GüncelMakalelerYorum

POLEMİK/YORUM | Aydınlık yazarı utanmak gibi devrimci bir duyguya sahip midir?-4/6

Aydınlık dergisinin (aydınlık.com.tr) "Garbis Altınoğlu grubu ve İbrahim Kaypakkaya’nın TKP-ML/TİKKO’su" başlıklı yazısına ilişkin kaleme alınan polemiği güncelliğinden dolayı yayımlıyoruz. Makale 6 bölüm halinde yayımlanacaktır. Bugün dosyanın dördüncü bölümünü yayımlıyoruz.

Halil Berktay

Yazarın Notu: Yazıya girmeden önce şunu açıkça belirtmek istiyoruz: Aşağıda yazılan bütün görüşler yazarını bağlayan şahsi görüşlerdir. Bu yazıda yazan her şey aksi belirtilmedikçe yazarının şahsi görüşüdür.

**

Bizim bunların TİİKP’den bu temelle ayrılıkları sonrası onlarla tek ilişkimiz onları doğru çizgiye kazanmak için çabalamak olmuştur. Biz o dönem (Nisan 1971) TİİKP’den ayrılınmaması, revizyonist merkeze karşı parti içinde muhalefet yürütülmesini savunuyorduk.

Aydınlıkçılar bunu kendi burjuva kafalarının sonucu olarak “onlar kendileri zaten ayrılacaklarını, amaçlarının partiyi ele geçirmeyi denemek olduğunu itiraf ettiler” minvalli tespitleriyle iki çizgiden ne kadar uzak olduklarını da kanıtladır.

İki çizgi nedir? İki çizgi, iki ayrı çizginin hakimiyet ve düşmanı çizgiyi bastırma, mağlup etme mücadelesidir (bu parti içinde Marksizm [proletaryanın ideolojisi] ve revizyonizm [burjuvazinin ideolojisi] arasındaki mücadeledir).

Nasıl her sınıf devlet üzerinde iktidar için mücadele ederse, o sınıfın ideolojileri de hayatın kalan diğer her alanında mücadele eder. Partinin içindeki mücadele de bundan azade değildir.

Bunu reddetmek, “kendine saygısı olan M-L bir partinin iki çizgisi olamaz” gibi anti-Marksist ve meseleyi anlamayan (partinin zaten iki çizgisi olmaz, parti içinde iki çizgi mücadele eder ama tek çizgi hakimdir) Enver Hoca’nın mantığıyla aynı konuma düşmektir.

Bu burjuvalar Marksizm-Leninizm-Maoizme (haydi onlar bu tespiti kabul etmiyor, “Bilimsel Sosyalizm” diye geçiştirmeye çalıştıkları [sanki bu terimi icat eden Marksist ustalar bununla komünizmi kastetmiyormuş gibi] “M-L-Mao Zedung Düşüncesine” diyelim onların burjuva beyinlerinin idrakı için), Mao yoldaşın Marksizm’e bütün katkılarına düşmanlıklarını, onu asla anlayamamış olduklarını bu revizyonist, bürokratik söylemleriyle de ortaya çıkartıyorlar.

Biz bu burjuva bayları ikna edip tekrar devrim saflarına katmak için onların kendilerinin çağırdıkları görüşmelere gittik. Bizim o dönem savunduğumuz görüş TİİKP içinde mücadele ise, buradaki görüşlerimiz de zamansız ayrılıklarının yanlışlığını, görüşlerinin hatalı tasfiyeci özünü onlara anlatmaktı.

Bunların şeflerinden Adil Ovalıoğlu, Laleli’de İK’ya ve MO’ya ayrı parti kurma teklifi yapınca onların cevabı şu olmuştu: “Programatik bir ayrılığın temellerini koyamıyorsun. Ayrılık şimdi zamansızdır. Mücadeleye şimdilik TİİKP’de birlikte devam edelim.”

Yine İK yoldaş, Adil, Garbis Hasan Giritli ve bunların bir kısım daha kafadarlarıyla yine bu meseleleri Kadıköy Kuyubaşı’nda bir arkadaşlarının evinde görüştüğünde yine bu tasfiyeci görüşlerden onları kurtarmaya çalıştı, onlara MLM’nin kızıl ışıklı yolundan uzanan eli uzattı ama bu tasfiyeci kafadarlar ikna olmadılar.

İK onlara karşı orada tek başına mücadele yürüttü (“İbo – İbrahim Kaypakkaya”. Feyizoğlu, Turhan. Ozan Yayıncılık / Altınçağ Yayımcılık. 1. Baskı, Nisan 2000. Sayfa: 170.).

Bir de Aydınlıkçı hainler bu olay üzerine “önce 1. Tasfiyecilerle hareket ettiler, sonra ise öz eleştiri verip saflarda kaldılar” derler, ne kuru bir yalan! 1972’den beri bizim bir öz eleştirimizi ortaya koyup da bize karşı kullanmadılar, kullanamadılar; çünkü öyle bir şey yok.

Karanlık Çienşang, söyle bakalım, biz kimlerin devamcısı, “sulandırılmış ifadesi”ymişiz? Sulandırılmış olmak, erimek, yok olmak sizlere mahsustur. Savunduğunuz bütün görüşleri 10 yılda bir değiştirirken bir tek Kemalizm kuyrukçuluğunu muhafaza eden sizlersiniz sulandırılmış olan.

Bu ülkede yıllarca Başkan Mao’ya ve onun liderliğindeki ÇKP’ye saldırmak amacı güden oportünistlerin demagojilerine meze olup ülkemizde MLM görüşlerin gelişmesinde ve devrimci yurtsever kitlelerce savunulmasında engel oldunuz, aksine insanlar (bilgisizliklerinden doğan bir temelden dolayı da) size bakıp Başkan Mao’dan iğrenmeye kadar vardılar.

Sizin hainliğiniz, yalancılığınız yüzünden iktidar erk’ine sahip faşistlerin bile yapamadığı kadar Başkan Mao’nun Türkiye’deki imajı lekelendi.

Ne uğruna? Sizin artık tamamen faşistleşen tekkeniz uğruna! Sizler karşı-devrimin en bilinçli, en hain aparatlarısınız.

  1. b) Siz HKP (M-L)’yi bu feodal ahbap çavuş ilişkileri üzerine kurulan ve söz konusu para meselesi olunca hizipçilikten birbirini yiyip parçalanan tasfiyeci klikle bir tutuyorsunuz ve utanmadan bu küçük-burjuva kökenli ve zihni de küçük-burjuvalığı aşamamış bayların feodal, ben merkezci, bürokrat ve sekter niteliklerinin damgasını vurdukları örgüt içlerindeki bir infaz meselesini HKP (M-L) çizgisiymiş gibi sunuyorsunuz. Olayın çirkinliğini bir yana, olay hakkında detaylı bilginin olmaması da sizin anti-komünist propagandanın gönüllü ortağı hezeyanlarınıza payda sağlıyor. Bu yüzden yalnızca birincil kaynaklara dayanarak anlatılabilecek bu meseleyi, daha çok kafa karışıklığının oluşmaması için ele alarak kamuoyunda “Sandık Cinayeti” olarak bilinen bu meşum vakayı aydınlatma gerekliliği de bizlerin önünde durmaktadır.

 

Garbis Altınoğlu

Sandık Cinayeti nedir? Önemi nedir?

Sandık Cinayeti veya Bavul Cinayeti olarak da bilinen bu olay, ülkemiz devrimci hareketinde bilinen ilk “örgüt içi infaz” olduğundan dolayı çeşitli çevrelerce sürekli olarak gündeme getirilen bir olaydır. Yine bu olay, Ermeni bir devrimcinin ismi etrafında da geliştiği için, Ermeni düşmanlığını körüklemek açısından da sürekli olarak gündeme getirilen bir meseledir.

Olayın gelişimi arka planıyla birlikte kısaca şöyledir:

Garbis 12 Mart’ta verdiği ifadede Adil’in kariyeristçe hareketlerde bulunduğunu ve bu yüzden örgütçe öldürüldüğünü söylemişti. Alıntılarıyla örneklemek daha doğru olur. Garbis Altınoğlu polis ifadesinde şöyle diyor (12 Mart Belgeleri: Sabotajlar ve Sandık Cinayeti (İddianame). Boğaziçi Yayınları. 1. Baskı, 1973. Sayfalar: 196-197.):

«… Daha evvel, örgüt içinde bölücü faaliyette bulunan ve örgütün emniyeti bakımından tehlikeli görülen kişilerin öldürüleceği konusunda, ZEYNEL AYDINDAĞ ile genel olarak konuştuğumuz ve bunu, bir örgüt kuralı olarak ortaya attığımız olmuştur. … 

Ankara’da tutuklandım, cezaevine girdim, öyle zannediyorum ki, ben hapiste iken ADİL, ZEYNEL ile temas etmiş keza parayı istemiş olmalı ve bundan ötürü, ÜMİT NECEF ile birlikte ADİL’in öldürülmesi meselesini tahakkuk ettirmişlerdir… Mamafih benim telkinim ile ÜMİT ve ZEYNEL’in vermiş oldukları ve uyguladıkları bir öldürme kararı olsa gerektir.»

Burada bahsi geçen telkin, yukarıda da belirtilen “örgüt için yıkıcılık yapanların infazı” yönündeki telkindir. Yani örgüt içi alınan karar hizipçilere karşıdır, direkt olarak Adil’e değil.

Kaldı ki bu olay Garbis’in planladığı bir şey değildi zira o dönem Garbis tutukluydu ve 12 Mart sürecinde (’90’ların aksine) hapishanelerde örgütlerin oturmuş bir yaşantısı yoktu. Aksine ağır işkence koşullarındaydılar. Yani Garbis içeriden “ölüm emri” veremezdi.

Solun ilerleyen yıllardaki halinden yola çıkıp ilk defa şamarı yediği yıllarda “bu böyledir” demek art niyetlidir. Bu olayda parmağı olanlar, yani olayın esas failleri Ümit Necef ve Zeynel Aydındağ’dır ve bu şahıslar devrimci hareketten kopmakla kalmayıp karşı-devrim safına geçerek günümüzde solla hiçbir bağlarını tutmamıştır.

Bu baylardan eli kanlı Ümit Necef alçağı utanmadan söylediği “Sonu ölümle biten bazı kararlara katılmış olabilirim. Şükür ki kimseyi bizzat öldürmedim…” gibi alçakça bir kıvırmayla güya kendisini aklayacağını sanarak, devamla şunları söylüyordu:

“Bizim terörümüz, 1971 yılında askeri darbeye neden oldu. Terörist eylemler 1980 yılında başka bir askeri darbeyi yarattı. Ben Türkiye’deki şiddetin artmasına katkıda bulunan kişi, bir teröristim. Eğer tarihi bir mahkeme kurulursa ilk önce bizi, sonra hem 1970’li yıllarda gerçekleştirilen terörist hareketleri, hem de PKK’yı yargılamalıdır.

Biz, Türk ulusunun karakterinin en dibindeki bölümü gün ışığına çıkardık, harekete geçirdik ve toplumu şiddete ittik. Artık terörle bir şeyleri elde etmenin ne kadar yanlış ve haksız olduğunun herkes tarafından bilinmesi gerekir. Terörizm hiçbir şekilde mazur gösterilemez.” (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/yanlis-yaptik-uzgunum-39064970)

Ey rezil, evet bu ülkede bir tarihi mahkeme kurulacaktır ve evet o mahkemede sen ve senin gibiler yargılanacaktır ama “terörizminizden” sebep değil, proletaryaya ve emekçi halka ihanetinizle ve halka düşmanlığınızla yargılanacaksınız!

Proletaryanın bütün halk düşmanlarına kestiği ceza da bellidir, bunu tarihin çöplüğüne gitmiş denktaşlarını arayarak öğrenebilirsin!

Bu bayların bir benzerleri de Halil Berktay ve Nuri Çolakoğlu’dur. Onlar da İbrahim Kaypakkaya yoldaşa karşı bir kumpas planlamış ama hesaba katmadıkları bir faktör yüzünden bunu fiiliyata dökememişlerdir. (Bu faktör de şudur: infaz için sorumlu yapılan kişi İrfan Çelik’tir ama İrfan ve İbrahim Çapa’dan arkadaştırlar; İbrahim Nuri’ye İrfan’ı sorunca arkadaşlık ortaya çıkmış ve bu plan iptal edilmiştir).

İşte böyle alçakça bir kumpası kuran Halil Berktay ve Nuri Çolakoğlu’nun da karşı-devrim saflarına geçtiğini hatırlarsak, bu tür kumpasların kimlerce kurulduğu ortaya çıkmış oluyor. Fazla söze gerek yoktur, Adil’in kanı bunların elindedir ve bu baylar bu meseleden inatla kaçmaktadır.

Çünkü biliyorlar ki üstlerine giydikleri giysi ucuz bir kumaştan yapılmıştır ve içlerindeki yalanlar karşısında çatlayıp yırtılacak kadar zayıftır.

Buna karşılık bu suçtaki direkt sorumluluğu Garbis’e yıkmak şeklinde bir eğilim de vardır. Bu tavır Aydınlıkçı tavrıdır. Aydınlık özellikle HB’ye sataşmak-iftira atmak için çokça defa bu olayı polemik yapıp HB’ye saldırmıştır.

Bunlardan bir örnek vermek gerekirse, HB’de çıkan İK’nin Aydınlıkçı hainlerce öldürülmesi planını anlatan bir yazıdan dolayı Aydınlık, Garbis’in mahkemede verdiği sorgusundan uzun bir alıntı yapıp Garbis’i “HB şefi” ilan etmiş ve açıkça ifşaat yapmakla kalmamış, bir de bu olayı çarpıtıp demagoji malzemesi olarak kullanmıştır.

Halkın Sesi’nde yayınlanan Garbis Altınoğlu’nun İstanbul 2. No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yaptığı savunma şöyleydi (“Halkın Birliği’nin İftirası ve Gerçek / MİT’in Cinayetinin Hararetli Savunucusu”. Halkın Sesi. 14 Şubat 1978. Sayı: 148. Sayfa: 8):

“… Adil Ovalıoğlu örgütümüzün üyelerinden biriydi. İlk aramıza katıldığı zamanlar onunla iyi anlaşıyor ve onun değerli bir komünist olduğunu düşünüyorduk. Fakat zamanla bu değerlendirmemizde yanılmış olduğumuzu fark ettik. Aramıza katılmasından bir süre sonra Adil Ovalıoğlu’nun bir komüniste yaraşmayan davranışları olduğunu gördük. Bunlar şöyle sıralanabilir:

1- Az çok kesinlikle saptanmış siyasi çizgimiz, belirli bir ideolojik teorik görüşümüz olduğu halde, o bunları keyfi bir biçimde çarpıtıyordu. Bazı büyük devrimcileri haksız yere eleştiriyor ve karalıyor, Troçkicilerin Stalin aleyhtarı fikirlerini örgütümüz içinde yaymaya çalışıyordu.

2- Kariyerist eğilimleri vardı; henüz kurulmamış olan örgütümüzde kesinlikle saptanmış bir örgüt hiyerarşisi yoktu. Buna rağmen o, sürekli bize kendisini örgütün önderi olarak kabul ettirme çabası içindeydi. Bu ihtirası yüzünden yalan söylemekten ve sahtekarlık yapmaktan, bir gün söylediğini öbür gün inkar etmekten çekinmiyordu.

3- Örgütümüz üyelerinin belirli bir gizlilik kurallarına kesin olarak uyacağı kabul edilmişti. Buna rağmen, kendini herhangi bir kuralla bağlı saymayan Adil Ovalıoğlu’nun orada burada gevezelik ettiğini, güvenilmez kimselere örgüt olarak varlığımızdan bahsettiğini duyuyorduk. Üstelik bu gibi temaslardan bizi hiçbir şekilde haberdar etmiyordu.

4- Ayrıca en önemlisi son zamanlarda bizi polise haber edebileceğinden şüphelenmeye başlamıştık. Ortaya attığı yanlış, anti-Marksist fikirler yüzünden, kariyerist ve bireyci davranışları yüzünden Zeynel Aydındağ ve ben kendisini eleştirdik. Adil Ovalıoğlu eleştirilerimizi umursamadı, hatta bunlara kızdı. Biz kendisine örgüt disiplinine uyması gerektiğini, kendi bildiği gibi hareket edemeyeceğini, örgüt içinde çoğunluğun kararına göre hareket etmesi gerektiğini, yaptığımız eleştirileri hoşgörüyle karşılamasını ve daha ciddi bir tarzda ele almasını söyledik.

O ise buna karşı olarak aramızdaki bağların kendisi için pek önem taşımadığını, örgüt kurallarını uygulama hususunda kendisini zorlamamamızı, kuruluş halindeki bir örgütte kesin bir disiplin uygulanmasına gerek olmadığını söyledi. Daha sonraki bir karşılaşmamızda kendisinin ayrılması örgütün ikiye bölünmüş sayılacağını, bu yüzden elimizdeki eşyanın ve paranın da eşit olarak ikiye bölünmesini istediğini bildirdi. Biz bunu kesinlikle reddettik.

Bunun üzerine Adil Ovalıoğlu hakkımızda çok şey bildiğini, görüşümüzde direndiğimiz takdirde, bizi polise vereceğini üstü kapalı bir şekilde belirtti.

Bu tehdit üzerine Adil Ovalıoğlu’nun niteliği üzerine şüphelerimiz yoğunlaştı. Onun nesnel olarak ajan durumuna düşmüş olup olmadığını Zeynel Aydındağ ile tartıştık, ancak bir karara varamadık. Giderken yaptığımız bir görüşmede Zeynel Aydındağ’ın Adil Ovalıoğlu’nun durumunu daha etraflı bir şekilde incelemesini kararlaştırdık. Adil’in durumunu ileride gerçekleştireceğimiz bir toplantıda görüşmek üzere ayrıldık.

Ben İstanbul’dan ayrıldıktan sonra Kayseri’de yakalandım. Bu yüzden Zeynel Aydındağ ile yapmayı tasarladığımız görüşme suya düştü. Benim yakalanmamdan sonra olanları tahmin edebiliyorum. Bu arada Zeynel Aydındağ, Adil Ovalıoğlu’nun durumunu etraflıca incelemiş olacak.

Benimle yakın bir zamanda görüşmesi ihtimali benim yakalanmam nedeniyle ortadan kalktığı için beni beklemeden Adil Ovalıoğlu’nun öldürülmesi gereken zararlı bir kişi olduğu konusunda kesin bir yargıya varmış ve onu öldürmüş. Zeynel Aydındağ devrimci bir arkadaşımdır.

Onun almış ve uygulamış olduğu bu kararı ben de onaylıyor ve destekliyorum. Dışarda ve serbest olmuş olsaydım ben de Zeynel gibi davranırdım.”

Devam edecek…

Aydınlık yazarı utanmak gibi devrimci bir duyguya sahip midir?-1/6

Aydınlık yazarı utanmak gibi devrimci bir duyguya sahip midir?-2/6

*Aydınlık yazarı utanmak gibi devrimci bir duyguya sahip midir?-3/6

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu