GüncelMakaleler

Ortadoğu’da yeni bir sürece girerken olası gelişmeler

TC devleti herkese gül dağıtmaktadır. TC devletinin işbirliği içerisinde olduğu sömürgeci güçler ABD’nin saldırılarının artmasını istemektedir. Zira onların esaslı derdi Suriye devletidir. Astana sürecinde ise TC devleti Esadlı geçiş sürecini kabul etmiştir. Bu durum belli bir evrede TC açısından antogonist bir hal alacaktır.

Hemen her seferinde Suriye iç savaşının sonuna gelindiğine dair birçok açıklama yapılmaktadır. Kuşkusuz bu açıklamalara vasıl olan etmen Suriye’deki savaşın gelişim evreleridir. Ancak sürecin bu şekilde okunması ciddi handikapları ortaya koyuyor. Kuşkusuz süreç patlayan bombaların sıklığı ile ölçülemez. İşin özü uluslararası dengeler ve bu dengeler içinde sürece katılım gösteren aktörlerin çelişkiler noktasında kat ettiği yol ve bunların çözümü ekseninde olmalıdır. Ortadoğu’da dengeler bu zamana kadar genel olarak DAİŞ’in bitirilmesine paralel tartışıldı ve okundu. Bu yanılsama ekseninde yapılan değerlendirmelere tez ve tespitleri uçuruma sürükledi. DAİŞ büyük oranda geriletildi ancak Ortadoğu’nun iç savaş krizi hala sona ermedi.

Yeri gelmişken belirtmekte fayda var ki; DAİŞ köken olarak kökü kazınacak bir hareket değildir. Buna dair tespit ve analizler Ortadoğu’dan ne denli uzak kalındığını, buranın anlaşılmadığını gösterebilir yalnızca. DAİŞ her şeyden önce bir Ortadoğu gerçekliğidir. Tarihsel bir serüvenden beslenmekle beraber oldukça köklü bir düşünceye dayanmaktadır. Emperyalist ve faşist ülkelerin hakim sınıflarının desteği ve örgüt üzerinde tasarrufları söz konusu olsa da bu örgüte ilham veren düşünce İslamiyet’ten beslenmektedir. Ortadoğu’da bir ulusal kurtuluş düşüncesi halini almış olan İslamiyet bugün yer yer toplum içindeki anti-emperyalist öfkeyi harekete geçirmek için kullanılmaktadır. Bu gerçeklik bugün olduğu gibi yarın da DAİŞ ve türevi hareketlerin ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu açıdan Ortadoğu gerçekliği bölgedeki fundamentalist hareketlerin niceliksel gücüne bakılarak yapılamaz.

Emperyalistlerin 2008 itibari ile girmiş oldukları ekonomik ve siyasal kriz güncelde yeniden bir dizaynı şart koşmaktadır. Ortada daralan dünya pazarı bu pazarların emperyalist sömürücülerin ihtiyacını karşılayamaması durumu vardır. Bu açıdan bir doktrin ve satranç tahtası haline gelen Ortadoğu devamlı olarak emperyalist dalaşın bir sahnesi olacaktır. Bu durum neticesinde ortaya koyacağımız bir tespit olursa o da emperyalistlerin güdümünde kurulan ve kurulacak hiçbir devletin garantisinin olamayacağıdır. Ortadoğu’da süregelen gerçek feodal parçalanmışlığın emperyalistler tarafından sürekli kılınması durumu mevcuttur. Sürekli parçalanan bir pazar söz konusudur ve 2010 itibari ile başlayan isyanlar ve bunun tarihsel arka planı bölgede bir demokratik devrim ihtiyacını gözler önüne sermektedir. Bugün stratejik yolu örgütleyebilecek komünist öznelerin yokluğu, dinin ulusal kurtuluş düşüncesi haline getirilmiş olduğu gerçekliği, bu stratejik yolun farklılaştırılarak fundamentalist hareketler tarafından örgütleneceği algısını yaratmaktadır. Bu açıdan bölgede bir sınıf hareketi gelişmediği sürece hem fundamentalist hareketler ortaya çıkacak hem de emperyalistler bölgede sürekli kıldığı feodal parçalanmışlık devam edecektir.

 

Efrin’in işgali yeni bir sürecin başlangıcı mı?

TC devletinin Efrin’i işgali ile başlayan süreç aslında öncesi itibari ile bir diplomatik görüşmelerin sonucudur. YPG’nin ABD ile olan taktiksel işbirliğinden rahatsız olan Rusya’nın Efrin’in boşaltılmasını, Suriye devletine teslim edilmesini istemesi ile başlayan süreçte hali hazırda kandan beslenen TC devleti devreye sokulmuştur. Rusya’nın amacı Efrin’in boşaltılmak ve bu sayede Fırat’ın batısını doğrudan kontrol etmekti. Rusya böylelikle hem kendi askeri üslerinin güvenliğini sağlamlaştırmayı hem de Şam’ın askeri ve politik konumunu güçlendirmeyi amaçlıyordu.

TC devletinin bölgede gerçekleştirdiği operasyona izin veren Rusya bu şekilde KUH’ne ABD ile olan ittifakını kesmesini istemekte ve Şam-Tahran ile Moskova üçlüsünün politik çizgisini kabul etmeden bölgede bir kazanım elde edemeyeceği mesajını vermektedir. Ancak şurası bir gerçek ki bu savaşın kazananı ne TC devleti ne de Rusya’dır. Efrin’de ortaya konulan direniş ile Efrin Rusya’nın isteği üzerine Şam’a teslim edilmedi ve Rusya açısından bir şantaj malzemesi olarak düşünülen Efrin işgalinde geri adım atarak Rusya’nın politikalarına entegre olan bir YPG ortaya çıkmadı. Bu plan çöktü ve KUH bölgede önemli bir özne olduğunu gösterdi. Rojava açısından daha çok ticaret ve üretime dayalı bir bölge olan Efrin’de ortaya konulan direniş YPG’nin caydırıcı gücünü ortaya koymuştur.

Şurası bir gerçek ki Efrin’de işgal izni vererek KUH’ni kendine entegre etmek isteyen ve bunun için de TC ve onun denetimindeki çeteleri kullanan Rusya büyük risk almıştır. Guta ve İdlip pazarlığı karşısında Efrin’e girişi kabul eden Rusya’nın kaçınılmaz bir şekilde TC devletinin desteğinde örgütlerle karşı karşıya geleceği açıktır. Bu çatışkı noktaları Guta, El Bab, İdlib ve Efrin olacaktır. Bu bölgelerin Şam yönetimine teslim edilmesi süreci geldiğinde ortaya çıkacak gerilimlere karşın TC devleti de bölgede yoğunluğunu artırmaktadır. Muş, Erzincan, Elazığ, Bingöl ve Dersim’den yüzlerce zırhlı araç ve sözleşmeli asker İdlib’e göreve gönderilmiştir. Bu açıdan Rusya ve TC arasında ortaklık zannedildiği gibi sorunsuz değildir. Tam tersine her an patlamaya hazır bir bomba gibidir. TC, El Bab ve Efrin’de kalma isteğini dile getirirken böylesi bir yönelim bir süreliğine de olsa Avrupa hatta ABD tarafından sessizce kabul edilmiştir. Bunun nedeni ABD tarafından TC ve Rusya arasındaki bağların kopma olasılığıdır. Bu durum karşısında ABD’nin TC’yi destekleyeceği ve Rusya ile olan çatışkı noktalarından yararlanacağı açıktır. TC ve Rusya arasında ortaya çıkacak olan politik bağların kırılma noktası NATO’nun kısa vadeli planı dahilindedir. Bundandır ki TC, NATO’nun askeri koordinasyonunun başına getirilmiştir. Bu ABD’nin Fırat’ın batısına yönelik stratejisinin bir ayağıdır.

TC devleti fundamentalist örgütleri, Guta’da olduğu gibi İdlip’ten Efrin ve El Bab bölgesine getirmeyi hedeflemektedir. Amacı ise bu bölgede kalıcı olmaktır ve burada kalıcı olduğunu göstermeyi hedeflemektedir. Bu yüzden alelacele bir şekilde bölgede kurumlar oluşturmakta ve bir yönetim atamaya çalışmaktadır. Ancak TC ve Rusya arasındaki ilişkiler tam da bu noktada gerilecektir.

 

ABD de TC’nin Efrin’de kalmasından yana…

Diğer yandan Efrin’in işgal edilmesi karşısında kayıtsız bir tavır sergileyen ve “güvenlik alanımın dışındadır” gibi bir açıklama ile saldırıya yeşil ışık yakan ABD bölgede oyun kuruculuğuna devam etmektedir. Efrin işgalini onaylayan ve planlayan Rusya ile KUH arasındaki bağların kırılması ABD’nin işine gelmiştir.

Şurası bir gerçek ki KUH en başından beri denge politikası izlemektedir. Bir yandan Rusya diğer yandan da ABD ile olan ilişkilerini koruyarak çelişkilerden yararlanmayı hedeflemiştir. Ancak Efrin işgali ile bu dengeler değişmiştir. Efrin işgalinin ardından ABD’nin, QSD güçlerini daha aktif destekleyeceğini ve Menbiç’ten çekilmeyeceğini belirterek Fırat’ın doğusuna dönük herhangi bir gelişmeye karşılık vereceğini açıklaması TC’nin Efrin işgali sonrası açıklamalarını boşa çıkartırken diğer yandan da Suriye’ye dönük gerçekleştirdiği hava saldırısı ile Rusya’ya sınırlarını aşmaması mesajını vermiştir.

ABD’nin Suriye’de bir rejim değişikliği öngörmediği uzun süredir dillendirdiği bir konu. 2011 tarihli bu argüman ortadan kalkmıştır. Hava saldırısı ile amaçlanan Rusya’ya Suriye’deki sınırlarını hatırlatmak, bir güç gösterisinde bulunmak, diğer yandan da uluslararası kamuoyuna ABD’nin bu meseleden uzaklaşmadığını göstermektir. Ayrıca ABD, Rusya ile karşı karşıya gelmekten çekinmektedir. Bu durum aynı şekilde Rusya için de geçerlidir. Nedeni ise mevcut ekonomilerinin bu durumu kaldıramayacağıdır. Askeri maliyetlerin bu ülkelerin sermayesinin belini büktüğünü göstermektedir. Savaşın uzun sürmesi ve halen emperyalistlerin talan havuzunu dolduracak denli bir “istikrar”ın oluşmamış olması ciddi sorunları ortaya çıkarmaktadır.

ABD’nin Ortadoğu politikası kapsamında ortaya koyduğu hamlelerin başında Dışişleri Bakanlığı’nda yaptığı değişiklik gelmektedir. ABD’nin Ortadoğu stratejisindeki değişimin önemli bir hamlesi olarak yorumlayabileceğimiz CIA Başkanı Pompeo’nun Dışişleri Bakanlığı’na atanmış olması, ABD’nin İran merkezli Ortadoğu politikasının da yeniden tanımlanması anlamına gelmektedir. Bu durum olası olarak ABD’nin Irak ve Suriye politikasında değişikliğe gideceğini ortaya koymaktadır. Özellikle İran’ın bu iki ülke üzerinde sağladığı ve Şii inanç temelli asimetrik örgütlenmesi, Pompeo tarafından kırılması gereken bir nokta olarak elzem görülüyor. Pompeo her açıklamasında bu iki ülkedeki KUH’ni stratejik bir ortak olarak gördüğünü belirtiyor. Bu açıdan bölgedeki İran askeri ve siyasi nüfuzunu kırmak ve Şam’ın artan gücünü geriletmek için başta Suriye’de KUH daha fazla desteklenecektir.

Bu durum TC açısından bir krizi ifade etmektedir. TC devletinin bu durum karşısında çıkışlar sergileyeceği ancak bunların bir anlam ifade etmeyeceği ortadadır. Zira ABD bölgede kısa vadeli değil uzun vadeli bir plan peşindedir ve TC devleti istese de istemese de bu plana dahil olacaktır. Bu dahil olma hali aynı zamanda AKP iktidarının politik krizi ile bütünleşen bir sonuca doğru evrilecektir. TSK birliklerinin Menbiç’e girilmesine izin verilmeyeceğinin çok net olarak açıklayan ABD’nin Efrin’den çekilen YPG askeri güçlerinin Menbiç’e gelmesini bizzat önermiştir. ABD’nin yaptığı açıklamalar ve stratejik bir çekilme noktası olarak Menbıç’i seçmiş olması ABD’nin KUH’ne, Rusya’ya ve TC devletine verdiği bir mesajdır.

Her ne kadar Efrin işgali karşısında kayıtsız kalmış olsa da ABD, TC’nin Efrin’de kalmasını istemektedir. Bu durumun Rusya-TC ilişkilerini gereceğinin farkındadır ve bunun kendi çıkarlarına yarayacağının düşünmektedir.

 

TC’nin füze pazarlığı sadece bir silah anlaşması değildir

Uzun süredir TC devletinin Rusya ile sürdürdüğü görüşmelerin bir ayağını da füze anlaşması oluşturmaktadır. TC devletinin Rusya’dan almak istediği S-400 füzeleri NATO’yu rahatsız etmektedir. Böylesi bir silahlanma TC ve batı arasındaki çelişkileri derinleştirmektedir. Bu durum karşısında TC devletine NATO içinde görev ve sorumluluk verilmesi ve bunun yanında ABD’nin Patroit füze savunma sistemlerini önerme planları halen günceldir. Burada amaçlanan TC devletini sıkıştırmaktır. Zira TC devleti Rusya ile olan askeri pazarlığında ısrar ederse NATO ile olan ilişkilerinde ciddi yarılmalar yaşamak zorunda kalacaktır. Bu kriz ise esas olarak askeri ve politik olarak bir biçimde seyredecektir.

Bu durumun tersine hareket ettiğinde yani Patriot füzeleri kabul ettiğinde ise bu kez de aynı sorunu Rusya ile yaşayacaktır. Bu olasılık hayata geçtiği durumda TC devleti, bunun karşılığını Rusya tarafından Suriye’de TC’ye açılan diğer kapıların kapatılması ile görecektir. Şurası bir gerçektir ki “çok fazla kazanmak için ciddi kayıpları göze almak” gerekmektedir. TC devleti, ABD’nin Suriye politikası karşısındaki hoşnutsuzluğunun yanı sıra ve de özellikle siyasal geleceği nedeniyle kendini Rusya ile ilişkiler içinde bulmuştur. Bu durum TC devletinin Rusya’nın sömürgesi olduğu şeklinde yorumlanacak dereceye varmıştır. Kuşkusuz bu böyle değildir. Ancak TC’nin politikaları bu görüngüyü yaratmıştır.

Durumun böyle olmadığı ABD’nin Suriye’ye dönük hava saldırısında TC’nin tavrında görülmüştür. TC devleti hava saldırısını olumlarken TC devletinin de ortağı olduğu Astana sürecinin diğer aktörleri Rusya ve İran kınama açıklamalarında bulunmuştur. Efrin operasyonunda TC devletine tam destek sunan Rusya TC devletinin açıklamalarından memnun olmadığını belirten açıklamalar yapmıştır. TC devletinin tutumu Rusya ve İran’ın tutumundan farklı olarak Suriye hususunda mutlak bir ortaklığın olmadığını göstermektedir. Fransa Cumhurbaşkanı Macron saldırının Türkiye ve Rusya’yı birbirinden uzaklaştırdığını açıklarken bundan bahsetmektedir. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türk-Rus ilişkilerinin güçlü olduğunu açıklasa da esasta göze çarpan konu Suriye’de artacak olan siyasal gerilimin TC devletini zora sokacağıdır.

Ortaya çıkacak olası bir gerilim noktasında tarafını seçemeyecek bir TC devleti söz konusudur. ABD’yi tercih ettiği durumda ABD’nin KUH ile olan münasebetine iştirak edecek; iç ve dış politikada KUH karşısında tavizler vermek zorunda kalacaktır.

Açık söylemek gerekmektedir; TC devleti herkese gül dağıtmaktadır. TC devletinin işbirliği içerisinde olduğu sömürgeci güçler ABD’nin saldırılarının artmasını istemektedir. Zira onların esaslı derdi Suriye devletidir. Astana sürecinde ise TC devleti Esadlı geçiş sürecini kabul etmiştir.

Bu durum belli bir evrede TC açısından antogonist bir hal alacaktır.

(Bir ÖG okuru)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu