Güncel

Ahmet Yerkan, Kaypakkaya ile paylaşımlarını yazdı

Kaypakkaya ile vakit geçirme fırsatı bulan ve şu anda Kocaeli 2 No’lu F Tipi’nde tutsak bulunan Ahmet Yerkan, Kaypakkaya ile birlikte geçirdikleri günleri, paylaşımlarını aktardı. İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 45.yılı vesilesiyle kaleme alınan anlatıyı paylaşıyoruz.

H.Merkezi: Kaypakkaya ile vakit geçirme fırsatı bulan ve şu anda Kocaeli 2 No’lu F Tipi’nde tutsak bulunan Ahmet Yerkan, Kaypakkaya ile birlikte geçirdikleri günleri, paylaşımlarını aktardı. İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 45.yılı vesilesiyle kaleme alınan anlatıyı paylaşıyoruz.

“İbrahim Kaypakkaya’ya dair anı-anlatı

İbrahim ile birkaç gün

Değerli yoldaşlar, üzerinden çok uzun zaman geçti, ondan dolayı İbrahim Kaypakkaya’yla paylaştıklarımı hatırımda kaldığı kadarıyla anlatabileceğim…

Öncelikle şunu belirtmek isterim, İbrahim Kaypakkaya’yı anlatmak benim haddim değil… Fakat yaşadıklarımı anlatmak bana onur verir…

Dersim coğrafyasında 1938’in acı izleri halen silinmiş değil… Halkımıza dayatılan soykırımı annemiz ve babamızın anlattıklarından bir masal gibi dinleyerek büyüdük… O acılara merhem olunamadığı gibi daha fazlası geçen zamanda eklendi.

Direniş-ihanet ve teslimiyet tarihte hep yan yana yaşayagelmiştir. İbrahim yoldaş bu acılı Dersim topraklarına görüşlerinin tohumlarını ekmeye, yaralı halkımın yaralarını sarmaya, merhem olmaya gelmişti… Ama bir ihanetin gadrine uğraması nedeniyle fazla uzun ömürlü olamadı.

İbrahim’in kaybı, halklarımız için çok büyük bir acı ve elem kaynağıdır… Böyle özel nitelikli, önder kişilikli, yetenekli insanlar her zaman var olmaz. Bu acımızı hafifleten tek şey bu ihanetin sorumlularından 30-40 yıl sonra bile olsa hesap sorulmuş olmasıdır. Onları cezalandıranların elleri dert görmesin…

Dediğim gibi İbrahim yoldaşın Dersim’de bulunması, faaliyeti çok uzun sürmedi. Ben de o zamanın çok daha sınırlı birkaç gününü İbrahim yoldaşla paylaşma onuruna eriştim. Hatırımda bir film şeridi haliyle kaldığı kadarını anlatmaya çalışacağım…

Nasıl başlayayım tam bilmiyorum ibo’yu tanımak; güzel ve değerli bir insanı tanımaktır. Doğallığı, üslubu, kişiliği, insanlarla ilişki kurma ve yaşama biçiminin muazzamlığı… Dik duruşu tanımaktır.

Bir gün babamla (1972) birlikte, kışın keçilere verilmek üzere yaprak kesip istifliyorduk. [Bu arada babam ve kardeşleri (dört kardeş olarak) ’38 Soykırımında direnişe aktif olarak katılmış… Üçü ölmüş, babam kolu sakat olarak sağ kurtulmuş. Biz Haydaran aşiretindeniz. Soykırımda en fazla kırılan aşiretlerden biri bizim aşiret olmuş.] Biz gün boyu kesmiş olduğumuz yaprağı istiflemeye başlamıştık, artık akşam üzeriydi. Yaprakları birbirine yakın iki ağaç arasına dizerek sıkıştırıp, sonra üstü örtülür. Kışın da hayvanlara yem olarak verilir.

İstifleme esnasında ormanın derinlerinden biri yanımıza gelerek selam verip kolaylıklar diledi.

Babam Kırmançi (ana dilimiz) olarak bana “Kimdir? Tanıyor musun?” diye sordu. Ben tanımadığımı söyledim.

O esnada gelen kişi, “amca yardım edeyim mi?” diye sordu. Babamın cevabını beklemeden iki ağacın arasındaki yaprakların üzerine çıktı. Babam zaten gün boyu yorulmuş, itiraz etmeden terini silip olurdu… Bir yandan da yaprağın istiflenmesini izliyordu.

Sonra yine Kırmançi, “kardeşim sen neredensin, kimlerdensin?” diye sordu. Gelen konuk bana dönüp “amca ne diyor?” diye sordu. Ben Türkçe’ye çevirince babama, “amca dur yaprağı istifleyeyim, sonra konuşuruz” dedi. Babam bana kendi dilimizde, “oğlum bu talebe olmasın!” dedi. (Dersim’de o zaman devrimcilere talebe denirdi.) Ben de, bilmediğimi söyledim.

Yaprak istifleme işi bitti. Babam yığının etrafını dolaştı, “maşallah, maşallah” deyip durdu…

Babam, yarı Kırmançi, yarı Türkçe kırık Türkçesiyle “oğlum, sen kimsin, kimlerdensin? Nereden geliyor, nereye gidiyorsun?” gibi birçok soru sordu.

Gelen konuk, “amca benim yerim yurdum yok. Tüm dünya yurdumdur. Tüm ezilenler akrabam, yakınımdır… Ben burada mücadele etmeye geldim” dedi.

Babam; “Başka yer bulamadın mı? Bu Allahın dağına geldin?” diye yanıtladı onu.

Amca, siz emekçiler, köylüler ve tüm ezilen halklar her yerde birlikte mücadele edeceğiz… Yarınımızı birlikte kuracağız…” gibi şeyler anlatmaya başladı.

Babam, “Anlaşıldı, sen talebesin… Hadi bizim eve gidelim” diye onu davet etti.

Yok amca sağol, ben gelmeyeyim. Ama varsa bana biraz ekmek verebilir misiniz?” dedi konuk. “Bu saatte ekmek kalmaz. Sen gel bize gidelim, yemek yer ihtiyaçlarını alırsın, ondan sonra nereye gideceksen gidersin.” “Teşekkür ederim davetiniz için ama gelemem…”

Babam bana, “Ahmet eve git, biraz ekmek ve katık al gel” diye seslendi.

Ben koşarak eve vardım. Ev mutfak teknesinde ne kadar ekmek varsa bir bohçaya koydum. Tereyağı, çökelek ile bir tasa bal koyarak evden hızla çıktım. İlk defa bir devrimci görmüştüm, o kadar sevinçli ve heyecanlıyım ki… Annemle merdivenlerde karşılaştım, o kadar acele ediyorum ki, az kalsın anneme çarpıp merdivenlerden düşürüyordum. Annem peşimden bağırıyor… “Nereye gidiyorsun? Nedir götürüyorsun?” Küfürler ve beddualar ediyor ardım sıra… Hiçbirine aldırış etmeden koşarak babamların yanına vardım. O heyecan ve hızla kırk dakikada yürüdüğümüz yolu on beş dakika civarında kat ettiğimi tahmin ediyorum.

Ekmek bohçasını verdim.

– Ahmet arkadaş, bu kadar ekmeği niye getirdin?

– Boşver! Yetiyor mu? Yetmiyorsa, yarın yine gel, yine getiririm…

– Ben bir dahaki sefere size gelirim… Sen şu boyun bağımı al… Gece gelirsem, boyun bağımı almaya geldim derim. Sen de o zaman kapıyı açarsın. (O boyun bağını hatıra olarak hala muhafaza etmekteyim.)

– Tamam olur, dedim. Vedalaştı, ayrıldı yanımızdan.

***

Aradan 15-20 gün kadar geçmişti. Bizim ev köyün az dışında, tek başınadır. Köyümüz o zaman yirmi hane civarındaydı. Akşam saat 3.00 suları gibiydi. Evin arka tarafında tuvalet ihtiyacımızı karşılardık. Ben de ihtiyaç üzerine oraya gidiyordum. Ki bir ses işittim…

– Merhaba Ahmet arkadaş, boyun bağımı yıkadın mı?

– Yıkadık… dedim. Yanıma geldi.

– Ev müsait mi? Kim var evde?

– Müsaittir. Sadece aile bireyleri var, yabancı kimse yok, dedim. (İki ablam, annem ve babam vardı evde.)

(Hemen gidip babama sordum.)

– Geçenlerde yaprak keserkenki abi gelmiş, içeri gelebilir miyiz? diye soruyor. (Babam hemen “içeri çağır” dedi.)

Yanında iki arkadaşı daha vardı. Birini babam tanıyordu. Ama ben tanımıyordum. Vartinik mezrasına yakın bir köyde evli olan ablamın eniştesi Ali İşçi imiş. O akşam biz de kaldılar. Üç dört saat kadar sohbet ettik. Sabah iki arkadaşını başka yere gönderdi. Kendisi bir haftaya yakın bizde kaldı.

Gündüzleri köyü ve köylüleri tanımak için gençlerle bol bol sohbet ediyordu.

İkinci gündü, yanlış hatırlamıyorsam, annem sabah erken kalkıp yayık yayıyor. O da annemden on-on beş dakika sonra kalkmış, annemin yanına gitmiş… (Annem Türkçe bilirdi)

– Teyze, yardım edeyim?

Annem, “sen anlar mısın bu işlerden, yapamazsın” diyor.

Öğreniriz teyze… diyor. Üç çatallı ağaçlara asılı tuluğun önünden o tutuyor, arkasından annem tutuyor, birlikte yaymaya başlıyorlar. Bir taraftan da sohbet ediyorlar…

– Teyze bana 38’de yaşadıklarınızı anlatır mısın?

Annem başlıyor anlatmaya… Anlatılar içinde amcamla abimin Yel Dağı’nın eteklerinde kurşuna dizildiği anlatırken, duygulanıp ağlamaya başlayınca…

– Tamam teyze, anlatma daha fazla, üzmeyeyim seni diyerek durduruyor anlatımlarını…

– (Annem ayranı içeri alıyor) Sen geç içeride otur. Ben davarı çıkarıp sürüye katar, sonra da ahırı temizlerim. Diğerleri de kalkmış olur… Hep beraber kahvaltı yaparız.

Annem davarı götürüp sürüye katarken ben uyandım. Baktım misafirimiz yatağında yok. Dışarı çıktım, bakınıyorum nerede diye… Bir de ne göreyim. O abi ahırı süpürüyor. Çok şaşırdım, durdum, seyrediyorum…

– Sen ne yapıyorsun, talebe abi dedim.

– (O zaman bana dönüp) Benim adım İbrahim dedi…

– İbrahim Kaypakkaya dedikleri sen misin?

– Evet yoldaş.

– (Ben daha fazla şaşırmış vaziyette) Halla halla ben seni farklı biliyordum…

– Yok yok o benim…

Hemen içeri koşup babamı uyandırdım. Heyecanımı görünce;

Ne oldu, ne oldu? Nedir bu telaşın diye meraklandı.

– Biliyor musun, bu talebenin adı nedir?

– Yok bilmiyorum…

– İbrahim Kaypakkaya dedikleri kişidir… (Babam bu söylemime pek şaşırmadı.)

– Ben de o olduğunu tahmin ediyordum oğlum. Demek doğru tahmin etmişim. Nerede şimdi kendisi?

– Odur ahırı süpürüyor…

Annem o esnada eve döndü… Ahırı süpürmeye gitti. Ahırın kapısında İbrahim yoldaşla karşılaşınca;

– Sen zahmet etme teyze, ben süpürdüm dedi.

Annem hepimizden çok şaşırmış vaziyette, ne diyeceğini bilmez halde ahıra baktı. Ahırın gayet güzel şekilde süpürüldüğünü görünce;

– Sen talebesin, bu işleri nasıl yapabiliyorsun?

– Teyze ben talebeyim ama köylü çocuğuyum. Az çok anlarım bu işlerden…

– Benim bu sıpalarım bir p..a yaramıyorlar.

– Teyze öyle deme. Biz Ahmet arkadaşla çok şey başaracağız.

İçeri geçip sofrayı hazırladık… Hep beraber kahvaltımızı yaptık. İbrahim yoldaş sanki bu evde doğup büyümüş gibi, evden biri gibi davranıyordu. Bu hepimizi şaşırtmasına rağmen çok hoşumuza gidiyordu. Babam;

– Sen İbrahim Kaypakkaya mısın?

– Evet amca…

– Biz seni heybetli, iri yarı biri bilirdik… Oğlum nasıl başaracaksınız bu işleri? 38’de bizde silah vardı. İnsan vardı, başaramadık. Sen üç-beş kişiyle nasıl başaracaksın?

Başaracağız amcam, halkımızla birlik olup başaracağız. 38’de silah ve insan olarak şu anki halimizden tabii ki çoktunuz… Ama biz de hep öyle üç-beş kişi ve üç-beş silahla kalmayacağız… Bir halk ordusu kuracağız, onunla savaşacağız. Bu mücadele halkımızın kendi geleceğini, yarınını kazanma kavgasıdır. Biz talebeler sadece zafere giden yolu- yöntemi göstereceğiz. Ve halkın birlik beraberlik içinde örgütlü hareket etmesini sağlayacağız. Başarmak zorundayız. Eğer olur da biz başaramazsak da bizden sonrakilere yürüyebilecekleri bir yol bırakırız. Onlar bu yola halkı katıp mutlaka başaracaklardır.

– Düzgün baba yardımcınız olsun!

– Ahmet arkadaş seninle Roşmeğe kadar gidelim, oradan da Ali İşçi’nin köyüne geçeriz. Ablanda kalırsın. Daha sonra arkadaşlar bu tarafa gelince beraber dönersin.

Babam;

– Olmaz! Gıdiklere gidecek kimsemiz yok.

İbrahim yoldaş;

– Tamam öyle ise ben gidiyorum.

Hepimizle tek tek vedalaşıp ayrılacakken… Babam;

– Yolun bu tarafa düşerse, tekrar gel, bekleriz!

Bohçasına ekmek, katık koyup yolculadık…

İbrahim yoldaş gittikten sonra, ben gizlice peşine düştüm… Yolda yetiştim.

– İbrahim abi, ben de geliyorum…

– Hayır olmaz! Geri dönmelisin. Babanlar merak ederler.

– (Ben de az inat değildim) Ne yaparsan yap, geri gitmem, seninle geleceğim, dedim kararlıca.)

– Madem öyle, o zaman çobana söyleyelim. Bari babanlara haber versin, merak etmesinler. Sonra seni geri getiririz.

– Tamam dediğin gibi yapalım.

Önce Alancık köyüne uğradık, orada elbiseleri vardı. Onları aldık. Oradan da Ali İşçi’nin köyüne geçtik. Ablam beni görünce şaşırdı. İbrahim yoldaşa kızdı.

– Kardeşimi peşine niye taktın? Yaşlılar orada yalnızlar, ne yaparlar?

– Abla, bana boşuna kızıyorsun. Ben köyden yalnız ayrıldım. Sonra yolda bana yetişti. Geri göndermek için ben de uğraştım. Ama gitmedi. O zaman köyün çobanına tembihledik, babanlara haber yolladık. Zaten iki gün sonra Ali o tarafa gidecek, beraber götürür…

Ablam beni içeri aldı, sofra kurdu. Ve İbrahim yoldaşı çağırmaya çıktı. Ama İbrahim yoldaş yok, gitmiş.

– Nereye gitmiş olabilir?

Ablam;

– Ormanda arkadaşları var, onların yanına gitmiştir.

– Bir daha gelir mi?

– Sana ne, bir daha gelip gelmeyeceğinden… Sen de mi enişten Ali gibi peşlerine takılacaksın? Babam sakat, hem annem de şimdi çok üzülmüştür. Yarın seni eniştenle eve götüreceğim.

İbrahim yoldaşla bir daha görüşmek, sarılıp kucaklaşmayı çok istedim. Gece boyunca gözüme uyku girmedi. Sabaha kadar bekledim, ama gelmedi…

Eniştem erkenden kalktı. Kahvaltımızı yaptık. Yola çıktık. Yol boyunca sağa-sola bakınıyorum. Arada bir dönüp arkamıza bakıyorum, kimseler yok. Altı saatlik yolu bu duygularla yürüyerek köye geldim.

Babamdan iyi bir dayak yedim. Ama yediğim dayak umurumda değildi, benim esas korkum İbrahim’i bir daha görememekti.

***

Aradan bir aydan fazla zaman geçmişti.

Eve doğru iki kişi geliyor… Hemen tanıdım. Öndeki İbrahim yoldaştı. Köpek havlıyor. Köpeği uzaklaştırıp susturdum. İbrahim’e doğru koştum. Büyük bir hasretle kucakladım.

– Ne oldu? Ahmet arkadaş, çok mu özledin?

– Beni ablamlara bırakıp ortadan kayboldun. Sen olsan ne yaparsın, tabii ki çok özledim.

– Haklısın arkadaşım. İşte onun için seni görmeye geldim. Yoksa bizim şimdi Ovacık tarafına gitmemiz lazım.

Vedalaştık… Bir nebze hasret gidermiş oldum. Gidişi, o gidiş oldu. Bir daha görmek nasip olmadı…

***

Bir gün muhtar, Dersim merkeze gitmiş. Orada İbrahim Kaypakkaya’nın yakalandığını duymuş. Bize yakın bir komşuya söylemiş.

Annem evin köşesinde davar sağıyordu. Kemal Gündüz seslendi.

– Ahmet, İbrahim’i vurmuşlar!

O esnada annem süt bakracıyla merdivenleri çıkıyordu.

– Oğlum, Kemal ne diyor?

– Anne İbrahim vurulup esir düşmüş… der demez elindeki bakraç düştü, olduğu yere çöktü, kaldı…

Sesleri duyan babam, içeriden telaşla dışarı çıktı.

– Ne oldu? Annene bir şey mi oldu?

– Yok baba, anneme bir şey olmadı, İbrahim Kaypakkaya vurulmuş diyorlar…

– Kim dedi? Yalandır! İnanmayın…

Babam hızla içeri girip ceketini giyinip çıktı. (O zaman köyümüzde sadece bir evde radyo vardı… Onların evine ajans haberlerini dinlemeye gitti.)

Annem düşüp kaldığı yerde yarım saatten fazla ağladı durdu. O ağladıkça ben de ağlıyorum. Annem benim ağlamama dayanamayıp, gözyaşlarımı sildi. Başımı alıp göğsüne bastırıp teselli etmeye çalıştı. İkimiz öylece üzgün vaziyette babamdan gelecek haberi bekliyoruz. Babam nihayet geldi.

– (Tek kelime etti…) Doğrudur!

Bizim ailenin bir ferdi ölmüş gibi yas tutuk. O kısa zamanda ailemizden biri olmayı başarmıştı. O kara bulutlar altında kimse doğru dürüst konuşmadan, günlük zorunlu işleri de zoraki yapar vaziyetteydik.

***

Değerli yoldaşlar, İbrahim yoldaşı anlatmak başta da söylediğim gibi benim haddim değil. İbrahim yoldaş, bir devrimci önderdi, bir liderdi. Neyin, niçin ve nasıl yapılacağını çok açık bir şekilde bilen, buna göre davranan, halkla bütünleşen, davranışları, üslubu ile hemen halkla kaynaşan, onlardan biri olduğunu hissettiren… Yokluğunda aranan, değerli bir insandı…

Evet değerli yoldaşlar, İbrahim’i anlatmaya, onun yaşam felsefesini, devrimci pratiğini, yoldaşlık ilişkilerini, halkla bütünleşmesini, halkına sevgisini ben nasıl anlatabilirim, gücüm yetmez…

Bu satırları yazarken o anıları dakika dakika tekrar yaşadım. Çok duygulandım… Buna vesile olduğunuz için ben teşekkür ederim. Ben hiç unutmadım ve hiç unutmayacağım.

İbrahim yoldaşın anısı önünde saygı ile eğiliyorum.

Devrimci selamlar

Ahmet Yerkan”

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu