MakalelerPusula

“İnsana yaraşır şekilde yaşanmalıdır. Köle olarak değil!”

Gazi’nin konduları tanırdı onu. Sıcak sohbetleriyle bilirdi insanlar. Bir an çıkıp geldiği, kendisiyle birlikte neşe getirdiği kondular. Sade- ce Gazi değildi belki de. Zeynel Erdoğan yoldaşla birlikte görünürlerdi bazen. İki dost insan, gülüşü iç ısıtan iki adanmış yürek… Uğradıkları her kondularda gönüllerinde yer ediyorlardı halkımızın.

O günler çok iş düşüyordu hepimize, oradan oraya koşturuyorduk. Çok deneyimli değildik ama coşkun birer yürek taşıyorduk. Hatice yoldaş daha olgun ve deneyimli gözüküyordu. 1999, 12 Mart’ında sokak sokak nasıl çatışmıştılar, anlatırdı, dinlerdim. Biz erken safdışı kalmıştık. Hatice yoldaşlar çatışacaklardı daha. Soğukkanlıydı Hatice, fazla direnemeseler de meydan okumuşlardı düşmana. Gençlik faaliyetiydi, savaşın kızıllığını şehirlerde yankılandırmaktı görevimiz. Fakat biliyorduk ki hepimizin yüreği dağlarda atıyordu. Zeynel yoldaş kış biter bitmez gitmişti bile. Sinan, Aşkın… birçok yoldaşla biz de yaza girerken ulaşmıştık dağlara. Geride kalan yoldaşlara çok iş düşüyordu. Onlardan biri de Hatice yoldaştı.

Çok beklemedi o da. 2000 yazında bu sefer onun gerillaya katılımı vesilesiyle karşılaşmıştık. Kilo almış, gerillanın pek de tercih etmeyeceği bir fiziki yapıya “kavuşmuştu”. Ama sorun değildi. Yeter ki o dişini sıksın, gerisi kolaydı. Zaten onun en iyi bildiği şeylerden biri dişini sıkabilmekti. Hem sinirlendiğinde, yoldaşlarla ilişkilerinde hem de esasta mücadelede gerekli sabır ve dirayeti göstermede. Yaşamından, daha önceki faaliyetlerinden şekillenmiş birçok olumlu özelliğe sahipti. Bu yüzden kendinden emindi bir yanıyla. Bu da güven vericiydi. İki yoldaş birlikte katılacaklardı gerillaya. Diğer yoldaş, Cihan Fındık’tı. O da neşeli ama biraz çekingendi. Hatice yoldaşın gerillaya katılımı tam da ona denk düşer şekilde biraz maceralı ve komikliklerle doluydu. Artık bölgedeydik ama terslikler bir tane değildi. Araç saatleri değişmiş, varacağımız yere erkenden varmak zorunda kalmıştık. Orada vakit geçirmek başlı başına bir sorundu. Ortalıkta biraz fazla dolaştıysak da görünürde bir şey yoktu. Yolculuk yapacağımız araç sahiplerinin inceleyici bakışlarını ve garip davranışlarını saymazsak! Sonuçta son yolculuğumuza da çıkmıştık. Artık karanlık çökmüş ve yol kontrolleri daha sorun olabilecek duruma gelmişti. Düşmanın araziye pusu attığı bir noktaya yaklaşıyorduk. O civarı geçsek tamamdı. Fakat virajlı yolda şoförün aniden frene basmasıyla hepimiz öne doğru irkilmiştik. Bir anda projektörlerini bize tutan şhort-land’larla burun buruna gelmiştik. O ara önce Hatice yoldaşlar sonra Cihan yoldaşla anlık bir bakışma yaşadık. Hatice yoldaş sakin, güven vericiydi, Cihan yoldaş da hiçbir şey yansıtmıyordu. Askerler pusuya yatıyorlardı ve özel timlerin bize işaretle “geçin gidin” demeleriyle rahatlamıştık. Savaş bölgesindeydik ve daha birçok deneyimden son ana kadar “tamam gittik” dememeyi, soğukkanlılığı korumayı öğrenmiştik. Bir an “temiziz, bir şey yokmuş” diye düşünürken terslikler bununla da bitmeyecekti. İneceğimiz yere vardığımızda Cihan yoldaşla biz inmiştik fakat biraz ağırdan alan Hatice yoldaş daha araçtan inmeden şoför gaza basmıştı bile. O anki duyguları anlatmak güç. Araç uzaklaşıp gitmişti ve biz Cihan yoldaşla kalakalmıştık yol kenarında. Her şeyi hesap edersin ama bu durum hesapta yoktu. Şimdi ne yapacağız? Gerillayla da buluşmaya ramak kalmışken bir yoldaşı elimizden kaybetmiştik. Bir an “bizim Hatice bu, ne yapar eder iner o araçtan” diye düşünerek Cihan yoldaşı ağaçlık bir yere bıraktıktan sonra araç yönüne tarlalardan yol boyu yürümeye başlamıştım. Ve karşıdan bir telaş içinde Hatice geliyordu. O ara sivil bir taksi Hatice yoldaşı fark edip geri dönmüştü. Karanlıkta arazide yol boyu yürüyen bir kadın… Bir koşu Hatice yoldaşa ulaşıp tarlalara çekerken “yoldan ne yürüyorsun, bak taksi geliyor, kaçırırlar seni” diye takılıyordum. O ise bir yandan “yok ya gelsinler de görelim” diyor, bir yandan kendisini indirmeyen şoföre söylenip duruyordu. Geri dönen taksidekiler etrafa bakınıp bir şey bulamayınca çekip gitmişlerdi. Hatice yoldaştan öğrenecektik şoförün kendisini karanlıkta orada indirmek istemeyişini. Tabii Hatice’ydi bu, güzellikle anlamayan şoföre çatıp aracı durdurmasını bilmişti.

Daha sonra ne kadar çok yâd ettik bu anı. Gençlik’te korsan gösterideyken saçlarını molotofla tutuşturuşunu da… Gerillada da benzer “orijinalliklerini” duyuyorduk yoldaşlardan. Kendisi espri kaynağı olduğu gibi, birçok zor anda da soğukkanlılığı ile moral olabiliyordu.

Hatice yoldaş gösterişten uzak, sade ve emekçi bir devrimciydi. Birlikte olunan anlardan bunu çıkarmak güç olmadığı gibi yoldaşların anlatımlarıyla da daha iyi anlaşılıyordu bu. Gerillada kimi zorlanmalar yaşasa da yaşama ayak uydurmuş ve gelişme kaydetmişti. Bu noktada kolektife bağlılığı yaşadığı her türlü sorun ve olumsuzlukta rotasını koruyabilmesinin temel nedeniydi. Sürekli kolektiften beklenti içinde yaşayan biri değil, koşullar olumsuz da olsa kolektife, yoldaşlarına güvenini koruyan sabırlı ve inançlı bir militandı. Fedakar olmak en temel değerlerinden biriydi. Feda edilenin geri ve burjuva yanlarımız olduğunu bilmeyenler kendilerini bağlayan prangalardan da kurtulamıyorlardı. Bu noktada daha baştan bir netliğe sahipti Hatice yoldaş. Gerillada birçok yönden kendi gerçeğiyle de karşı karşıya gelmiş ve yetmezliklerini aştığı oranda gelişmişti. Çalışmaktan, ter dökmekten, yoldaşlarını kollamaktan geri durmazdı. Birçok işte becerikli ve ustaca çalışırdı ve hiçbir kaygı gütmezdi. Fakat eğer yoldaşlarında işe, görevlere karşı ilgisizlik, tembellik görürse bir o kadar da insafsızdı. Bir anda parlar, diyeceğini derdi. Aslında onun gözlemci yapısında uzun bir zamana dayanıyordu bu tepki. Öyle değilse yoldaşlarına kızıp onu haşladıktan sonra sevgiyle gülümsemesini amacına ulaşmanın rahatlığıyla ona tekrar kollarını açmayı da bilirdi.

İnsanlarla hemen kaynaşabilen sıcaklığı ve doğallıyla kendini sevdirmesini bilirdi. Bazı yönleri çok olgunken bazı yönleri çocukçaydı. Ölçüsüz konuşmaları, çocukça tepkileri ve gülüşleriyle Hatice olduğu bilinerek çoğu zaman ayrı bir neşe kaynağı olurdu yoldaşlarına. Bir keresinde grip olmuş ve etrafına söylenip duruyordu. Doğa koşullarında birçok hastalık mikrobundan uzakta yaşayan gerilla için, birçoğumuzun birkaç günlük halsizlikle atlattığı nezle, grip mikropları onların fiziken dökülmelerine yol açan, kolayca atlatamadıkları birer hastalık durumundaydı. Hatice’nin tepkisi de bu beş para etmez grip mikrobunun kendilerini bu hale sokmasınaydı. O, Aşkın ve daha birçok yoldaş gripten etkilenmişlerdi. Derdini sorduğumuzda espriyle karışık “sorma ya yoldaş, aşağıdan gelen mikroplar mahvetti bizi” deyivermişti hemen. “Aşk olsun yoldaş, aşağıdan biz geliyoruz, ne yani biz mikrop muyuz?” dediğimizde “yaaa, yok yoldaş, öyle demek istemedim” diye açıklamaya girişmişti. Ama karşısındakiler özellikle anlamak istemeyince gülerek yine parlayıvermişti. “Tabii de sizin yüzünüzden, siz getirmediyseniz nereden kaptık biz bu mikrobu? Hastayken gelmeyin bir daha buraya!”

Çiçekler koparıldıkları zaman yok oluyorlar mı yoldaş? Olmuyorlar. Köklerine ve toprağa sıkıca sarılarak inadına inadına yeniden büyüyorlar. Çiçekler yok edilse bile toprakta yaşam son buluyor mu? Tabii ki bulmuyor… İnsana yaraşır şekilde yaşamalıdır. Köle olarak değil. Mehtap Kara (Hatice) yoldaş şahsında tüm şehitlerimizin anısı önünde saygıyla eğiliyor, sonuna kadar direneceğimize ve zafere ulaşacağımıza söz veriyoruz.

 

(Bir yoldaşı)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu