Makaleler

Ortadoğu’da nükleer oyunlar

2011’den bu yana Ortadoğu’na süren savaş, bölgenin dengelerini de altüst etmiş durumdadır. Özellikle devletlerin süregelen savaş karşısında beklentileri artarken bu beklentilere paralel olarak silahlanma ve nükleer anlaşmalar giderek artmaktadır.

Ortadoğu ülkelerinde dizginsiz süren savaş karşısında nükleer anlaşmalara yönelmesi ciddi tartışmaları da beraberinde getiriyor. Nitekim silah pazarı olarak tariflenen Ortadoğu’nun giderek nükleerleşmesi emperyalistlerin yeni projelerine işarettir. 2011 yılından bu yana süren savaş ve politikaların yanında pek görülmeyen ve oldukça ciddi boyutlara ulaşan bir nükleerleşme sorunundan bahsedilebiliriz.

 

İsrail ve nükleer silah üretimi

İsrail 1979 yılında, Güney Afrika’nın Apartheid rejimiyle işbirliği yaparak, kendi atom bombasını üretiyordu ve Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşmasını hiçbir zaman imzalamadı. Nükleer programına ilişkin sorulara ise hiçbir zaman yanıt vermedi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1980’den beri her yıl, oybirliğiyle Ortadoğu’yu her türlü nükleer silahtan arındırılmış bir bölge haline getirme çağrısında bulunan kararı onayladı. Bu kararın esas amacı bölgede İsrail’in elini güçlendirmek ve bölge devletlerine böylesi bir yasak getirerek bölgedeki güç dengelerini düzene sokmaktı.

Bu anlamda İsrail tekelinde yürüyen nükleer silahlanma belli oranda programlandı ancak yok edilmedi. Öyle ki nükleer tesisler ABD’nin “Terörizmle Küresel Savaş Planı” kapsamında işgalin paha biçilmez bahanesi haline geldi. Irak ve Libya’nın nükleer tesislerini yok etmek gibi bahanelerle işgaller gerçekleştirildi.

 

İran ve nükleer silahlanma

Şah döneminde İran da aynı şekilde askeri amaçlı bir nükleer programa sahipti, ama bu program 1979 Şah’ın devrilmesinin ardından 1988 yılına kadar sürdü. Irak-İran savaşının ardından Humeyni’nin fetvası ile atom bombasının üretimi, bulundurulması ve kullanımı yasaklanmıştı. Bu şekilde, Eurodif Uranyum Zenginleştirme Tesisindeki İran’ın 1,180 milyar dolarlık yatırımının iadesine ilişkin müzakerelere başlandı. Ancak hiçbir konuda çözüme ulaşılamadı.

Eurodif’in 2010 yılında feshedilmesi sırasında, sermayesinin % 10’u hâlâ İran’ın elindeydi. Bugün de Tricastin adlı uranyum zenginleştirme şirketinin hisselerinin bir bölümü İran’ın elindedir. 2003’te Hasan Ruhani tarafından BM ile yapılan görüşmede kabul edilen şartlar, 2005 yılında iktidara gelen Ahmedinejad tarafından reddedilerek İran’ın kendi füzyonu kapsamında bir program oluşturulur ve Hasan Ruhani görevden alınır.

Bu program BM tarafından kabul görmez ve İran’a dönük ambargolar başlar. Öyle ki 2003-2005 arasında İran’ın  nükleer üretimini engellemek amaçlı İsrail tarafından MOSAD aracılığıyla İranlı nükleer bilimciler tek tek öldürülür. 2013’te ise İran Devrim Rehberi  Ayetullah Ali Hamaney, Umman’da Washington ile gizli görüşmeler yapmayı kabul eder. Ambargoların son bulması kapsamında süren görüşmede Ahmedinejad’ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olmasına izin vermez ve seçimleri görevden alınan Hasan Ruhani seçimleri kazanır. 2005’te terk ettiği müzakereleri yeniden başlatır ve uranyumu %20 oranında zenginleştirme yasağı gibi BM’nin şartlarını kabul eder.

 

ABD’nin Ortadoğu’da “bilinmeyen” oyunları

İran’ın nükleer anlaşmasının ardından ABD’de bölgede kimi hamleler yaptı. Bu hamlelerin başında İsrail’in bölgede güçlendirilmesi ve aynı zamanda bölgedeki askeri nüfuzsunu arttırması oldu. İsrail öncülüğünde hayata geçirilen planlar ise bölge devletleri tarafından da desteklenmektedir. 6 Şubat 2015’te ABD tarafından “Ulusal güvenlik doktrini”nde yayımlar. Yayınlanan doktrinde ABD güdümündeki ülkelerin nükleer üretime ulusal güvenlikleri kapsamında ABD’den daha fazla ihtiyacı olduğunu belirtilerek İsrail, Ürdün ve Körfez’deki ülkelere yatırım yapıldığını belirtir.(Bkz: ABD Ulusal güvenlik Stratejisi/2015)

ABD’nin bu doktrininin açıklanmasının ardından 30 Mart 2015’te İsrail, uluslararası alanda tanınmayan bir Devlet olan Somaliland’a bir ortak askeri kurmay heyeti yerleştirilir. Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Fas ve Sudan, İsrail komutası altındaki bu güce daha ilk günden itibaren katıldılar ve 1 Nisan 2015’te, İsrail’in arka plan öncülüğünde burada bir “Ortak Arap Gücü” oluşturulur. Ve bileşen Mayıs 2015’te, Yemen’de bir taktik atom bombası kullandı. 16 Temmuz 2015’te, istihbarat uzmanı Duane Clarridge, Fox Business’te Suudi Arabistan’ın Pakistan’dan nükleer silah satın aldığını söyledi. Kamuoyunda bu durumun yankı uyandırmasının ardından 18 Ocak 2016’da, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, CNN’e atom bombasının satın alınamayacağını ve nakledilemeyeceğini söyledi ve Suudi Arabistan’ı Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşmasını ihlal etmemesi konusunda uyardı. 15 Şubat 2016’da, Suudi Arabistan’ın 2 yıldır atom bombasına sahip olduğu Russia Today’de yayımlanır.

Bu alanda bilimsel kabiliyete hiçbir şekilde sahip olmamasından hareketle, Suudi Arabistan’ın böylesi bir silahı kendi başına üretmiş olmasına imkan yoktur. Öte yandan bu silahı, İsrail ya da Pakistan gibi Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşmasını onaylamamış bir devletten satın almış olması ise daha olasıdır. Taktik ya da stratejik bir bomba olsun, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşmasına imza atmış Suudi Arabistan’ın bunu edinmeye hakkı yoktur. Ancak anlaşmaya konu olmaması için Kral Salman’ın bu silahı kendi adına aldığını açıklaması yeterli olacaktır. Çünkü Suudi Arabistan devletinin, Kralın özel mülkiyeti sayıldığını ve bütçesinin ise Kraliyet kasasının ancak bir kısmını oluşturduğu biliniyor.  Dolayısıyla, bugüne kadar kimsenin aklına dahi gelmeyen nükleer silahların özelleştirilmesine tanık olmaktayız.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu