Makaleler

Sermayeyi üzmemek için OHAL zorunluluktur!

Türkiye, anayasa değişimini hedefleyen referanduma ciddi ekonomik-mali sorunlarla gitmektedir. TÜİK hesaplamalarında yapılan birçok oynamaya rağmen ekonomide çarkların yavaşladığı, mali dengelerin bozulduğu, özcesi güçlü bir krize doğru hızlıca gidildiği artık saklanamamaktadır. Krizler emperyalist kapitalist sistemin doğasında mevcuttur. Kârın düşme eğilimi yasası, azami kâr hırsı ve rekabet, krizlerin sürekli nedenleridir. Emperyalist kapitalizmin gelişmesiyle birlikte artık hiçbir yerde yaşanan kriz, sadece iç veya sadece dış etkenlere bağlı olarak gelişmemektedir. Özellikle “sıcak para” olarak tariflenen sermayenin, en fazla kârın olduğu yerlere gidip işi bitince yeni yerlere çekilmesi, son on yılların hemen hemen bütün krizlerinde etkili olmaktadır. Türkiye’de de yaşanan budur.

Devlet yetkilileri dövizdeki yükselmeyi ve sermayenin çekilmesini “terör saldırısı” olarak değerlendiriyor. Fakat aynı dış odaklarca 2002’den itibaren sermayenin ülkeye akın etmesini övünç kaynağı olarak gördükleri günlerin üzerinden çok geçmedi. Kendileri de bu sistemin bir parçası olarak sermayenin taleplerine uygun hareket etmeye çalışırken mevcut tüm söylemleri demagoji ve manipülasyondan ibaret olmaktadır.

Ekonomik-mali krizin ayak seslerinin işsizlik-döviz kuru-enflasyon üçlemesiyle “mükemmel fırtına” gibi yaklaştığı duyulurken 15 Temmuz yaşandı. Hemen akabinde de OHAL ilan edildi. Sayısız dernek, gazete ve televizyonun kapatıldığı, grevlerin-sokağa çıkışların yasaklandığı, on binlerce kişinin bir imzayla işinden atıldığı bir dönemden tıpkı 12 Eylül darbe dönemi gibi emekçilerin sömürüsünü artıracak sermayenin kazancını koruyacak önlemlerle sonuna kadar faydalanmaya çalışıyorlar. OHAL’in uzatılma nedenlerinin arasında ekonomik krize karşı sermayeyi koruyucu tedbirlerin alınmasının başat rolde olduğu 23 Ocak’ta açıklanan 683 sayılı KHK ile açıkça bir kez daha ortaya çıkmıştır. Çıkarılan KHK’ların salt OHAL’in ilan edilmesiyle ilgili olabileceği sınırlaması bir kez  daha çiğnenirken bu KHK’ya CHP’nin de hiç ses çıkarmaması egemen sınıf kliklerinin ortaklaştıkları noktaları tekrar göstermiştir.

Darbe girişiminden hemen sonra başta Erdoğan olmak üzere devletin tüm önde gelen yetkilileri yerli ve uluslararası sermaye gruplarıyla toplantılar yapmış ve çok sayıda vaatte bulunmuşlardı. (Ayrıntı için bakınız ÖG sayı 96’da Tekeller/Kartellerle Ekonomik Barış) TOBB öncülüğünde yapılan ve uluslararası kartellerin/tekellerin temsilcilerinin katıldığı toplantıda Erdoğan, “yatırımcıları üzecek hiçbir şeye kalkışmayız” diyerek özellikle OHAL süreci için güven kazanmaya çalışmıştı.

“Devletin yeniden inşa”sından bahsedilirken bunun en önemli boyutunun sermayenin önünün açılması olacağı kesindir. Nitekim OHAL ile birlikte hemen Varlık Yönetim Fonu kurulmuş, tüm çalışanlardan kesinti yapılması anlamına gelen Bireysel Emeklilik Sistemi kabul edilmiş, Vergi Barışı ve Varlık Barışı gibi uygulamalar hiç bekletilmeden devreye sokulmuştu. Tüm bu uygulamalarla sermaye sahiplerinin vergi yükü % 5’lere kadar düşerken emekçilerin yükü dolaylı vergilerle % 45’lere çıkmıştı. Diğer yandan ise kamudan ihraç edilenlerin yerine düşük ücretle ve güvencesiz çalıştırma anlamına gelen sözleşmeli çalışanların getirilmesi yasallaşmıştı. Sözleşmeli çalışma AKP’nin yıllardır emekçilerin tepkisi nedeniyle yasallaştıramadığı bir uygulamaydı.

“Sermayeye servet transferi” anlamına gelecek uygulamalarsa 23 Ocak’taki KHK ile devreye kondu. Bunlardan en önemli olan 6 maddesini şöyle açıklayabiliriz:

Birinci olarak yükselişi durdurulamayan döviz kurlarına karşı sermaye grupları garanti altına alındı. Buna göre devlete borcu olan çeşitli kurum ve kuruluşlar “eğer isterlerse” borçlarını 2.01.2017 tarihli döviz alış kuru üzerinden yani 3.53 TL’den ödeyecekler. “Eğer isterlerse” deniyor, çünkü Dolar kuru bu miktarın altına düşerse Dolarla da ödeme yapabilecekler. Yani her koşulda kendileri için en kârlı bütçe için en zararlı olanı seçebilecekler. Çiğdem Toker, 25 Ocak’ta Cumhuriyet’te yayımlanan “OHAL’le gelen büyük servet transferi” başlıklı yazısında 4.5 G ihalesini kazanan Turkcell ve Türk Telekom’un sadece bu 23 gün içindeki kazançlarını hesaplamış. Buna göre Türk Telekom son taksidinden 82 milyon 738 bin TL, Turkcell ise140.7 milyon TL kazanmış olmaktadır. İki şirket toplamda 223.4 milyon TL’lik bir servet transferi gerçekleştirmiş olmaktadır. Bu transferin bedelinin halkın vergileriyle ödeneceği ise gün gibi açık! Bu uygulamanın çok sayıda şirketi kapsadığı düşünüldüğünde, sermayenin döviz kuru yükseldiğinden etkilenmemesinin önüne geçildiğini görmüş oluruz. Halkın alınteri sermayenin zararının önüne Erdoğan eliyle set yapılmıştır. Erdoğan’a inanıp Dolarlarını satanların ise en baştan yarı yolda bırakıldıkları açıktır. Ki Dolarlarını bozanlar da nihayetinde yine işçi ve emekçilerdi!

KHK ile yapılan ikinci düzenleme ise inşaat sektörünün önünü açan nitelikte. Bu KHK ile tüketicinin aldığı konuttan cayma hakkı müteahhit lehine düzenlendi. Tüketicinin ödeyeceği tazminat tutarı % 2 iken yeni KHK ile kademeli olarak % 8’e çıkarıldı. Bunun karşısında müteahhidin 80 günde tüketiciye yapması gereken geri ödeme süresi ise 180 güne çıkarıldı.

Üçüncü düzenlemede ise sermayeye yeni bir pazar alanı açıldı. Kamu bankaları veya kamu tarafından kontrol edilen bankaların alacakları artık Varlık Yönetim Şirketi’ne devredilecek. Varlık Yönetim Şirketleri (VYŞ) 2003 yılında çıkan kanunla BDDK’den aldıkları linansla faaliyet gösteriyorlar. VYŞ’ler bankalar, özel finans kurumları ve diğer mali kurumların tahsili gecikmiş alacaklarını ihale ile satın alarak yeniden yapılandırılıp tahsilini sağlıyorlar. Yani “kredi ve kredi kartı borcu olan kişilerin yakasına yapışıyorlar” şeklinde daha açık olarak işlevlerini belirtebiliriz. VYŞ’ler13 yıldır toplam 20 milyon Dolarlık sorunlu kredi tahsil ettiler. Bugün için 3.5 milyona yakın kişi VYŞ’ine borçlu durumda. Yeni düzenleme ile birlikte bu sayının 5 milyonu aşması bekleniyor. (24.01.2017/Hürriyet)

KHK’daki dördüncü düzenleme ise Merkez Bankası’nın teknolojiye, güvenliğe, banknot ve kıymetli evrak üretimi ve basımına ilişkin mal ve hizmet alımlarının dış kaynak temini ve danışmanlık hizmeti alımlarının kamu ihale yasasından muaf olmasına yöneliktir. AKP başa geldiğinden beri defalarca değişen kamu ihale yasası, böylece tekrar MB için “düzeltilmiştir”.

Beşinci düzenlemeyle ise OHAL ile birlikte oluşturulan ve hiçbir denetime tabi olmayan Varlık Fonu’na yeni kurumların devrinin önünü açılıyor.

Son olarak Emniyet ve MİT’in “terör örgütleriyle irtibatlı” dediği kişilerin hem yurtiçi hem yurtdışında ihalelere katılımının engelleneceği belirtiliyor. Bunun burjuva hukuku içinde dahi birçok haksız rekabete yol açacağı da kesin. Görüldüğü gibi OHAL, “devletin yeniden inşa sürecinde” ekonomik ve mali krizin ayak seslerinin geldiği bir ortamda sermayeyi güvencelemek, halkı ve devrimci kesimleri baskı altına almak için zorunluluk durumundadır. Tıpkı 24 Ocak kararlarının yaşama geçmesi için gerekli koşulların oluşması için sıkıyönetimin ilan edilmesi gibi…

 

Halkın krizine set olabilmek

Güncel ekonomik mesele ise faizdir. Erdoğan faizin yükseltilmesine karşı olduğunu belirtip dursa da ve MB faizleri yükseltmeyip “terör odaklarına” direnmiş gibi görünse de görüşüne inanmamak gerektiği savı burada da doğrulanıyor. Hükümet/MB kur artışından zarar gören şirketlere “geç likidite penceresi” denilen olanağı açarak faizi birdenbire % 10’lara yükseltmiş oldu. Faizi değiştirmeden faiz maliyetini artırarak sermayenin taleplerine cevap olurken Erdoğan’ın faiz savaşında “direniyor” görüntüsü esa korunmaya devam ediyor.

Yüksek döviz kuru ise ekonominin yapısı dolayısıyla devam ettirebilir değildir. İşsizlik rakamlarının artışı, enflasyonun yükselmesi durumun çevrilebilirliğini azaltmaktadır. AKP, referanduma kadar bu durumu idare etmeye, halka daha az yansıtmaya çalışacaktır. Referandumdan çıkacak yanıt ise sonucu değiştirmeyecek, halkın krizi boyutlanarak sürecektir.

Tüm bu nedenlerle demokratik alanda sendikal örgütlenmelere ağırlık vermek, OHAL’in sermayeyi nasıl güvencelediğinin teşhirini yapmak, ezilenleri bu şiar eşliğinde örgütlemek ve diğer yandan proletarya partisinin tüm örgütlülüklerini güçlendirerek sürece hazırlanması birincil görevdir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu