GüncelMakalelerYorum

POLEMİK/YORUM | Aydınlık yazarı utanmak gibi devrimci bir duyguya sahip midir?-2/6

Aydınlık dergisinin (aydınlık.com.tr) "Garbis Altınoğlu grubu ve İbrahim Kaypakkaya’nın TKP-ML/TİKKO’su" başlıklı yazısına ilişkin kaleme alınan polemiği güncelliğinden dolayı yayımlıyoruz. Makale 6 bölüm halinde yayımlanacaktır. Bugün dosyanın ikinci bölümünü yayımlıyoruz.

Yazarın Notu: Yazıya girmeden önce şunu açıkça belirtmek istiyoruz: Aşağıda yazılan bütün görüşler yazarını bağlayan şahsi görüşlerdir. Bu yazıda yazan her şey aksi belirtilmedikçe yazarının şahsi görüşüdür.

**

Çaru Mazumdar’a MLM’ler nasıl yaklaşır?

Biz, ne Hocacı oportünistlerin, ne de Aydınlık sağcılarının revizyonist iddialarının aksine ne Çaru Mazumdar’ı pür-i pak kabul ederiz, ne de onu bu baylar gibi “revizyonist” “sol oportünist” ilan ederiz. MLM’ler Çaru Mazumdar’ı önemli hatalar da yapmış olmasına rağmen esas yönü MLM olan yılmaz bir komünist olarak kabul eder.

Onun çizgisindeki hatalı görüşler, HKP (M-L) (Halk Savaşı) grubunun ortaya çıkışındaki geçmişin eleştirisinde eleştirilip, aşılma yoluna gidilmiştir. Bugünkü Hindistan proletaryasının öncüsü Hindistan Komünist Partisi (Maoist) de bu eleştirideki görüşleri geliştirmiştir.

Bunu daha Hint komünistleri bile böyle kabul ederken biz niye aksini savunalım çok bilmiş baylar?

Çaru Mazumdar Hindistan devriminin en temel meselelerinde esas yönüyle DOĞRU görüşleri (yarı-feodal yarı-sömürge yapı, devrimin yolu, devrimin araçları, milli mesele, Bangladeş meselesi gibi) savunmuştur. O kimi tali yönlerde (HBC’deki kimi hatalı görüşler, halk savaşındaki tali olarak kimi yerlerde Maksimalist SR’izme düşen sol taktikler vb.) hatalı görüşleri bir dönem savunmuştur (1970-2, ki belirtmek gerekir ki devrimci mücadele kitleselleştikçe kimi kendiliğindenci pratikler de HKP (M-L)’ye yıkıldı, oysa ki onun ilgisi bile yoktu).

Peki bu böyle sürüp gitmiş midir? Hayır, gitmemiştir. O ömrünün son dönemlerinde oportünistlerin ve gerici hakim sınıfların kuşatması altındayken Parti’deki hatalı çizgiyi adım adım değiştirmenin yolunu (bölünme ve parçalanma yaratmadan) döşerken düşman eline düşmüş ve bu düzeltme çizgisini tam parti sathında bir düzeltme kampanyasının temeli olacak sistemli bir hat haline getiremeden işkencede şehit düşmüştür.

Bu onun son yazıları ve mektuplarında görülebilir. Sizde azıcık onur olsa iftira atmaz, araştırırsınız.

Ama tabii, o dönemler Çaru Mazumdar’ın en bayağı ve ucuz kopyası hattını izlerken bu yazıları Liberation’da göremediğiniz için (zira bunlar Liberation’da çıkmamıştır, son yazısı Bengalce Deşabrati’de yayınlanmak ve parti içinde dağıtılmak için yazılmıştır ama bu olmadan yakalanmıştır) bilmiyorsunuz.

Çünkü siz sadece onu elde edebildiğiniz birkaç Liberation sayısından biliyorsunuz. Oysa Başkan Mao diyor ki: “Araştırmayanın konuşmaya hakkı yoktur.” Sizin asla araştırma gibi bir amacınız olmadı, sadece sol pozlar vermek amacınız vardı ki bu da sizin pratiğinizle zaten hiçbir işe yaramadı.

Peki, Çaru Mazumdar’ı bu hataya iten en temel faktör neydi?

Bunun cevabı, ÇKP 9. Kongresi’nde kabul edilen (ve 10. Kongre’de geri alınan) Lin Biaocu “emperyalizmin toptan çöküşe, sosyalizmin toptan zafere ilerlediği çağ” tespitindendi. Bu o dönem Uluslararası Komünist Hareket’te genel kabul gören bir görüştü. Aydınlıkçı hainler yalandan pozlar kesiyorlar ama esasen gizliden gizliye onlar da bu görüşleri savunuyorlardı.

Mesela onlar TİP 4. Kongresi’ne sundukları karar tasarısında şunu diyorlardı (“Proleter devrimcilerin TİP 4. Kongresine Karar Tasarısı – TİP 4. Kongresinin işçilere, köylülere, bütün halkımıza bildirisi”. Proleter Devrimci Aydınlık. Aralık 1970. Sayı: 26. Sayfa: 96 [16].): “(…) Bütün dünyada başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere emperyalizm toptan çöküşe gitmekte, dünya halkları Sosyalizm yolunda zafer üstüne zafer kazanmaktadır. (…)” [abç]

Ama ortada bir sorun vardı: Bu çağ tespitine göre hemen harekete geçmek gerekliydi. Yani silahlı mücadele başlatılmalıydı, Söke mağaralarında radyo bültenleri dinlenmemeliydi.

İşte Aydınlık oportünistleri burada da rahatlarını bozmamak adına çağ tespitini resmi olarak farklı tuttular. Ama farklı dediğimiz de yanlış anlaşılmasın, “emperyalizm ve proleter devrimler çağı” değil, “proleter devrimler ve milli kurtuluş savaşları çağı” gibi bir tespiti savunuyorlar.

Allah (!) Aydınlık yazarlarından razı olsun, sayelerinde yepyeni şeyler öğreniyoruz. Eh, nihayetinde onlar bizim “kötü öğretmenlerimiz” (İK) oldular.

İK yoldaş bu sahte, saçma tespiti şöyle eleştiriyordu (“TİİKP Program Taslağı Eleştirisi” (Ocak 1972). Kaypakkaya, İbrahim. içinde: “Bütün Eserleri”. Kaypakkaya, İbrahim. Nisan Yayımcılık. 2. Baskı [Nisan’da 1.], Ekim 2016. Sayfa: 305.): “Üstelik, “proleter devrimleri çağı”na, bir de “milli kurtuluş savaşları” ibaresi eklenerek! Aynı şey 11. maddede de tekrarlanıyor: “Büyük Ekim Devrimi’nden sonra açılan proleter devrimleri ve milli kurtuluş savaşları çağı”. Sözkonusu çağa özelliğini veren şey, milli kurtuluş savaşları mıdır? O çağda milli kurtuluş savaşlarının yer almış olmasına bakarak böyle bir şey söylenebilir mi?

Hayır, söylenemez. Çağımızda da, hem de o yıllardakinden çok daha yaygın ve çok daha güçlü olarak milli kurtuluş savaşları yer aldığı halde, milli kurtuluş savaşları çağında olduğumuzu söylemiyoruz. “Emperyalizmin toptan çöküşe ve sosyalizmin dünya çapında zafere ilerlediği çağdayız” diyoruz.

Çünkü, çağımızı diğer tarihi dönemlerden ayıran en karakteristik özellik budur. Doğu’da milli kurtuluş hareketleri, 1905’lerden itibaren başlamış ve bütün Asya’yı kasırgası içine almıştır. 1917 Ekim Devrimi’nden sonra ise, yeni olan şey, karakteristik olan şey, burjuva önderliğinde devrimlerin sona ermesi, burjuvazinin dünya çapında gerici çizgiye kayması, devrimden korkar hale gelmesi, buna karşılık proletaryanın devrimci eyleminde büyük bir yükselmenin ortaya çıkması, Doğu’da eski tip burjuva-demokratik devrimlerinin sona ermesi, proletarya önderliğinde yeni tip demokratik devrimlerin başlaması ve bunların Sosyalist Sovyetler Birliği’yle birleşmesidir.

1917 Ekim Devrimi ile başlayan yeni tarihî döneme özelliğini veren ve damgasını vuran şeyler bunlardır. Bu yüzden, söz konusu tarihî dönem, “milli kurtuluş savaşları çağı” değil, “proleter devrimleri çağı”dır.”

Bu yukarıdaki eleştiri, bir ifadesi (toptan çöküşe giden çağ) hariç tamamen doğrudur.

Aydınlık oportünistleri bununla da kalmadılar, onlar asla gerçek bir mücadele yürütme, cereyana göğüs germe cesaretini gösteremedikleri için toptan çöküşe giden çağ tespitini gizleyebilmek için bu tespitin kaynağı olan ÇKP 9. Kongre raporunu çevirirken de tahrifata gittiler.

Onlar çeviriyi şöyle yapıyorlardı (“Çin Komünist Partisi Dokuzuncu Millî Kongresine Rapor (1 Nisan 1969’da okunmuş, 14 Nisan 1969’da kabul edilmiştir)”. Biao, Lin. Proleter Devrimci Aydınlık Yayınları (No: 9). 1. Baskı, Aralık 1970. Sayfalar: 47-48.; not: abç.): “Mao Zedung Düşüncesi, emperyalizmin tam çöküşe ve sosyalizmin dünya çapında zafere doğru ilerlediği çağın Marksizm-Leninizmidir.”

Emperyalizm nedir? Emperyalizm, çöküşe giden kapitalizmdir (Lenin). Doğal olarak sınıf savaşlarının ve tarihin ilerleyişinin sonucu olarak emperyalizm çökerken sosyalizm yükselir. Lakin emperyalizm, zayıf halkalardan, parça parça çözülür (elbette ki bu emperyalist devletlerde devrim olamayacağı anlamına gelmez).

Toptan çöküş çağının hatası buradadır: Emperyalizmin parça parça çözüleceğini ve yok olacağını reddetmek. İşte Aydınlık oportünistleri burada kelimelerle oynayarak “toptan” ifadesini “tam” yaparak güya bu yeni çağ tespitini perdelemeye, hasır altı etmeye ve nihayetinde kendi sağcılığını gizlemek için temel oluşturmaya çalışmışlardır.

İşte bunlar böyle hain ve rezillerdir!

Onlar cereyana göğüs germe cesareti gösterip bu teoriyle doğru bir şekilde yüzleşeceklerine bunu tahrifatla hasıraltı etmeye çalışmışlardır. Bir de Aydınlık ocağından çıkma çakma anarşist bayımız Gün Zileli “İbrahim bunu savundu sol sapmaydı, Aydınlık savunmadı daha doğru çizgideydi” mealinde yazılar yazıp güya tarihi eğip bükmeye baksın, biz biliyoruz ki o bayımız da Aydınlıkçı karakterini iyi özümsemiştir.

İşte Çaru Mazumdar’ın da, İbrahim’in de tali hatalarının temeli bu çağ tespitindedir ve bu tespiti Çaru’nun ardılları, İbrahim’inse direkt kendi kurduğu partisi mahkum etmiş ve sol hatalarını düzeltmiştir. Bir de Aydınlık hainleri sağ oportünist faaliyetlerine “Aydınlıkçılar da o dönem solculuktan etkilendi yeaaa” diye utanmadan kılıf örerler, ne alçaklık ama!

Şimdi, gelelim Çaru Mazumdar’ı kim taklit etti meselesine. Peşin peşin konuşalım: TKP (M-L)’nin Çaru Mazumdar ve HKP (M-L)’den alınma tek bir hatalı görüşü vardır, o da “Halkın Birleşik Cephesi ancak bir veya birden çok bölgede Kızıl Siyasi İktidar kurulması ardından kurulabilir” şeklindeki görüştür.

Ki bu hatalı görüş TKP (M-L) 1. Konferansı’nda mahkum edilmiştir. Bundan öte hiçbir görüşleri yoktur, zaten Aydınlıkçılar da ne 1975’de (illegal) yayınladıkları TİİKP YDK öz eleştirisine eleştirilerinde (komiktir ki, sonraları TKP (M-L)’yi Çaru Mazumdarcılıkla suçlayanlar, bu eleştiride Çaru Mazumdar’ın yazılarını kullandılar! Bir hata düşünün ki aynı hatayla düzelsin, bir zehir düşünün ki panzehiri aynı zehir olsun!) ne de başka bir yerde aksini ispat edememişlerdir. Bundan öte her şey bir yalan ve riyadan ibarettir.

Hüseyin Karanlık eski Aydınlıkçı, girsin Aydınlık arşivine böyle bir yazımızı bulsun, hodri meydan!

Kaldı ki, Aydınlıkçılar’ın Halk Savaşı gibi bir dertleri bile kalmamıştır ki bugün (daha doğrusu, lafazanlıktan ve Söke’de mağaralarda saklambaç oynamaktan başka zaten en baştan hiç olmadı) HBC meselesine kafa yorsunlar.

Onlar hakim sınıfların temsilcisine (AKP) ve onların en geri işbirlikçilerine (MHP) yurtsever, milli diyerek zaten kendi “cephe”lerini kurdular. Dün CGP’ye “bizim çizgimize geldi” diyorlardı, bugün de AKP’ye.

Aydınlık kampüs odalarında dolaplarına örgüt belgeleri yıkacak kadar lakayt olan şeflerce yönetilen bir hareket olduğu için, sağcı ve pasifist özü dolayısıyla devrimci gençlik hareketinden koptu, birkaç inanmış devrimcinin devrimci faaliyeti dışında çok övdükleri “50.000 tirajı vardı” dedikleri “silahımız” ilan ettikleri İşçi-Köylü gazetesini kendiliğinden gelişen köylü hareketlerinde ve grevlerde dağıtmaktan başka bir faaliyet gütmeyen, ekonomist faaliyetine dayanarak devrimci gençlik hareketinin tümünü “maceracı” ilan edip köşelerinde yazılar düzerek “revizyonizmle ve maceracılıkla” mücadele ettiler.

Hüseyin Karanlık’ın yazıda bahsettiği “Aydınlıkçılar 1970 -1974 yılları arasında Türkiye devrimci hareketini kasıp kavuran “sol” maceracı ve bireysel terörist çizgiye karşı adeta tek başına mücadele yürüttüler, aralıksız ve kapsamlı eleştiri ve aydınlatma çabalarıyla bu çizginin verdiği zararları en aza indirmeye çalıştılar” şeklindeki Erbakanvari palavranın özü budur. Bunlar devrimci gençlik hareketinden tecrit oldukça sağcı özlerini gizlemek için lafazanlıkta kendilerini aştıkça aştılar.

Önce Başkan Mao’ya suya düşen yılan misali (evet! bunları en iyi ifade edecek kelime budur: Yılan!) sarıldılar. Yani PD Aydınlık hareketi başta “Maocu” değildi, yani ASD-PDA ayrılığının temeli “Maocu-Kübacı” ayrılığı değil, sağcılar ve solcuların ayrılığıydı, “Mao Zedung Düşüncesi” bunların sonradan sarıldıkları bir mevzidir.

Sonra baktılar ki ASD (ve sonradan onun içinden çıkan Kurtuluş [THKP-C]) çevresi de Mao lafazanlığı yapıyor, bunlar daha da öteye gidip çözümü inanmış bir komünistin, Çaru Mazumdar’ın imajını istismar ederek buldular. Artık onlardan devrimcisi yoktu! Köyler arasını yayan dolaşarak en proleter olduklarını kanıtlıyorlardı! Ama Çaru Mazumdar’ı asla özde savunmadılar, onu tahrif ettiler, onun görüşlerini gizlediler.

Şimdilerde Aydınlık köşelerinde tarihçilik yapan Hikmet Çiçek’in de imzasının olduğu bir yazıda, 1976’da Aydınlıkçılar ve Çaru Mazumdar meselesine şöyle değiniliyordu: (“Aydınlık Dergisine Cevap – Revizyonizm Yıkılacak Marksizm-Leninizm Er Geç Zafere Ulaşacaktır”. Günçiner, Ertan. Çiçek, Hikmet. Çubukçu, Aydın. Halkın Kurtuluşu Yayınları. 1. Baskı, 1977. Sayfalar: 16-18.):

“(…) o dönemde PDA içinde bir takım gelişmeler oluyordu. PDA şeflerinin her zaman değişmez tek ilkesi olan, ilkesiz tekkeyi ayakta tutma, taraftar toplama çabalarının bir parçası olarak PDA sayfaları Çaru Mazumdar’ın yazıları ile dolduruluyor, PDA yazarları bağnaz Çaru Mazumdar’cı geçiniyorlardı. Hattâ Çaru Mazumdar’cılık yoluna öyle ileri gittiler ki Çaru Mazumdar’ın Hindistan için önerdiklerini (ateşli olmayan silahlarla mücadele etmek gerektiğini, sınıf düşmanlarına karşı tırpan, orak, mızrak kullanmak gerektiğini[,] köylere yürüyerek gitmek gerektiğini vb.)

Türkiye için savundular ve savunduklarının tehlikesiz olanlarını da bir dönem uyguladılar. Bu sıralarda PDA içinde bazı unsurlar Çaru Mazumdar’ın örgütlenme ve mücadele anlayışı doğrultusunda çalışmayı önermeye başladılar. PDA yazarlarının iki yüzlü, ilkesiz, korkak nitelikleri bir kez daha açığa çıktı. Bir yandan Çaru Mazumdar’a sahip çıkmaya devam ediyor, bir yandan da Çaru Mazumdar’ın çeşitli temel yazılarını dağıtan söz konusu kişileri engellemeye çalışıyorlardı. İşte bizler, bu sırada, PDA yazarlarının korkak, ilkesiz ve iki yüzlü tavırlarını teşhir etmek için birkaç kez kadrolar önünde bu konuda sorular yönelttik: «Çaru Mazumdar’ın görüşlerini benimsiyorsanız neden bazı yazılarının dağıtımını engellemeye çalışıyorsunuz ve yine neden o görüşlerin gereğini yerine getirmiyorsunuz? Yok eğer, benimsemiyorsanız neden sahip çıkıyor gözüküyorsunuz?»

Şimdi bizleri «Çaru Mazumdar»cılıkla suçlamaya kalkışan zavallı Aydınlık yazarlarından biri o zaman sorumuzu şöyle cevaplandırmıştı: «Yazıların dağıtımını polisin eline geçmesini önlemek, mücadele yöntemlerimizin deşifre olmasının önüne geçmek için kontrol altına almaya çalışıyoruz.»

Aydınlık yazarları, her meselede aynı tutumu izlemişlerdir. Saflarını ayakta tutabilmek için ortama ve nabza göre şerbet vermiş, cesaret ve fedakârlık gerektiren her mücadele biçiminde –lafta savunmanın şampiyonluğunu kimseye bırakmadıkları halde– sıra işe gelince yan çizmişlerdir. Aydınlık tarihi bunun sayısız örnekleri ile doludur. Burada yalnızca konuyla ilgili olanı açıklamakla yetiniyoruz.

(…)”

Yine Aydınlık’ın 1977’deki bahsettiğimiz yazısına eleştiride MLM Hareket şöyle diyordu (“Aydınlık Dergisinin Devrimci Harekete Yönelttiği İftiralara Cevap”. Le-Ya Yayınevi [Belgesel Yayınlar Dizisi – No: 1.]. 2. Baskı [Le-Ya’da 1.], 1978. İstanbul. Sayfalar: 21-22.; not: yazım ve imla hataları orijinaldeki haliyle alınmıştır):

PDA REVİZYONİZMİ, ÇARU MAZUMDAR’IN GÖRÜŞLERİNİ KENDİ PASİFİST VE TESLİMİYETÇİ POLİTİKASINA BİR KUVVET İĞNESİ OLARAK AŞILAMAYA ÇALIŞIYORDU

Yazar şöyle diyor:

«1970 yılı içinde ilk ortaya çıktığında tasfiyecilerin temel özelliği, Marksizm – Leninizmi çok kaba bir biçimde kavramaları Hindistan Marksist-Leninist Komünist Partisi Başkanı Çaru Mazumdar’ın fikirlerini bir Kuranı Kerim gibi aynen Türkiye’ye uygulama yönündeki tutumlarıydı» (S. 26).

Yazar revizyonist PDA merkezinin ve bu merkezin aşırı sağcı hattına karşı özünde sağ fakat görünüştü sol olarak ortaya çıkan pasifist grubun işlediği ortak günahları Kaypakkaya ve arkadaşlarının sırtına yıkmaya çalışıyor. Birinci olarak Çaru Mazumdar’ın fikirlerini ilk defa tercüme edip, yayan ve yayın organlarında basan PDA revizyonizminin merkeziydi. İkinci olarak bu fikirleri «bir kuranı kerim gibi aynen» uygulamak isteyen PDA ileri gelenleriyle söz konusu guruptu.

Bu fikirlerin en hararetli savunucusu PDA liderinin en yakın arkadaşlarıydı. Onlar Çaru Mazumdar’ın fikirlerinden hareketle, ülkemizde «kitlelerin harekete geçmesini engeller» gerekçesiyle «sınıf düşmanlarının ateşli silahlarla imha edilmesinin hatalı» olduğunu savundular; «Düşmanın silahlarıyla silahlanma eğilimini zayıflatır» gerekçesiyle «halkın kendi imkanlarıyla silahlanmasının ve bundan dolayı da silah kaçakçılığının zararlı olduğu»nu savundular.

Gençliğin, silahlı faşist saldırılara karşı ««gençliğin parasıyla» silahlanmasına karşı çıktılar. Bunun gibi birçok teslimiyetçi fikrin kadrolar arasında yaygınlaşmasına çalıştılar. Kaypakkaya ve arkadaşları bu tip fikirlerin saçma olduğunu, teslimiyetçi ve pasifist eğilimlerin kılıfı olduğunu ve özünde siyasi mücadelenin silahlı biçimlerini reddettiğini, hakim sınıfların işine yaradığını ileri sürerek, bunlara karşı çıktılar. PDA revizyonistleri gerçekte Çaru Mazumdar’ın Hindistan şartları için yazdığı görüşlerini kendi pasifist ve teslimiyetçi politikalarına bir kuvvet iğnesi olarak aşılamaya çalışıyorlardı.”

Bu kadar örnek yeter ama ek olarak bir örnek daha vermek istiyoruz: Aydınlık’tan Kaçanlar isimli kitaptan Cengiz Çandar’ın bir anlatısını. Aydınlıkçılar bu kitap ilk çıktığında (kimi haklı noktalara da değinerek) bu kitaba dair çokça karalamada bulundular. Onlar için bu kitap yok hükmünde gibi bir şeydir, o yüzden biz de sadece ek olarak veriyoruz.

Ama verilen anlatı ister doğru, ister yalan olsun bu zihniyet o dönem (dönemin tanıklarınca defalarca vurgulandığı üzere) Aydınlıkçılar’da vardı ve bunlar da yaşandı. O yüzden kendileri gelir ister kâle alır ister almaz, açıkçası ne düşündüklerinin bizce bir önemi yoktur (“Aydınlık’tan Kaçanlar”. Aytav, Erkam Tufan. Ufuk Yayınları. 1. Baskı, 2013. Sayfalar: Cengiz Çandar bölümü 16-18 [Kobo dijital e-kitap versiyonu]):

“Polatlı ovasına gittim ben ilk. Polatlı Ovası ve Porsuk ırmağı boylarını adım adım dolaştım. Malatya kırsalını da iyi bilirim. Tohma suyunu, vs. Sonra, Şahin [Alpay]’le Ömer Madra’yla birlikte Ege’de köy çalışmaları yaptık. Şahin daha sonra Dersim’e ve bir süre Adana’ya da gitti. O sırada bir de kural var, motorlu araca asla binmeyeceksin.

Çünkü motorlu araç sahibinin, örneğin traktörün sahibinin ancak zengin köylü ya da orta köylü olması lazım. Yoksul köylünün parası yok ki motorlu aracı olsun. Sen eğer motorlu araca binersen ve bu yoksul köylülerce görülürse, onların güvenini yitirirsin. Konuşacağın bir şey kalmaz. Çaru Mazumdar öğretisi öyle diyor. Motorlu araca binmemek, her yeri yaya dolaşmak gibi kurallar var.

(…)

Bir gün trenle Polatlı’ya gittik. Yanımda iki kişi daha… Onlar bu kuralları bilmiyor. Pratik içinde ben onlara anlatacağım ve öğreteceğim. Polatlı’da indik trenden, birkaç köy adı ve çeşitli adresler var, oralara gideceğiz. İşçi Köylü Gazetesi aboneleri var. Onlardan ötürü köy isimlerini ve adreslerini biliyoruz. Öyle olanların evlerinde kalacağız, ayrıca bir takım köylere uğrayacağız. Propaganda yapacağız. İndik trenden, başladık yürümeye. Bir-iki saat yürüdük.

Orta Anadolu’nun köyleri arasında da inanılmaz mesafeler var. Boş alanlar. Bir tane dikili ağaç da yok ortada, buğday tarlaları uçsuz bucaksız. Sonra bir tane traktör geldi işte uğurlar ola nereye falan diye sordu. Dedik bilmem ne köyüne, ‘Atlayın benim yolum da oradan geçiyor’ dedi. Ben ‘Yok’ dedim, ‘biz yürüyeceğiz’. ‘İki saat daha var oraya yürürseniz, ben yarım saate varmaz ulaştırırım’ diye ısrar etti. ‘Yok, biz yürürüz’ dedim. Yanımdakiler de ‘Binelim abi neden binmiyoruz’ diye tutturdular.

Onlara, ‘Ben size sonra anlatırım’ dedim. Bizimkiler, anlamıyor, ‘İki saatlik yolumuz varsa binelim’ diye bastırıyorlar. ‘Siz karışmayın lafa’ dedim. Bizi götürmek isteyene de ‘Yok, hemşerim binmiyoruz. Sen git işine’ diyerek onu gönderdim. Sonra yürüdük, yürüdük geldik gideceğimiz köye. Karanlık da basmıştı, bulduk evi. Bir göz, bir oda, gariban bir ev. Ev sahibi cömertti. Bize sucuklu yumurta falan ikram etti. Biraz sohbet ettik. Zengin köylülerin ne kadar tehlikeli olduğunu, toprak mülkiyetinin köylüyü sömürdüğünü, bunlara izin verilmeyecek bir düzen kurulması gerektiğini anlattık ettik.

Ertesi sabah yolumuzun üzerindeki bir başka köye gitmek üzere ayrıldık. Orada tanıdığımız biri yok, kahveye gideceğiz sohbet edeceğiz. Bu arada ben sigara içmiyorum oğlanlara da habire ‘sigara içmeyin’ diyorum. ‘Niye yasak mı’ diyorlar, ‘yani iyi bir şey değil’ falan diyorum, ‘hepimizin sağlığı çok iyi olması lazım, sigara iyi bir şey değil; burjuva zaafı’ diyorum. E, motorlu taşıtlara bindirtme, sigara içirtme nasıl anlatacağım falan derken kahveye girdik.

Girdik ve bir kahkaha koptu. Komik bir halimiz var acaba diye bakındım. Meğerse, bir gün önce bizi traktörüne bindirmeyi teklif eden adam o köydenmiş ve o sırada kahvedeymiş. Bütün köye bizi anlatmış, ‘Üç tane manyağa rastladım, araca binmiyorlar kardeşim illa yürüyeceklermiş’ diyerek. ‘Deliler buraya da mı yayan geldiniz? Allah akıl fikir versin size, neden yaya geldiniz?’ diye sordu. Lafı dolandırdık. İçimden dedim ki ‘Ciddiye almıyorlar ki bizi bu adamlar, ne konuşacaksın bu adamlarla, ne anlatacaksın?’ Bütün karizmamız gitmiş vaziyette, üç tane geri zekâlı diye bakıyorlar sana.”

(Devam edecek)

*Aydınlık yazarı utanmak gibi devrimci bir duyguya sahip midir?-1/6

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu