Makaleler

Kuraklıktan önce ilk durak kapitalizm

Eskiler şöyle diyor; “Şimdiye kadar böyle bir kış görmedik”. Şubat ayındayız, zemherinin tam ortasında ama kar yok. Doğa susuz, yağış yetersiz. Haberler artık kuraklık tehlikesini işlemeye başladı. Kimileri fırsattan istifade hesabından felaket tellallığına soyunuyor. Gerçek olan şu ki, aşırı üretim ve kâr hırsı nedeniyle dünya bir iklim değişikliği tehlikesiyle karşı karşıya.

Bir yanlışı görmenin değişik yolları vardır. En acı olanı yaşayarak öğrenmektir. Ampirik bir tarzdır bu ve pratikten öğrenme anlayışından farklıdır. İnsanlığın bugün gelmiş olduğu bilinç seviyesi iklim değişikliği sonuçlarını yaşayarak öğrenmesini gerektirmiyor. Artık ateşin yakıcı olduğunu anlamak için elimizi ateşin içine sokmadığımız gibi.

Konu özgülünde mesele insanlığın bilinç seviyesi değildir. Mevcut seviyenin nasıl kullanıldığı, neye ve nereye hizmet ettiğindedir. Kimin ya da kimlerin yönlendirdiğindedir. Kuşkusuz bilinç seviyesinin ileri olması insanlığın her konuda ileri olduğu anlamını taşımıyor.

İklim değişikliği, hem fiili hem de kavramsal olarak bilinmeyen bir durum değil. Dünya oluşumundan bugüne yedi kez buzul çağı yaşandı. Bilim insanları, geçmiş dönemde yaşanan bu iklim değişikliklerinin hem nedenlerini hem de sonuçlarını gayet iyi biliyor. İklim değişimi olarak ifade edilen olayların (sel, buzlanma, kuraklık gibi) nedeni ve sonuçlarına dair de bilim dünyasının elinde gerekli bilgi mevcut. Tüm bu bilgi, birikim ve deneyime karşı doğanın hızla geri dönüşümü bin yıllar sonra olacak belki de hiç olmayacak derecede tahrip edilmesi, kirletilmesi insanın bilinç seviyesinin gerisinde bir durumu ifade eder. Buradan da bir kez daha anlaşılır ki; mesele insanlığın bilinç seviyesi değil, mevcut yönlendiren kapitalist üretim tarzıdır.

Mesele sistemdir. Doğayı çılgınca katleden düşünce ancak daha fazla kâr etmeyi düşünen beyne ait olabilir. Kâr güdüsü, sistemi şuursuzlaştıran bir güdüdür. Şuursuzluk bilinç yitimidir. Kendini en modern gösterenler, uygar gösterenler bu anlamıyla, ilkçağ insanlarından, daha geri düzeydedir.

Ormanların kendini yenileme hızından fazla tüketilmesi; dere, çay ve ırmakların baraj, gölet gibi yapımlarla taşıması gereken su miktarının azaltılması; endrüstriyel tarımla daha çok ürün alma adına daha fazla su kullanılması; aşırı üretim ve aşırı kâr için fabrika bacalarından doğaya haddinden fazla sera gazı, karbon monoksit gibi zararlı gazların salınması; altın, nikel, bor, kömür gibi maden arama-çıkarma çalışmalarında siyanür gibi ağır kimyasalların kullanılarak doğanın talan edilmesi bugün iklim değişikliğinin her geçen anda daha yakıcı hissedilmesini tetikleyen etkenlerdir. Doğayı hızla tüketen ve dengesini bozan asıl neden kuşkusuz neo-liberal sömürü ve neo-liberal azami kârdır.

İklim değişikliği kapsamında bugün Türkiye’de yaşananlar, neo-liberal sömürünün yansımalarıdır. Ülkenin dört bir yanında çok uluslu şirketlere ve onların yerli işbirlikçilerine maden arama-çıkarma izni veren, tüm dere, çay ve ırmaklara baraj kurulmasını sağlayan, daha fazla termik santral kuran, nükleer enerji santrali yapan devletin kendisidir.

Sıraladıklarımızın hepsi bir yanlıştır. Yanlış olan, yanlışın hem nedeni hem sonucudur. Tartışılması gereken yanlışın kendisi değil, nedenleridir. Yağışların az oluşu, barajlardaki suların çekilmesi, bazı derelerin kuruması, Kızılırmak’ın debisinin düşmesi, Manyas Gölü’ndeki suyun azalması gibi kuraklık belirtileri tartışılırken, tüm bunlara neden olan sömürü sisteminin kendisi daha çok tartışılmalıdır.

Burjuva-feodal medyada kuraklığın işleniş biçimi, kuraklığı fırsata çevirmek isteyenlerin ekmeğine yağ süren tarzdadır. Kuraklık belirtileri sadece susuzluk yönüyle verilerek felaket tellallığı yapılıyor. Temel tüketim maddelerinin fiyatları üzerinde oyun oynanmasının zemini yaratılıyor. Sistem, yarattığı felaketi yine kapitalist kâra dönüştürüyor bu yöntemle. Egemen sınıflar açısından kuraklığın, bunu takiben açlık ve susuzluğun, hastalık ve ölümün bir önemi yoktur, önemli olan sadece ve sadece azami kârdır.

Türkiye’de bu yaz kuraklık olması ya da olmaması konusundan önce kuraklık olgusunun her daim gündemde olacağı bir aşama yaşanıyor dünyada. “Küresel ısınma” olarak tabir edilen (sistemin doğa katliamını oldukça yumuşatan bilinçli kullanılan bir tabirdir) iklim olaylarının genel görünümü doğanın ekolojik dengesinin bozulduğunun işaretidir. Dolayısıyla mesele sadece Türkiye’de yaşanacak kuraklık değildir. İklim değişikliği ve buna neden olan kapitalist sistem gibi boyutlu bir yapısı vardır.

Bugün çevre sorunu gelmiş olduğu boyut bakımından, politik öznelerin kayıtsız kalamayacağı bir sonuçtur. Sorunun sınıfsal niteliği, ona karşı mücadelesi kapitalizme karşı mücadeleden bu anlamıyla ayrı değildir. Anti-kapitalist mücadele de doğa mücadelesinden bağımsız değildir.

Sistem hem doğayı katlediyor hem de bunu kâra çevirmeye çalışıyor. Bu somut sorun karşısında, çevre sorunu özgülünde oluşturulan örgütlülüklerle birlikte anti-kapitalist mücadelenin şu anki mevcut halinden daha da büyütülmesinden başka bir alternatif yoktur.  (Bir okur)

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu