifleştirildiğini ve bir hiyerarşik sisteme kavuştuğunu görüyoruz.

Aynı şekilde Gülen Örgütü’nün de Başbakan’ın ağzından yargı ve poliste egemenlik kurduğunu, bu süreci 35 yıldır ilmek ilmek ördüklerini öğreniyoruz sansürsüz şekilde. Bu cenahın operasyonları vs. mevcut yasalara dayanarak Tayyip’e yönelirken Tayyip’in bunu savuşturmakla uğraştığını görüyoruz. Ancak bu cenah da açık ve aleni şekilde mevcut yasaları çiğnemekten geri durmuyor. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerini kaldıran yasayı Ergenekon Mahkemesi 13. ACM açıkça anayasaya aykırı diyerek tanımadığını ilan etti. Yani yasama organını yargının yerel mahkemesi tanımadı. Ergenekoncuları azat etme ve içerde tutma kavgasını Tayyip son kertede kazandı. Ama nasıl? Yine mevcut yasaları yok sayarak! Hükmü verilmiş dosyada tutuklu bulunanları, yargıtaya gerekçe yazılmadı diyerek serbest bıraktırdı. Aynı durumda olan devrimci ve yurtsever tutsaklarla ilgili ise henüz bir gelişme yok. Yani mahkemeler yazılmamış bir kanun uyguladılar bu katillere. Eh, faşizmde zaten yazılı olmayan yasaların hükümranlığını içermiyor mu?

Yaşananlar bununla da sınırlı değil. Siyasi partilerin liderlerinin, vekillerinin birbirlerine vatan haini, taşeron vb. yakıştırmalarına artık aşina oldu toplum. Ama bunun daha üst düzeylerini de duyar olduk. Seçim meydanlarında “adi, alçak, şerefsiz” kelimeleri dolaşıma sokuldu. CHP lideri devletinin başbakanına artık “sayın, başbakan” gibi ifadelerin kullanılmaması yönlü bir genelge yayınladı. “Başçalan, zat, hırsız, katil, terörist başı” gibi sıfatlar TC’nin başbakanına bizzat ana muhalefet başkanı tarafından kullanılıyor.

 

Tayyip’in yeni sıfatları ve kısalan siyasal ömrü!

Gelinen nokta devlet mekanizmasının kendi yasa, mevzuat ve kuralları doğrultusunda artık işlemediği, politik söylemin ve tutumların ise bu durumu daha da derinleştirdiğini söyleyebiliriz. Artık devletin başbakanının ismi sokaklarda, meydanlarda “hırsız, katil” gibi sıfatlarla anılmaktadır. Tayyip’in toplumsal ve siyasal meşruiyeti artık onun başkanlığında sürecin yürütülmesini daha da zorlaştırmıştır. Ki politik krizin taraflardan bir kısmının ilk hedefi Tayyip’in bir şekilde sürecin dışına itilmesidir. Tayyip ise toplumsal destek güçlerini ve devlet içindeki etkisini sonuna kadar kullanarak bu saldırıyı püskürtmektir. Kitle tabanında kendi etrafında bir kenetlemeyi sağlasa da, kliği içinde henüz bu kenetlemeyi sağlayamadığını söylemek mümkün. En azından saldırının boyut ve kapsamına uygun olarak bir kenetlenme söz konusu değildir. Ki Tayyip de bazı bakan ve milletvekillerine yeteri derecede tepki göstermedikleri ve tavır almadıkları için açıktan sitemde bulundu. Bu Tayyip’in kliğinin kendi içinde sorunlar olduğuna işaret ediyor. Yerel seçimler sonrasında bu çatlağın büyüme olasılığı fazla.

Tayyip’in kitle desteği, devlet içindeki etkinliği ve bunlara güvenerek saldırılara karşı gösterdiği direnç ile ortaya çıkan gerçekler arasındaki çatışma ve çelişkiyi sürdürebilmesi çok güç görünmektedir. Seçim sürecinin de etkisiyle Tayyip’in her toplumsal kesimi karşısına alarak kavgaya tutuşma taktiği, seçim sonrası alacağı oy ne olursa olsun bu taktiği değiştirip hedefi daraltarak ve esasta Gülen Cemaati’ne yönelterek şekillendireceği açıktır. Özellikle muhaliflerin seçim kampanyalarında bunca pisliğe ve açığa çıkan gerçeğe rağmen istenilen başarıyı elde edememesi, yine sorgulanan yeni ittifakların bir sonuç açığa çıkarmaması durumu bu cenahta da güvensizliği, bozulmayı ve dağınıklığı artıracaktır. Tayyip’in bunu da fırsata çevirerek krizi yönetmeye çalışacağı açıktır.

Bu genel dağınık, parçalanmış ve karakter kazanmamış süreçte hedefin Gülen Cemaati odaklı olacağı açıktır. Yani Tayyip bu cemaate olan hem devlet içindeki hem de toplumda ki tepkiye güvendiği, bu tepkiyi kullanarak bir balkon konuşması ile başlayacak, Alevi ve Kürtleri de kapsayacak yeni “hak ve özgürlükler” düzenlemesi ile hareket etmeye çalışacaktır. Böylece toplumsal tepkiyi hafifletirken, “batıdan uzaklaştı” eleştirilerini de karşılamayı hesaplamaktadır. Yani toplumsal sorunları gündemine almak, burada oluşan gerginlikleri azaltmak bir seçenek olacaktır. Bu şekilde Gülen Cemaati’ni yalnızlaştırarak zayıflatıp ablukaya almaya çalışacaktır. Ancak Cemaat’e yönelik saldırıların devlet içinde ve toplum içinde yeni ve ön görülemez gerginliklere yol açacağı ise açıktır. Tayyip’in bunu nasıl yöneteceği ise esaslı bir sorundur.

 

Krizde aranacak emperyalist destek ve önemi!

Tayyip’in iç politikada bu yaklaşımı aynı zamanda AB ve ABD’yi memnun edecek bir siyasal şekillenişi de sağlama eksenine oturacaktır. Bu noktada dış politikayı da özellikle ABD’yi tavlayacak, onun desteğini arkalayacak şekilde biçimlendirme çabası içinde olacağı açıktır. Ortadoğu, Kıbrıs, Ukrayna vs. gibi meselelerde ABD’ye her zamankinden daha fazla angaje olacağı, onun selametine uyumsuz olarak çıkan yanlarını ortadan kaldırma gayreti içinde olacaktır. Yani mevcut krizde bu güçlerin desteğini daha fazla arkalamaktan başka şansının olmadığını en üst düzeyde kavramıştır. Ki 17 Aralık’ın henüz ilk şokunu yaşarken yani Tayyip’in oldukça tedirgin olduğu dönemde, AB ziyareti sonrası daha rahat ve enerjik bir süreç başlattığı görülmüştür. Belli sözler ve tavizler vererek (Kıbrıs?) kendini daha güvende hissettiği görülmüştür.

Aynı şekilde önümüzdeki süreçte de dış politikayı bu bağlamda şekillendirerek emperyalistlerin desteğini arakasına daha fazla almaya çalışacağı açıktır. Emperyalist güçlerin Tayyip’in gücüne, yeteneklerine ve iç siyaseti ele alışına bağlı olarak bu desteği şekillendireceği açıktır. Tayyip’in meşruiyet kaybına, parçalanmış devlet erkine hakimiyet sorununa rağmen deneyim ve birikimiyle hala kullanılır olup olmadığına dair test edeceği açıktır. Tayyip’in bu denli büyük bir kriz içinde testten geçip geçemeyeceği ise muammadır. Bu testi geçmek içinse zamanı oldukça sınırlıdır. Bu açıdan bakılırsa Tayyip’in işinin hiç kolay olmadığı açıktır. Üstelik sürekli ve kararlı bir şekilde saldırılar altındayken bu süreci yönetmesi çok zor olacaktır. Ancak gösterdiği ve göstermeye devam edeceği direnç var olan saldırılar artarak devam ederse krizin daha da derinleşeceği açıktır.

Peki, kriz bu denli derinleşirken, devlet mekanizması yönetilemez, toplumla kopuşu artarken ve bölgesel gelişmelerde Türkiye’ye emperyalistlerin ihtiyacı daha fazla artarken çözüm nasıl gelişebilir. Özellikle Türkiye’nin NATO ülkesi, AB’ye aday üye olduğu gerçeği göz önüne alınırsa devletin krizinin bu şekilde uzun süre gitmeyeceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu türden krizlerde sürecin belli bir noktasında genelde ordu sürece el koyarak askeri cuntayla politik çatışmaları sonlandırır ve devletin bekasını güvence altına alırdı. Türkiye böyle bir geleneğe sahiptir. Ancak içinden geçilen konjonktür ordunun bu neviden müdahalelerine esaslı bir zemin sunmamaktadır. Zira emperyalizmin bölgesel planları içinde Türkiye’nin üstlendiği rol ve Türk egemen sınıflarının büyük çıkarları ordunun sürece aktif katılımı durumunda onarılması zor yaralar almasına neden olacaktır. Bu durum soruna Türk devlet geleneğiyle müdahale etmeyi sınırlamaktadır. Hatta bu açıdan elini kolunu bağlamaktadır.

 

Orduya bakarak krizin boyutunu anlamak!

Ancak Türk ordusunun bu seçenekle şekillenmediğini düşünmek bu devleti hiç tanımamak demektir. Ordunun içinde cuntaların oluştuğu, cuntaların parçalandığı bir süreç içten içe mutlaka yaşanıyordur. Ülkenin siyasal iklimindeki ve dengelerindeki dağınıklığın ve parçalanmışlığın ve farklılıkların ordu içerisinde de yaşanmadığını varsaymak eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu durum orduda zaten eksik olmayan cunta faaliyetlerinin yoğunlaşmasını, farklılıkların artmasını getirmektedir kuşkusuz. Ancak Türk ordusunun aynı zamanda NATO ordusu olması ve özellikle 1960 sonrası şekillenişinde Genelkurmay’dan yani hiyerarşik düzen dışında bir hamle yapması olasılık dahilinde değildir, olsa bile başarısızlık kaçınılmazdır. Genelkurmay’daki olası müdahalenin de en başta emperyalistlerden destek almadan gerçekleşemeyeceği Türk devletinin bağımlılık ilişkilerinin kaçınılmaz bir sonucudur. Bu bağlamda özellikle sürecin 1960 darbesi öncesini anımsattığı ve benzer bir sürecin olasılık olduğu daha güçlü tartışılmaktadır. Politik iklim ve özellikler benzer olsa da genel dünya konjonktürünün ve toplumsal dengelerin o süreçten çok farklı olduğu da aşikardır. Böylesi bir ordu müdahalesine toplumsal şartlar elverişli değildir. Türk egemen sınıflarının da dünya sistemiyle olan ilişkisi ve bölgedeki geniş çıkarları bu şekilde bir müdahaleye olanak sunmamaktadır. Böylesi bir müdahale krizi ortadan kaldırmayacağı gibi daha büyük krizleri doğuracak sonuçlar çıkaracaktır. Bunu öngörmek çok zor değildir.

Ancak ordunun sürece daha geriden baktığını, henüz bir aktör olarak “görünür” olmadığını da görüyoruz. MGK’nın sürece aktif olarak, bütünlüklü bir şekilde dahil olacak koşulları yaratamadığı açıktır. Bu ordu içindeki kararsızlığın, farklılığın bir görüngüsüdür. Ancak esas eğilim gelişmelerin olgunlaşmasına paralel olarak şekillenecektir. Krizin artık sistemin bekasının duvarlarına dayandığında ordunun aktör olarak eğilimini açık edeceği ve klikler arasındaki çatışmanın dengesini değiştireceği açıktır. Ancak şu aşamada çürüme, yozlaşma ve dejenerasyonun devletin beka sorunu olarak belirginleşmediği ordunun yaklaşımına bakarak ifade edilebilir. Özellikle kitle hareketlerinin henüz sistem içi karakter de olması, Kürt meselesinin de benzer şekilde sistem içi bir mücadele eksenine oturması yaşanan krizin devletin bekasını zorlamayan güçlü yanlardır. Bu ordunun vazifesini hafifleten, verili siyasal mücadele biçimleriyle iç dengelerini sağlayabilecek bir kriz karakterine işaret etmektedir.

Gelişmelerin yarattığı toplumsal huzursuzluğun şekillenişi, rotasını belirleyeceği siyasal nitelik ve Kürt meselesindeki gelişmelerin seyri ordunun vazifesine dair yeni ihtiyaçları daha güçlü gündeme getirecektir. Ancak somut koşullar da henüz devletin bekasını etkileyecek çok güçlü çanlar çalmamaktadır. Yine entegre olduğu dünya sistemine mevcut siyasal biçimler esaslı bir sorun çıkarır karakterde değildir. Siyasal biçimin bunu yönetme ve buna uyum sağlamada esaslı bir sorun yaşamadığı göz ardı edilmemelidir. Askeri etkinliğin artması ve süreci belirlemesinde bu neviden tıkanıklıklarında belirleyici bir faktör olduğu es geçilemeyecek bir realitedir.

Sonuç olarak; yaşanan gelişmeler Tayyip’in kellesinin alınmak istediği bir istikamette gitmektedir. Tayyip’in yüzsüzlük, pişkinlik ve arsızlıkla ve kitle tabanına yaslanarak bunlara direnç göstermesi durumu vardır. Elinde topladığı Kürt meselesi bağlamlı kozlarla ve emperyalistlere daha yüksek sadakatle hizmet etme yeteneği ise tutunduğu önemli çıpalardır. Özellikle ikinci meselede kat edeceği mesafe onun ömrünü uzatacak parametrelerdir. Ancak şu da vardır; Tayyip’in ortaya saçılan pislikleri onun ömrünü uzatsa da sonunu yaklaştırmaktadır. Seçimlerin sonuçları, kitle hareketlerinin yaygınlığı ve boyutu bu ömrü kısaltabilir. 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu