GüncelMakaleler

MAKALE | Daha Güçlü Bir Mücadele İçin İdeolojik Eğitim -1-

"Bu yeni varoluş koşullarına uyumun, sadece değişimin güçlü bir şekilde arzulanmasıyla sağlanamayacağı iradi bir çaba, disiplin ve eleştiri-özeleştiri ile gerçekleştirilebileceği görülmelidir. Kolektif saflarına girilmiş olunsa dahi bedensel ve zihinsel konformizmin etkisiyle bireylerin çoğu zaman zorlandıkları konularda bilinene, alışılmışa sığınmaya eğilimli olduklarını biliyoruz. “Ben buyum”a sığınmanın kolaylığı, çoğu zaman değişim için gerekli zorlanmalarda çekici gelmektedir."

Bazı kelimeler, kavramlar ve hatta cümlelere fazlasıyla aşinayızdır ve sıklıkla kullanırız. Bu aşinalığın yarattığı tehlikelerin başında, oluşan anlam kaybının farkına varmamak, yüzeysel kullanımlarda kalmak gelmektedir. Bunlara çok sayıda örnek verebiliriz. Fakat yazımız açısından üzerinde duracağımız başlıca kavramların “ideoloji” ve “devrimcilik” olduğunu söyleyelim. Bizler bu kavramlarda oluşan aşınayız, yüzeyselliği elbette ki pratik mücadelenin kavranışından, son yıllarda ortaya çıkan “devrimci”lik tarzından ayrı ele almıyoruz. Yazıyı da bu eksende ele alacağız.

Eğer bu yazıyı okuyorsanız, sosyalist basına olan ilginizden de hareketle “nasıl yaşamalıyım?”, “Ben kimim?” gibi yaşam tarzınızı, düşüncelerimizi yani içinde yaşadığımız, var olan koşullarla olan ilişkimizi tanımlayan sorulara “devrimciyi” demektesinizdir veya belki de yeni yeni devrimciliğe adım atmaktasınızdır. Peki devrimciliği nasıl tanımladığınızı hiç düşündünüz mü? Mücadeleyle, ezilenlerin/işçi sınıfının partisiyle olan ilişkilerinizi, bu ilişkilerin neden dönem dönem sallantıya girebildiğini veya tersinden çok sağlam olduğunu…

Sorular arttırılabilir, nitekim her ideolojik eğitimde bu soruların çok daha fazla ve ayrıntılı şekilde irdelenmesi, cevaplanması gereklidir. Böylece bu yazıda ele alınması olmazsa olmaz bir kavramlaştırmaya daha geldik: ideolojik eğitim! Devrimciliğimizin yeniden tanımlanması, küçük burjuva devrimcilikten arındırılması ve bununla bağlantılı olarak ezilenleri/işçi sınıfının partisiyle ilişkilerimizin yeniden tanımlanması için ideolojik eğitim zorunludur. Sadece bir defalığına yapılan değil, gelişen, değişen yaşamın ve mücadelenin ihtiyaçlarına paralel olarak yaşamımız boyunca belli aralıklarla, özel olarak örgütlenmiş eğitimden bahsediyoruz. Kolektifimizin yaşadığı darbeci tasfiyeciliğin ve genel olarak devrimci harekette görülen liberal, geri çekilmeci çizginin her birimizde oluşturduğu etkiler, tahribatlar çözümlenmedikçe ileriye doğru güçlü adımlar atmanın zor olduğunu belirtmeliyiz.

Devrimcilikteki bu aşınma elbette ki bir soyutlamayla sadece bireylere, belli alanlara vs. yüklenemez. Devrimcilik iddiasındaki partilerin gittikçe daralan, sistemin sınırlarını aşmada ve önüne çıkan sorunları çözümlemeden aciz teorilerinin ve pratiklerinin belirleyici olduğunu vurgulamalıyız. Her çizgi, kendi kadrosunu, kendi militanını oluşturur/şekillendirir. Yeni örgütlenmeler de bu çizgiden etkilenmelerle oluşur. Bununla birlikte en mükemmel siyasi çizgi ortaya konulsa bile bu çizgiyi pratiğe dökecek, geliştirecek olanalar da kadro ve militanlardır.

Bu bir kısır döngü değildir. Bütün-parça ilişkisinin diyalektik kavranışıdır. Bütünü yani komünist partisini Marksist-Leninist-Maoist nitelikte hem teorik hem de pratik olarak inşa etmek, gereken adımları kararlıca atmak kadro ve militanların sorumluluğudur. Kısır döngü gibi görülen bu durumlardan kopuşun, farklılaşmanın nasıl olduğunu, elli yıllık reformizm ve revizyonizmden teorik-politik-örgütsel olarak güçlü bir şekilde kopuşan kolektifimizin kurucusu İbrahim Kaypakkaya bize göstermiştir.

Kaypakkaya yoldaşın Marksizmi özgünleştirmede ön açıcı nitelikteki önderliğine ve 47 yıldır ödenen nice bedellere rağmen kolektifimizin sınıf mücadelesine önderlik etmedeki yersizlikleri apaçık ortadaysa, zamanın aynı zamanda “kim yapacak?” sorusuna tereddütsüzce “ben/biz” şeklinde cevap verilmesi gereken zaman olduğu açıktır. Fakat yaşanan tahribatların nedenlerinin güçlü çözümlemelerle ortaya konması, her birimizdeki ve elbette ki kolektifteki etkilerinin kavranmasıyla tekrar aynı sorunların içine düşmekten kurtuluruz. Devrimci harekette egemen olan küçük burjuva devrimciliğini geride bırakırız. Çelişkiler, ancak kopuşlarla yani sıçramalarla çözülür. Bireylerin, kendilerini yeniden kalıba dökmesinin diyalektiği de aynıdır!

İdeoloji nedir?

İdeoloji kavramı, Fransız Devrimi’nden sonra ortaya çıkmıştır. Marks, Alman İdeolojisi’nde, burjuvaziye atfederek “yanlış bilin” anlamında kullanmıştır. Fakat sonrasında Lenin, Gramsci ve Mao’dan gördüğümüz üzere burjuva ideolojinin karşısına her ideolojinin sınıfsal olduğu belirtilerek proleter ideoloji konmuştur. Peki “ideoloji” nedir?

İdeolojinin en açık tanımlarından birini Althusser vermiştir. Althusser, “Marks İçin” adlı çalışmasında ideolojinin “bilinç” bölgesine değil “bilinç dışı”na ait olduğunu belirtir. Buna göre bütün insanlar, “algılanan-kabul edilen-maruz kalınan kültürel nesnelere”, “kendilerini yapı olarak dayatan imge, kavram vb. şekilde” ortaya çıkan temsillere doğdukları süreçten itibaren maruz kalırlar. İnsanlar bu sürece hakim olamazlar, maruz kaldıkları temsiller, “işlevsel” olarak insanlar üzerinde etkide bulunur. (age, s.285) İnsanlar, bu temsiller (imge, kavram, mit, idea vb.) aracılığıyla varoluş koşullarıyla ilişki kurarlar. İdeoloji, sosyal ve tarihsel koşulların ürünüdür. Esas işlevi de pratik-toplumsal alandadır. Bireylerin yaşadıkları sosyal ortama uyumlarını sağlar, yaşam tarzlarını belirler. Kendilerini “özne” olarak tanımlamalarına imkan sağlar. Dolayısıyla ideoloji “ya varlık koşullarıyla ilişkiyi güçlendirir ya da değiştirir.” (age, s.287)

İdeoloji, oluşturduğu “özne”lerin nasıl yaşayacaklarını belirler. Aile ilişkilerinin, politik davranışlarının, çeşitli ritüellerinin, okuduklarının, tepkilerinin, diğer insanlarla ilişkilerinin… nasıl olması gerektiği ideoloji tarafından belirlenir.

Marks’ın “Bir toplumda egemen düşünceler, egemen sınıfın düşünceleridir” veya “Maddi hayatın üretim tarzı, sosyal, siyasal ve entelektüel hayatın genel sürecini belirler. İnsanların yaşam biçimini belirleyen bilinçleri değildir, ama onların bilincini belirleyen sosyal yaşam biçimleridir” sözleri ideolojinin anlaşılması açısından anahtar niteliğinde işlev görmelerinin yanı sıra ideolojik mücadele ve eğitimin de zorunluluğunu vermektedir.

Kapitalizmde egemen sınıf olan burjuvazinin düşünceleri egemen düşüncelerdir. Devrimciler de, burjuva-feodal ideolojinin hakim olduğu topluluklar içerisinde doğmakta-büyümektedir. Yaşam tarzları, davranışları “bilinç dışı” bir şekilde bu ideoloji içerinde şekillenmektedir. Bu şekillenme sahip olunan özelliklerin “normal” karşılanmasını, sorgulanmamasını getirir. Burjuva ideolojisi; bireyciliği, bedensel ve zihinsel konformizmi, tüketimi, rekabeti, gündelik algı-sağduyuyu bilimsel bilgi yerine yerleştirmeyi devamlı üretmektedir. Sayfalarca arttırılabilecek bu özelliklerin her birinin yarattığı kişilikler, davranışlar, ele alışlar söz konusu olmaktadır.

Devrimciler olarak burjuva-feodal ideoloji içerisinde büyümüş ve şekillenmişken çok farklı nedenlerle, bu sistemi reddettiğimiz için örgütsel olarak KP saflarına geliyoruz. KP saflarına gelmek, yeni varoluş koşullarına gelmek demektir. Bu basit bir “mekan” farklılığı, basit bir değişiklik değildir. Varoluş koşulları, sosyal yaşam biçimleri açısından niteliksel bir değişimden bahsediyoruz. Bu değişime uygun yeni ilişkilenmelerin, yeni temsillerin, yeni davranış-yaşam biçimlerinin olması gereklidir. Sorunlar tam da bu değişimin, kopuşun zorunluluğunun kavranamamasında ve değişimlerin yaratılamamasında ortaya çıkmaktadır. Mekânsal değişim, yani örgütsel dahiliyet sistemden kopuş açısından önemli bir adımken, ideolojik değişim açısından yani varoluş koşullarıyla yeni ilişkilenmeler açısından çok farklı nitelikte bir çaba yani pratik yaşamın yanında ideolojik eğitim de gereklidir.

Bu yapılmadığında, kişilerin reddettiklerini söyledikleri sistemin özelliklerini kolektife, yoldaşlarına dayatmalarına ve hatta gereken mücadele verilmezse kolektifi ele geçirmelerine yol açabilmektedir.

Devrimcilikte karar kılmak demek söylemsel olarak bile olsa kapitalizmi ve onun yarattığı kişiliği, yaşam tarzını, alışkanlıkları reddetmek demektir. Reddetmek, sadece ilk adımdır. Bu ilk adım, reddedilen sistemi maddi-manevi tüm kurumlarıyla yıkma ve yerine sosyalizmi inşa etme pratikleriyle devam ederse devrimcilik anlamını tamamen bulur. Elbette ki bahsi geçen bu niteliksel değişim, başta kapitalist sistemin ve ideolojisinin etrafımızı çepeçevre sarması nedeniyle kolay değildir. Ayrıca hem bizim sistemin araç ve kurumlarına saldırımız hem de sistemin tüm güvenlik güçlerinin saldırısı ve baskısı altında şekillenmekten bahsediyoruz.

Bu yeni varoluş koşullarına uyumun, sadece değişimin güçlü bir şekilde arzulanmasıyla sağlanamayacağı iradi bir çaba, disiplin ve eleştiri-özeleştiri ile gerçekleştirilebileceği görülmelidir. Kolektif saflarına girilmiş olunsa dahi bedensel ve zihinsel konformizmin etkisiyle bireylerin çoğu zaman zorlandıkları konularda bilinene, alışılmışa sığınmaya eğilimli olduklarını biliyoruz. “Ben buyum”a sığınmanın kolaylığı, çoğu zaman değişim için gerekli zorlanmalarda çekici gelmektedir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu