GüncelMakaleler

YORUM | “Bir Ekmek ve Yasemenden… Ateş ve Duman Tadı” na

"Şu tanımlama elbette ki somut olarak doğru: Patlama birkaç saniyede gerçekleşti. Ancak geminin limana yanaşmasından, patlamanın olduğu 4 Ağustos gününe kadar geçen sürede yapılan ve yapılmayan her şey bu patlamanın sebebi olarak değerlendirilebilir"

4 Ağustos günü Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta Hiroşima ve Nagazaki’yi andıran büyük bir patlama yaşandı.

Böylesi durumlara “alışkın” olan Lübnan halkı dahi büyük bir şaşkınlıkla gelişen olayları ve ihmalkarlığın sonuçlarını izledi. Bu patlamanın birincil sebebi Beyrut limanında 6 senedir tutulan ve oradan çıkarılması için somut bir adım atılmayan tonlarca ağırlıktaki amonyum nitrat.

2013’ün Eylül ayında Gürcistan Batum’dan, Mozambik’e doğru rotasını belirlemiş olan gemi, evraklarında eksiklik çıkması sonucunda Ekim ayında Beyrut Limanı’ndan geçerken orada tutulmuştur. Sonrasında ise 7 sene içerisinde ilmek ilmek örülen bir katliam…

İç ve dış çatışmalar, yolsuzluk gibi durumların bir yansıması olarak müdahalesizlik bu geminin ve tonlarca amonyum nitratın patlamasına yol açmış ve doğalında patlamaya rahat bir zemin sunmuştur.

Şu ana kadar 150 kişinin hayatını kaybettiği, binlerce insanın yaralandığı ve araştırmalara göre 300 bini aşkın kişinin evsiz kaldığı bu tablo, Lübnanlılar başta olmak üzere herkese iç savaşın sonuçlarını anımsatıyor.

1975’te başlayıp 1990 yılına kadar süren iç savaşta yaşanan yıkım ile birkaç saniyede gerçekleşen bu patlamanın sonuçlarının aynılığı patlamanın ne raddede olduğunun kanıtı. Elbette ki patlamaya dair birçok komplo teorisi ortaya atılmış durumda. Bu komplo teorilerinden en çok rağbet göreni ise, patlamanın İsrail tarafından, Hizbullah’ın silah depolarına yönelik yapılan bir saldırı olduğu.

İsrail bu patlamayı üstlenmedi. Hizbullah’ta patlamanın kendi silah depolarında olmadığı yönünde açıklama yaptı. Nasrallah yaptığı açıklamada Hizbullah’ın ilk andan hedefe konulmasına tepki gösterdi ve “limanda ne silahımız, ne nitratımız, ne bir mermimiz ne de herhangi bir malımız olmadığını ilan ediyorum.” şeklinde konuştu. Ayrıca Hizbullah’ın silahsızlandırılmak istendiğine atıfta bulunarak hedeflenene ulaşılamayacağını vurguladı.

Ancak bu açıklamalar patlamanın bir sabotaj olma ihtimalini tamamen ortadan kaldırmadı ve bu ihtimal belirli çevrelerce hala tartışılmaktadır. Geçtiğimiz günlerde İsrail’in İran’da nükleer tesise yönelik saldırıları bu ihtimalin olabilirliğini savunanların elini güçlendiren en büyük olgu.

Ayrıca patlamadan önce Hizbullah ve İsrail’in birbirlerini karşılıklı olarak tehdit etmesi de bu ihtimali güçlendirmek adına dillendiriliyor. Aslında bu iddiaların Hizbullah’ın ülke içerisindeki prestijini ve otoritesini sarsmak adına da öne sürüldüğünü söylemek yanlış olmayacaktır.

Yani patlamanın sorumluluğunu Hizbullah’a yüklemek gibi bir gaye ile hareket edildiği söylenebilir ve bu elbette ki şaşırtıcı bir durum değil. Baktığımızda Lübnan, birbirini suçlayarak ve diğerinin hatasını kollayarak kendini aklamaya çalışan siyasi elitlerin, yönetimlerin mevcut olduğu bir ülke olduğu için bu durum şaşırtıcı değil. Toplamda ise bu yaklaşım, Ortadoğu dendiğinde sadece savaş, çatışma, sömürü, işgal gibi kavramların göz önünde canlandığı, yoksulluğun ve yıkımın hüküm sürdüğü bölgede, tabiri caizse alın yazısına dönmüş durumda.

İhmal, yolsuzluk, denetimsizlik

Ekonomisi dibe batma yolunda ilerlerken müdahale edilmeyen ülkede şimdilerde büyük bir kriz yaşanıyor. Lübnan Lirası son süreçte yüzde 80 değer kaybetmiş ve enflasyon had safhaya yükselmişti. Asgari ücret şimdilerde sadece 84 dolara tekabül etmekte ve ülkenin yüzde 50’si uluslararası standartlara göre yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Lübnan, Haziran ayında yürürlüğe giren ve ABD’nin Suriye için hazırladığı “Sezar Suriye Sivil Koruma Yasası” isimli yaptırım paketinden de Suriye ile iş yaptığı için büyük oranda etkilendi. Suriye daha önceden de yaptırımlara maruz kaldığı için ticaret ve bankacılık işleri büyük oranda Lübnan üzerinden yürüyordu. Bu kanalın da tıkanmış olması Lübnan için krizin daha da büyümesine yol açtı.

İç savaş yıllarından beri en büyük krizin içine giren Lübnan’da her şey üst üste geldi demek yanlış olmayacak. Bu elbette ki bir tesadüf değil. O süreçten bu yana iktidara gelen, getirilen siyasilerin yarattığı politikasızlığın süreklileşmesi, içeridekilerden daha fazla söz söyleyebilen dış güçlerin müdahilliği ve klikler arasında baki olan çatışma hep vardı.

2019’da başlayan halk isyanları da bu krizin bir sonucuydu. Halk artık “yoksulluğun pençesinde yaşamak istemiyoruz” diyerek sokaklara çıkmış, Said Hariri hükümetini istifaya sürüklemişti. Sonrasında gelen Hasan Diyab hükümeti de halkın taleplerini karşılayacak herhangi bir adım atmadığı için geçtiğimiz aylarda halk yine sokaklara dökülmüştü.

Ölümden değil açlıktan korkan Lübnan halkı, kendilerine reva görülen bu duruma rıza göstermeksizin eylemlerini sürdürdüler. Pandemi sebebiyle ara vermek zorunda kaldıkları eylemlere arayı fazla uzun tutmayarak devam ettiler.

Diğer yandan bu süreçte pandemi ile beraber yardımların azalması da ekonomik krizi daha fazla tetikledi. Şimdilerde hem toplumsal hem de ticari ve siyasi açıdan büyük çöküş içerisinde olan ülkede, Lübnan halkının tek umudu halk içerisinde dayanışma zemininin güçlü olması.

Sorumluluğu hep bir diğer kliğin ya da daha önceki hükümetin üzerine yıkmaya çalışarak ilerleyen otoriteler, bu çöküşün ve yaşanan patlamanın en büyük sorumlusu olarak göz önünde duruyor. Patlamanın yaşanan süreç ile ilişkisi de tam olarak burada açığa çıkıyor.

2013’ten beri limanda tutulan amonyum nitratın patlamaya hazır bir bomba olduğu herkes için aşikar bir durumdu. Bu konuya dair yasal süreçler başlatılmasına rağmen herhangi bir sonuca vardırılamamış ve yüklü miktardaki patlayıcı madde limandan bir türlü çıkartılamamıştı.

Çünkü Lübnan’da tam anlamıyla sorumluluk alabilecek ve müdahalede bulunabilecek kadar güçlü bir yönetim değil tam tersine sürekli çatışma halinde ve bölük pörçük bir yönetim mevcuttu ve hala da aynı tarzda ilerleyen bir yönetim anlayışı söz konusu…

Sadece turizm ve liman ticareti ile kalkınması sağlanmaya çalışılan ve tamamen dövize bağımlı bir ülke olan Lübnan’da patlamadan önce durum içler acısıyken şu anda daha da kötü. En büyük geçim kaynağı olan Beyrut limanı yok olmuş durumda. Dış ilişkiler ise, ülke de söz sahibi olan kesimler kadar çeşitli ve karmaşık. Çin, İran, ABD, İsrail, Fransa, Suriye gibi ülkelerle dış ilişkileri olan klikler mevcut ve her biri diğerine mahal vermemek için çabalıyor. Bu da ülkenin esas sorunlarına yönelmesi önünde büyük bir duvar örüyor.

Lübnan merkezi otorite bakımından epey cılız bir ülke ve yönetilmesi sanıldığı kadar kolay değil. Hem halkın isyan ve dayanışma geleneğinin yarattığı baskı hem de tersinden dinsel, inançsal bölünmüşlüğün getirdiği gruplaşma birçok açıdan zorlayıcı yerde duruyor.

Yazının başında da belirttiğimiz gibi Beyrut’ta yaşanan patlamaya dair birçok açıklama yapılabilir.

Amonyum nitratın patlaması en kuvvetli ihtimal gibi görünüyor. Ancak amonyum nitratın neden patladığına dair kesin bir araştırma sonucu bulunmuyor. Lübnan’ın İsrail tarafından tehdit edilmesi, dış ilişkilerinde yaşadığı sorunlar sabotaj ihtimalinin de ortaya atılmasına yol açıyor.

Lübnan her zaman saldırılara açık bir ülke konumunda olduğu için bu ihtimalinde bir kenarda durması ve peşin hüküm ile elenmemesi gerekiyor. Ortada büyük bir ihmalin olduğu ve Lübnan devleti ve hükümetinin ise bu patlamada en büyük aktör olduğu dışında kesin bir kanıya varmak şu an için güç görünüyor.

Şu tanımlama elbette ki somut olarak doğru: Patlama birkaç saniyede gerçekleşti. Ancak geminin limana yanaşmasından, patlamanın olduğu 4 Ağustos gününe kadar geçen sürede yapılan ve yapılmayan her şey bu patlamanın sebebi olarak değerlendirilebilir.

Ayrıca sonrası için sebeplerinin araştırılması teklif edilen patlamanın üstünün kapatılmayacağına daha doğrusu altında neler olduğunun açıklıkla sunulacağına dair bir güvenin olduğunu iddia etmek pek mümkün görünmüyor.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu