GüncelMakalelerYorum

POLEMİK/YORUM | Aydınlık yazarı utanmak gibi devrimci bir duyguya sahip midir?-3/6

Aydınlık dergisinin (aydınlık.com.tr) "Garbis Altınoğlu grubu ve İbrahim Kaypakkaya’nın TKP-ML/TİKKO’su" başlıklı yazısına ilişkin kaleme alınan polemiği güncelliğinden dolayı yayımlıyoruz. Makale 6 bölüm halinde yayımlanacaktır. Bugün dosyanın üçüncü bölümünü yayımlıyoruz. 

Yazarın Notu: Yazıya girmeden önce şunu açıkça belirtmek istiyoruz: Aşağıda yazılan bütün görüşler yazarını bağlayan şahsi görüşlerdir. Bu yazıda yazan her şey aksi belirtilmedikçe yazarının şahsi görüşüdür.

***

Aydınlıkçılar inkar ederse diye belirtelim, o dönemde “bir Dev-Gençli” üzerinde ele geçen köylerde yapılacak faaliyet üzerine bir talimatın ilk maddesinde “Köyler arasını mutlaka yaya yürüyün” yazmaktadır. (“Türkiye Gerçekleri ve Terörizm – Beyaz Kitap”. “Başbakanlığın emri ile bakanlıkla rarası bir kurul tarafından hazırlanmıştır”. 1. Baskı, 1973. Ankara. Sayfalar: 104-105 [104].)

Bu konu üzerinde son bir hususa değinmek gerek: Yıllar sonra Oral Çalışlar Aydınlık’ın bu iftirasını “’68: Başkaldırının Yedi Rengi” kitabında dillendirdi.

Kitapta bahsi geçen olay özetle şu: İbrahim tamam yokluk içindeyken ve kalacak bir yer bile yokken (Oral bey böyle dolduruyor arka planı ama bu iddia gerçekse hareketin kalacak yer bile temin edemeyecek kadar kitlelerden kopuk sağcı pratiğine ses etmiyor!) “Şimdi ne düşünüyorum biliyor musun?” diye söze girip zalim bir toprak ağasının öldürülmesini, sonra partinin propagandadan görevli bir gerilla birliğinin köye gidip devrimci propaganda yapan bir oyun sahnelemesini hayal edişini anlatıyor.

Bu olayın doğruluğu-yanlışlığı, kaynağın güvenirliği vb. her şey bir yana, bahsi geçen olay yalnızca bu kadarla sınırlı ve bu olaydan dolayı “İbrahim hayalci, sübjektif, Çaru Mazumdarcı” vb. oluyor.

Bunun üzerine o dönemler devrimci-sosyalist basında kimi yazılar çıktı ama biz gereksiz yere teferruata girip de böyle boş bir mesele üzerine yazıyı uzatmaya gerek duymuyor, Kutsiye Bozoklar’la o dönem yapılan bir röportajdan ufak bir alıntıyla geçiyoruz (“Kutsiye Bozoklar İle Söyleşi”. Yeni Demokrasi. Haziran 1989. Yıl: 3. Sayı: 22. Sayfalar: 35-36.):

“(…) Geçenlerde, geçenlerde dediğime bakmayın epey oluyor. Oral Çalışlar’ın “68 Başkaldırının Yedi Rengi” adlı kitabını okuyordum. Çalışlar bilirsiniz, eski Şafakçılardan. Kitapta, İbrahim arkadaşı Çaru Mazumdarcı göstermiş. ‘Şafaktan kopuş’ deyince aklıma geldi de. Mazumdar, Hintli bir devrimci köylü önderiydi. 72’de öldürüldü sanıyorum. Halk Savaşını savunuyordu. Ama “halkın silahı yoksa öncü de silahsız olmak zorundadır” şeklinde özetleyebileceğimiz bir görüşü vardı. Çalışlar kimi şeyleri daha iyi bilir belki. Benim bildiğim de şu: Biz Çaru Mazumdar’ı Şafakçılardan öğrendik. İbrahim arkadaş ‘halk savaşı’ diyordu, doğru. ‘Silahı düşmandan alacaksın’ diyordu, o da doğru. Ancak, ‘halk baltayla savaşıyorsa sen de baltayla savaşacaksın’ hiç demiyordu. Ayrılık döneminde Şafakçıların Söke dağları ve de balta öykülerini çokça dinledik. Dürüst olmak, yalnızca insanca bir erdemdir.

(…)”

Evet! Dürüst olmak yalnızca insanca bir erdemdir ve Aydınlıkçılar bu erdemden yoksundur. 

2 – Garbis Altınoğlu-Adil Ovalıoğlu çevresi TİİKP’den nasıl ve neden koptu ve İK yoldaşın bunlara karşı tavrı neydi?

Bu çevre hakkındaki kısmı iki bölümde inceleyeceğiz:

  1. Bu grup neden koptu ve proleter hareket ona nasıl tavır aldı.
  2. Bu grupla birlikte adı sıkça birlikte geçen Adil Ovalıoğlu meselesi ve HKP (M-L)
  3. a) Aydınlık yazarı şöyle diyor: “Çaru Mazundar’a -ve tabii Garbis Altınoğlu’na- göre, ‘Hindistan ve Türkiye gibi ülkelerde [revizyonist bay sanki Çaru Mazumdar Türkiye’nin piriymiş gibi onu Türkiye hakkında konuşturuyor, peki niye böyle yazıyor? Çok açık, o yarı-feodal yarı-sömürge yapı demekten kaçınıyor, çünkü ülkenin niteliğinin bu şekilde belirlenmesinin o şartlara uygun örgütlenme gerektirdiğini, bu tür bir sosyo-ekonomik yapıya sahip ülkede kurtuluş yolunun Halk Savaşı’ndan başka bir yol olmadığını biliyor! –BN], özellikle de kırsal bölgelerde silahlı mücadele koşulları olgunlaşmıştı. Derhal mücadeleye girişmek gerekirdi. Şehirlerde çalışma yapmak ve örgütlenmek revizyonizmdi (sağ sapma). Çünkü şehirler emperyalizmin egemenliği altındaydı [!!! Tespite bakın, şehirler emperyalizmin altında (ama nasıl, sömürge mi, yarı-sömürge mi, bağımlı mı; hiçbir ifade yok!) ama kırlar değil, emperyalizm azar azar işgal ediyor herhalde! –BN]. Aynı şekilde yasal faaliyet yapmak, yasal yayın organı çıkartmak, yasal parti ve örgüt kurmak da oyalanmak olurdu, revizyonizmdi!'”

Bazı kıvırmaları ve yuvarlak lafları es geçersek cidden bunların görüşlerinin özü buydu.

Zaten Aydınlık sağcıları, bu kişilerin kötü ününden yola çıkarak TKP (M-L)’ye birçok iftirada bulunup bunların görüşlerini bizimmiş gibi gösterme siyasetiyle hep bize saldırdılar.

Hatta bir yerden sonra “tasfiyeciler” diye genel geçer ifadeyle kimi kastettiğini belirtmeden “şunu savundular, bunu savundular” minvalli yazılarla bu hainlerin tezleriyle bizi zan altında bırakmak istediler. Nitekim bu yazıda da yazar “Ne var ki, Garbis Altınoğlu’nda en katı ifadesini bulan görüşler, kısa bir süre sonra, biraz daha sulandırılarak İbrahim Kaypakkaya ve bir grup arkadaşı tarafından savunuldu” diyerek bu küllenmiş palavrayı ortaya atmakta beis görmemiştir.

Bunlardan devrimci onuruna sahip olmalarını beklemiyoruz, zira nasıl MHP’de bu onurun temeli yoksa bunlarda da yoktur. Biz bunlardan en azından, bir nebze bile olsa insanlıktan gelen onuruna sahip olmalarını, bu kadar pervasızca yalan uydurmamalarını isterdik.

Ama bu hainler, bütün ömürlerini Marksizm-Leninizm-Maoizm’in zaferine düşmanlık üzerinde var eden bu alçaklar buna bile sahip olmadıklarından, yüzleri bile kızarmaksızın en pervasız yalanları sıralamakta beis görmemişlerdir.

Bu tasfiyecilerin ortaya çıkışının öyküsü nedir? Bunlar, 15-16 Haziran sıkıyönetimi sonrası pratiğiyle birlikte proleter kadrolarla aynı dönemlerde ama proleter kadroların aksine Marksizm çerçevesinden değil, küçük-burjuva, sözde sol özde sağ oportünizmin penceresinden Aydınlık hareketine muhalefetlerini başlattılar.

Bunların yürüttüğü muhalefet ile proleter hareket kadrolarının muhalefetinin temel görüşleri somutlaşmamış haliyle farklıydı, farklı olmasına farklıydı ama henüz tam olarak sistemleşme evresine girmediğinden, yani Aydınlık içindeki muhalefet genel geçer bir akım olduğundan proleter hareketin kadroları da bütün muhalif kadrolar gibi bunlarla birlikte merkeze muhalefet etti. Bu proleter kadroları aynı görüşten kılmaz.

Ama sınıf mücadelesi iyi bir süzgeçtir, aynının aynıyla bütünleşmesini sağlar. Proleter hareket bunların tasfiyeci görüşlerinin oluşmasıyla birlikte bunlarla arasına kesin ayrım sınırını daha Nisan toplantısı öncesinde çekti. Bunlar Nisan toplantısında TİİKP’nin genel olarak çizgisine karşı oy veren 8 kişiden 5’ini teşkil etmektedirler.

2 kişi ise (İbrahim Kaypakkaya ve Muzaffer Oruçoğlu) MLM muhalefetin DABK’deki önderleridir. Bunlardan kalan 1 kişi Nisan toplantısında proleter hareketin kadrolarıyla hareket etmiş, sonra önce Aydınlık revizyonistleriyle uzlaşıp atalarının yanına dönmüştür.

Bu burjuva unsur lakin son anda Aydınlıkçılar’ın sağcı çizgisinin bir savunucusuydu.

Uzun olmakla birlikte Genel Eleştiri’den bu konudaki bütün başlığı alacağız, çünkü İbrahim Kaypakkaya yoldaş hem genel olarak hem de aynı zamanda teferruatıyla (bu yüzden Aydınlıkçı hainler Genel Eleştiri’ye bir dönem “itiraf ve ifşaat örneği” dediler!) anlatmıştır.

Elbette ki o isimleri muhafaza ederek, sadece çok gerektiğinde içindeki kimi harflerden (o da belli bir biçimi olmadan) seçerek isimlerini kodlayıp yazarken onlardan bahsetmiştir. Peki onu teferruata iten nedir?

Aydınlıkçı alçakların en pişkince yalan ve iftira ortaya atmaları tabii ki. Bunun içindir ki bugün bile onlar Nisan toplantısında oy verilen şeyleri çarpıtıp “şehirlerde mücadele revizyonizmdir [!!!], dergi çıkartmak [!!!, ama hangi dergiyi, hangi koşullarda, hangi perspektifle; bahis yok! –BN] revizyonizmdir, kırlar tek [!!!] mücadele alanıdır” gibi ipe sapa gelmez revizyonist tezleri ortaya attığımız iddialarını yaydılar. Bunlar tabii ki kuru yalandan ibarettir ama gecekondularda, fabrikalarda faaliyet yürüten Meral Yakar yoldaşımızın yaşamı ve mücadelesi birincisine, çıkarılması düşünülen Halk Savaşı ve/veya İşçi Köylü Kurtuluşu dergisinin niteliği üzerine yazışmalar ikincisine, 12 Mart sürecindeki İstanbul-Dersim-Malatya bölgelerindeki faaliyetler de üçüncüsüne cevap niteliğindedir.

Mesela İbrahim Kaypakkaya yoldaş İsmail imzasıyla yazdığı “Bir Köylük Bölgeden Yönetici Yoldaşlara Mektup” başlıklı mektubunda şöyle diyor (“Bir Köylük Bölgeden Yönetici Yoldaşlara Mektup” (7 Aralık 1972). İsmail [Kaypakkaya, İbrahim]. içinde: “Bütün Eserleri”. Kaypakkaya, İbrahim. Nisan Yayımcılık. 2. Baskı [Nisan’da 1.], Ekim 2016. Sayfa: 305.):

“Şafak revizyonizminden ayrıldıktan sonra, onun okumaktan ibaret olan sağ çizgisine bir tepki olarak, aksi yönde bir hata doğdu. İdeolojik ve siyasi eğitim bir ölçüde ihmal edildi, önemsenmedi. Bu hatayı en kısa zamanda düzeltmeliyiz. Pratik faaliyetle sımsıkı birleştirilmiş siyasi ve ideolojik eğitim faaliyetine süratle girişmeliyiz. Bunun için bence şunlar yapılmalıdır: Devrimimizin çeşitli meselelerine ışık getiren, çizgimizin, politikamızın ve programımızın propagandasını yapan merkezi bir yayın organı en kısa zamanda çıkarılmalıdır. [abç]

Bunun için zaten karar alınmıştır. Bölgenizde bu yayın organını basmak, çoğaltmak ve yaymak için derhal hazırlıklara girişmeli ve bu hazırlıkları kısa zamanda tamamlamalısınız. [abç] İkincisi, kadrolar arasında sık sık tecrübelerin özetlendiği tartışmalar açmalısınız. Saflarımızda canlı bir tartışma ortamı yaratılmalı, sürekli bir şekilde yanlışlar atılmalı, doğrular benimsenmeli, tecrübe alışverişi yapılmalıdır. Üçüncüsü, başka ülkelerin devrimci tecrübelerinin sentezi olan Marksist-Leninist eserler, bizim pratik faaliyetlerimize ışık tutması amacıyla uygun bir program dâhilinde okunmalı ve tartışılmalıdır.

Bütün bu söylediklerimizi yerine getirdiğimiz takdirde, hem genel olarak bir seviye yükselmesi olacaktır, hem de özel olarak geri ve tecrübesiz arkadaşlar hızla ilerleyecekler ve tecrübeli kadrolar haline geleceklerdir.”

Peki yayın nasıl olacaktı? TKP -ML İddianamesi’nde geçen şu not bunu açıklıyor (“Kutsiye Bozoklar: Kelepçeye İnat Hayat”. Erdoğdu Çelik, Mukaddes. Ceylan Yayınları. 1. Baskı, Kasım 2014. İstanbul. Sayfa: 51.):

“yayın organı için taslak: yazılar üç türden olabilir: 1. siyasi olayların tahlili, 2. Tecrübelerin özetlenmesi. (Yayın organımız teorik bir organdır. Propaganda aracıdır. Şafak gibi haber bülteni ajitasyon bildirisi karması ucube olmamalıdır. Siyasi olayların tahlili ve tecrübelerin özetlenmesi esas muhtevayı teşkil etmeli, en çok bunlara yer ayrılmalıdır. Şafak’ta olduğu gibi hakim sınıflar arasındaki çelişmeleri yansıtan dedikodulara yer vermemeliyiz. Haberler sınıf mücadelesinden gelmelidir.) 3. Edebi yazılar: gerekli görülürse demokratik halk edebiyatımızdan örnek hikayeler ve şiirler yayınlanabilir. Haberler kısa tutulmalı. Siyasi yazılar yüzde 75, edebi ve haber yüzde 25’i geçmemeli.”

Baylar, biz sizin yalanlarınızı çürüttükçe sizler yalan üstüne yalan türetmekte durmuyorsunuz. Onursuz birer yalancı ve iftiracısınız. Biz yüzünüze tükürme hakkımızı şimdilik mahfuz ediyoruz.

Bu tasfiyeci klikle ilişkimize dair iddialara gelince, biz susalım İbrahim Kaypakkaya yoldaş konuşsun (“Şafak revizyonizmi ile aramızdaki ayrılıkların kökeni ve gelişmesi: TİİKP (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi) Revizyonizminin Genel Eleştirisi” (Haziran 1972). … [Kaypakkaya, İbrahim]. içinde: “Bütün Eserleri”. Kaypakkaya, İbrahim. Nisan Yayımcılık. 2. Baskı [Nisan’da 1.], Ekim 2016. Sayfalar: 449-451.): 

” ‘Tasfiyeciler’ Meselesi

PDA revizyonizmine karşı giriştiğimiz mücadelede bazı “yol arkadaşları” sonradan hem teoride, hem de pratikte bizden ayrılarak her türlü mücadeleye yan çizdiler. Bu kavga kaçağı alçaklar, belli bir dönemde PDA revizyonizminden daha tehlikeli bir hale geldiler. Şehirlerdeki mücadeleyi tamamen reddettiler. Legal faaliyeti ilke olarak reddettiler. Somut şartların somut tahlili ilkesini yani Marksizm’in özünü reddettiler. Böylece PDA revizyonizminin ekmeğine yağ sürdüler. Ona, sağcı hatalarını haklı çıkarması için demagoji imkânı sağladılar.

Bu darkafalı, pasifist ve yüreksiz burjuvalar, daha sonra Marks’ı, Engels’i, Lenin’i, Stalin’i okumanın gereksiz ve hatta zararlı entelektüel bir çaba olduğunu iddia edecek kadar alçaldılar. Merkeziyetçi bir proletarya partisi örgütlemenin faşizm şartlarında zararlı olacağını savunacak kadar gülünçleştiler.

Hâkim sınıfların baskı ve zorbalıklarının iyice şiddetlendiği bir dönemde, “şimdiki görevimiz dağılmak ve kendimizi unutturmaktır” diyecek kadar hainleştiler. PDA revizyonizmi ile mücadeleyi terk ettikleri gibi, hâkim sınıflarla mücadeleyi de terk ettiler. Zaten kendileri daha da adi revizyonistler olup çıktılar. Evlerine, okullarına, kendi rahat köşelerine döndüler.

Bunların ihanet teorileri birçok burjuva unsurun imdadına yetişti. Bu unsurlar, kızışan sınıf mücadelesini terk etmek için yukarıdaki teorilere dört elle sarıldılar. Fakat bu arada bazı militan arkadaşların da kafasını bulandırdılar.

Onları sıkıyönetimin bulanık havasından faydalanarak kendi peşlerine taktılar, pasifleştirdiler, mücadeleden kopardılar. Bunların başını çeken S.U. [Garbis Altınoğlu –BN] ve L.U. [Adil Ovalıoğlu –BN] hainleri ile bağlarımızı Nisan Toplantısı’ndan önce kopardık.

PDA revizyonizminin güvenilir adamı T.N. haini ise, önceleri PDA revizyonizmine bizimle birlikte karşı çıktığı halde, sonradan onunla uzlaştı. Nisan Toplantısı’nda, “Sosyalist Kurultay”ın toplanması, legal bir partinin kurulması ve legal yayın organlarının güçlendirilmesi yolunda oy kullanarak PDA revizyonizmine iltihak etti. Sıkıyönetimin ilân edilmesiyle birlikte de ortadan kayboldu. 

Şimdi PDA revizyonistleri bizi, bu kişilerle birlikte hareket etmiş olmakla suçluyor. Onların zırva teorilerini bize de maletmeye çalışıyor. Bu, sahtekârlığın daniskasıdır.

Çünkü birincisi, “Tasfiyeciler” saflarında ilk başta bizimle beraber hareket edenler olduğu gibi son ana kadar PDA revizyonizmine dâhil olanlar ve sürekli olarak ortada yalpalayanlar da vardı. İkincisi, biz bu kişilerin yanlış fikir ve tutumlarına asla katılmadık.

Fakat, ilk başta PDA revizyonizmi ile mücadeleyi daha önemli gördüğümüz için bunlara karşı uzlaşmaz bir mücadele açmayı da doğru bulmadık. Hem, bu şahıslar, zırva teorilerini bir anda değil, zamanla geliştirdiler. PDA revizyonizminin sağ çizgisine karşı, bazı noktalarda bunlarla aramızda kurulan birlik, bunları aksi yönde aynı ölçüde sakat teori ve pratikleri ortaya çıktıkça ayrılığa dönüştü.

Bir açının iki kolu arasındaki mesafe başlangıçta çok küçük olduğu halde, başlangıçtan uzaklaştıkça nasıl büyüyorsa, bunlarla bizim aramızdaki mesafe de, bunlar kendi doğrultularında yol aldıkları ölçüde, öyle büyüdü. Bunların alçaklıklarını, hainliklerini, pasifist, darkafalı, idealist burjuvalar olduklarını suratlarına çarptık.

Şimdi, PDA revizyonistleri bu gerçekleri küllemeye çalışıyor. Bizim savunmadığımız ve katılmadığımız görüş ve tutumları bize de malederek bir yandan kendilerinin geçmişteki kesin sağcı çizgilerinin lehine sonuçlar çıkarmak, öte yandan da bizim şimdiki eleştirilerimizi zayıf düşürmek istiyor. Bu tilki kurnazlığı ancak burjuva baylarımızı yaralar, bizi değil.

Söz konusu sapmayı doğuran etkenlere gelelim. Bu etkenlerden birisi ve tayin edici olanı, kavga kaçaklarının sınıfsal nitelikleridir. Bunların çoğu, köken ve yaşayış tarzı itibarıyla burjuvadır.

Sınıf mücadelesinden kopuk, işçi ve köylü kitlelerine yabancı, özünü hiçbir zaman kavrayamadıkları kitapları cümle cümle ezberleyerek yetişmiş entelektüel beylerdir. Sınıf mücadelesinin sertleşmesi karşısında bunların mücadele meydanını terk etmeleri çok doğaldır. Dökülmelerine teorik bir kılıf geçirmek ihtiyacı ile de yukarıda kısaca sıraladığımız zırvaları ileri sürmüşlerdir. 

Bay A.Z, bu dökülmelerin İstanbul’da olması sebebiyle sonuçtan bizi sorumlu tutuyor. “Bölücülüğün özellikle bu hataların işlendiği yerde çıkması çok uyarıcıdır. Burada İstanbul yönetiminin hataları büyüktür” diyor (Bak: “Tasfiyeciler”le ilgili metin). Hayır bay revizyonist!

Dökülenler sadece bunlar değildir! Şöyle bir etrafına bakarsan görürsün! Ankara’da da seni izleyen yığınla adam sıkıyönetimle birlikte mücadeleyi tamamen terk etmedi mi? Eğitim toplantılarına katılan yüzlerce kişiden kaç kişi var etrafında? Üstelik İstanbul’da dökülenlerin bir kısmı da, son ana kadar senin safında değiller miydi?

O halde, bu kadar insan sıkıyönetimle birlikte niçin mücadele meydanından kaçtı? Çünkü bunlar, burjuva hayat tarzını terk etmeyi gerektirmeyen legal dergicilik faaliyetinin kendi etrafına topladığı burjuva unsurlardı. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bizzat eylemin muhtevası, bunları kendi çevresine toplamıştı.

Sıkıyönetim, kâğıttan şatoya benzeyen faaliyeti bir çırpıda yerle bir edince, bunların fonksiyonu da sona erdi.

Burjuva unsurlar, kavga kaçaklıklarına İstanbul’da teorik bir kılıf geçirdikleri halde, Ankara’dakiler, “ben mücadelede yokum” diye ayrılmışlarsa, ne fark eder? Meselenin özü, revizyonist çizginin etrafında topladığı burjuva unsurların sıkıyönetimle birlikte kavga meydanından tüymesidir!

Size gelince revizyonist baylar, siz bu tüyme işini daha başka türlü ve daha sinsice yaptınız. İleride onun üzerinde de duracağız.

Özellikle İstanbul’da ortaya çıkan, söz konusu sapmanın birinci ve tayin edici sebebi bunların burjuva sınıf niteliğidir, dedik. Bunların ortaya çıkmasına elverişli bir ortam yaratan dış sebep ise PDA revizyonizmidir. Söz konusu sapma, PDA’nın çizgisine bir tepki olarak, bu çizginin bir cezası olarak doğmuştur.

Dikkat edilirse, kavga kaçağı bayların sapması, hemen her konuda, PDA revizyonizminin içinde bulunduğu sapmanın tam aksi yöndedir. Hiçbir iftira bu gerçeği değiştiremez.”

Devam edecek…

* Aydınlık yazarı utanmak gibi devrimci bir duyguya sahip midir?-1/6

Aydınlık yazarı utanmak gibi devrimci bir duyguya sahip midir?-2/6

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu