GüncelManşet

Sınıfsal Yaklaşım: “Cin şişeden çıktı bir kere, nice Gezilere!”

2013 Mayıs’ının son günlerinde alevlenen ve Haziran’ın iki haftası boyunca ateşi hiç düşmeyen, Gezi Parkı çıkışlı ve Taksim merkezli gelişerek ülkenin tamamına yayılan sürekli eylem dizisinin, nasıl okunacağı ve ne şekilde anlamlandırılacağına dair tartışma sürüyor. Birileri bu tartışmayı yapadursun, bu muazzam pratiğin bir yıl boyunca sınıf mücadelesi üzerindeki etkileri, yakıcı biçimde sonuçlar doğurmaya devam etmektedir.

Şişeden çıkan cin çarpmaya devam ediyor. Yeryüzüne çıkmasına neden olanların çarpılma faslı, yeni bir düzlem oluşana kadar bitecek gibi değil. Yerinden oynattığı taşların yarattığı sarsıntı durmadı. Tetiklediği toplumsal katmanlardaki hareketlilik dalgası durulmuyor…

Hiçbir çaplı ve etkili kitlesel eylem dizisi, başka bir deyişle isyan, ayaklanma ve devrim hareketi durduk yere gelişmez. Kimi örneklerde “kendiliğinden” olması, ani bir patlamayla uç vermesi ya da “beklenmedik” bir gelişme seyri izlemesi, neden-sonuç ilişkisini bozan bir tahlile izin veremez. Bu yüzden “öncesi”, en az sonrası kadar önemli ve anlamlı olmak durumundadır.

Tam da bu nedenle, hareketin bütün dinamiklerini tanımlamak ve anlamak kolaylaşacak, sıçrama ve ilerleme evrelerini analiz etmek için daha sağlıklı verilere ulaşılabilecektir. Bundan dolayı sürece damgasını vuran nedenlerin temelinde “ezber” olsun diye değil, temel bir gerçekliğe vurgu bakımından “ekonomik” olguları görmek kritik bir öneme sahip bulunmaktadır.

Çevre, özel yaşam, daha genel bir ifadeyle bütün temel hak ve özgürlükler, adalet, eşitlik ve demokrasi ile ilgili talepler ile devletten (ve egemen bütün erklerden) gelen saldırı ve müdahalelere ilişkin itirazların dolaylı ve ama çoğu kez de dolaysız biçimde sınıfsal bir alandan karşılık bulması üzerinde durulmalıdır.  

Bir diğer ölçü olarak dikkat çekilen katılımcı profili ise sınıf mücadelesinin örgütlü bazda gelişmişlik düzeyiyle ilgilidir ve taraftar grupları dâhil kim ne kadar örgütlü ise, yani heybesinde ne varsa o kadarıyla gelmiştir. Doğal olarak “örgütsüz” kesimin ağırlıklı olmasında yadırganacak bir husus da bulunmamaktadır.

İsyana, yaşandığı günlerde mal bulmuş yağmacı gibi yaklaşan, görmemişin çocuğu olmuş muamelesi yapanların, yaşadığı hayal kırıklığının yarattığı daha beter bir “yıkım” anaforuna sürüklenme olgusunu bir kenara koyarsak; üstten yaklaşım gösteren dudakları bükülü azınlığın “karşı” saflarla alış veriş noktasına sürüklenmesi de hazin bir tespit olarak not edilmelidir.

sinifsal yakslasim 02Ama bu tespit ve tahlil uzmanları, çeşitli dogmaların izinde, biçme ve doğrama yoluyla kalıba uydurma işiyle uğraşırken, isyan pratiği, bıkmaz usanmaz bir tavırla kendisini ifade etmeyi sürdürdü ve ne kadar iyi ki sürdürmeye devam ediyor.

Gezi İsyanı’ndan hiçbir şey öğrenemeyenlerin başında çok yazık ki çeşitli renkleriyle “sol” geliyor. Komünistler, devrimciler ve ilerici çevrelerin neredeyse istisnasız biçimde dahil olduğu bu “sol” çerçevenin “kısa” sayılmayacak bir yıllık süre içinde, hem işin bir yerinde yer almışlık hem de sürekli “yaşayan” bir fenomen olması nedeniyle Gezi’den bu kadar az nasiplenmesi, durumu “trajik” hale getirmektedir.  

Gezi’yi “devrim” düzeyinde yüceltme ve olmadık misyonlarla “hayali” bir yere hapsetme yaklaşımı ne kadar sakat ve bozuksa, eline “sınıfsal” cetveli alıp “sıradan” bir “kentli” arsızlığı (Tayyip’in deyimiyle “şımarıklığı”) düzeyinde damgalayarak değersizleştirmek/küçümsemek de bir o kadar yanlıştır.  

Gezi, “beni bir tek siz anladınız, siz de yanlış anladınız” derse haklıdır. “Bu daha başlangıç”, “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”, “ya hep beraber ya hiçbirimiz” gibi temel vurgu ve sloganlarda ifadesini bulan, Park Komünü’nde yaşam kurgusu da oluşturan, alanlar ve sokaklarda sergilenen birlikte mücadele, hoşgörü, özveri, işbirliği, dayanışma, ortaklık duygusu ve pratiğinin militan bir soylulukla “ilkesel” bir karşılık bulduğu Gezi’nin; çekiştirmeci ve nüfuzuna geçirmeci (sahiplenici değil sahip olmacı) bir hoyratlıkla ortada bırakılmasına izin vermemek temel görevimiz olmalıdır

“Eskisi gibi olmayacak” deyip her şeyi eskisi gibi yapmanın anlaşılır bir yanı yoktur. Tam da bu yüzden, temas kurmada sorun yaşanılan kitleler, anlamada zorluk çekilen olay ve olgular, örgütlemede sıkıntı içine girilen işçi ve emekçiler alanında yeni perspektifler kazanmanın ayağa kadar gelen fırsatının değerlendirilemediğini görmemiz gerekir.

Sınıf mücadelesi çok sabırlı, inatçı ve kararlı bir öğretmene sahiptir. Onun sınıf bilinçli öznesi olma derdini taşıyan bütün unsurlar için, kitleler pratikleriyle misyonlarını oynamaya devam ediyorlar, hiç tükenmeyen şansımızdır bu. Ne var ki her zaman bu kadar gönüllü ve iştahlı olmadıklarını da en iyi bizim biliyor olmamız gerekir. 

Gezi İsyanı, her türden öznel ya da sorunlu yaklaşımlara kurban edilemeyecek kadar önemli bir süreçtir. İlk ve en kritik anlamı pratiğe/eyleme yönelik vurgusunda aranmalıdır, ama bunu tamamlayan bir diğer kritik faktör ise “kitle” esprisidir. Bu kavramların/değerlerin sisteme karşı bir başkaldırı eylemi içerisinde anlam kazandığını da ihmal etmemiz gerekir.

sinifsal yakslasim 03“Gezi ruhu” olarak da karşılık bulan bu üç faktör, tekrar edecek olursak, “sisteme/düzene karşıtlık”, “kitlesellik” ve “eylem”, devam eden süreçteki bütün toplumsal mücadeleler üzerinde olumlu yönde katkıda bulunmuştur. Kimisini tamamen bu “ruh” sayesinde geliştirmiş, farklı dinamiklere sahip olanları ise izlerini ciddi biçimde gösteren şekliyle beslemiştir.

Sokağa çıkanların bir daha evlerine dönmedikleri, dönmeye de niyetleri olmadığı görülmektedir. Bu az bir şey değildir. Toplumsal hareketlilik yaratan ve eylemi çağıran her gelişme , “buradan bir Gezi çıkar mı?” sorusunu temenni tarzında sordurmaktadır. Gezi’nin özgünlüğü ve bir bakıma benzemezliği açısından “anlamsız” olarak görülecek bu soru, o çapta bir başkaldırının tekrarı üzerinden daha kalıcı ve somut edinim(ler) arzusunun eseridir.

Sokaktan çıkmak istemeyenlerin, çıkış nedenlerini oluşturan mekanizmayla sorunu bitmemiştir. Aksine her yeni olay ve gelişme, nedenlerin çoğaldığı ve pekiştiği bir örgü yaratmış bulunmaktadır. Bütün yollar Ankara’ya çıkmaktadır. Adresi bilmeyen kalmamıştır…

Kabul etmeliyiz, benzeri az görülen ve olağanı zorlayan bir süreç yaşanmaktadır ama nihayetinde olan bitenler bu sistem parantezindedir. Başka bir dönem, sınıf mücadelesinin olağan akışında “sıradan” kabul edilebilecek olay ve olguların algılanışında ileri bir duyarlılığın yakalanmış olması, kutuplaştırma ve cepheleştirme gerçeğinin ötesinde kitlelerin eylem ve pratiği sayesindedir.

Dönüştürücü ve değiştirici olan kitlelerin pratiği olmuştur. Egemen sınıfların/güçlerin bütün kurumları, argümanları ve ideolojik referanslarıyla çok yönlü teşhirinde, bundan daha güçlü bir propaganda unsuru yoktur. Kitlelerin kendi konumu ve gücünün farkına varmasında daha aydınlatıcı bir başka araç bulunamaz. Teori bu yüzden varlığını pratiğe borçludur…

Bu gibi dönemlerde, ileriye doğru atılacak her pratik adımın bir düzine programdan daha yararlı ve değerli olması nedeniyledir ki eylem çizgisinin ileriye doğru yörüngesinden ayrılmamak gerekir. Bu pratik uzun vadeli bir birikimin ve büyük deneylerin berisinde, esas olarak bugün için sonuçlar doğurmaktadır. Aksi halde bu kadar cazip bir çekim gücü olmazdı.

“Hep dene, hep yenil” şiarının okuması, “kazanmak için tek yol mücadeleden vazgeçmemektir” şeklinde yapılmaktadır. Mücadele etmeyen, direnmeyenin zaten yenilmiş olduğu gerçeği, aynı zamanda direnenin/mücadele edenin mutlaka kazanacağını anlatır. Bunun sınıf mücadelesi bağlamında, tarihsel haklılıkla temellendirilen bir düzlem üzerinden anlaşılması gerektiğini vurgulamak gereksizdir.  

sinifsal yakslasim 04Gezi İsyanı, birlik ve ittifak anlayışına genişlik, ortaklık ve işbirliği yaklaşımına zenginlik katmış, kitlelerin gücü ve rolüne dair kavrayışa derinlik kazandırmıştır. Gezi İsyanı, öncünün/önderin misyonu, hareket tarzı, dili ve yöntemlerine dair öğretici mesajlar vermiştir. Gezi İsyanı, sebep olduğu yüksek tansiyon ve aksiyon sayesinde, dünya ve ülkedeki toplumsal olguların analizinde, daha önemlisi “yeni bir dünya”nın yaratılması mücadelesinde kayda hayli değer şifre çözücüsü sunmuştur.  

17 Aralık’tan Soma’ya faşist diktatörlüğün her kırılma ve teşhir anından her saldırı ve katliamına kadar bütün gelişmelerdeki toplumsal reaksiyona ve “rutin” uygulamalarına yönelik bütün direniş ve protestolara yeni bir renk ve güç katan Gezi ruhu; ezilen yığınların önemli bir bölümünde biat, itaat ve ataletin parçalandığı, korku duvarının aşıldığı bir noktayı tarif etmektedir.

“Boyun eğme isyan et” parolasıyla hareketlenmenin sistemin duvarlarında bulduğu yankı, “devam” çağrısıyla eylemli bir dinamik oluşturmuştur. AKP iktidarının her vesileyle andığı Gezi, korkulu bir atmosferin, yıkıcı bir fırtınanın adı olmuştur. Faşist devlet yapılanmasının “ileri” düzeyde tahkim edilmeye çalışılması, daha azgın bir söylem ve pratikle alabildiğine saldırgan bir baskı rejiminin inşa edilmesi, durumun karşı cepheden özeti gibidir. İş, katiller sürüsüne “öldür, geç!”, “sabretme, sağ bırakma!” talimatı verme noktasına taşınmıştır.

Nafile bir çabayla, tarihin andaki seyrinin önüne geçilmeye, büyük bir öfke seli durdurulmaya çalışılmaktadır. Devrime doğru gidildiğini propaganda edenler, AKP iktidarının yıkılıp yerine demokratik bir yönetimin kurulacağını iddia etme aymazlığına düşenler, Gezi’yi egemenler arası dalaşta kaldıraç kılma misyonuyla hareket ediyorlar. Bunların “niyeti” her durumda bozuktur.

Ama ne olursa olsun, yani Gezi’nin indirdiği darbeler sayesinde “meyveyi” kim yerse yesin, devrim için elde edilen ve edilmekte olan kazanımın paha biçilmez değerinin karartılması mümkün değildir. Kitleler nelere kadir olduğunu gördükçe, egemenlerin duvarında kapanmaz yarıklar açıldıkça, gelecek; sınıfsız topluma doğru ilerleyiş için sonuçlar doğurmaya devam edecektir.

Gezi İsyanı’nı “Gezi Parkı” ve “Taksim” ile sınırlamaya, alan ve parkın “ele geçirilmesi” mücadelesine indirgemeye kalkmak, gerçekliği karartmanın bir başka biçimi olarak kendini göstermektedir. Kazanımların korunmaya çalışılması, somut nedenler üzerinden savunulması başka bir şey, her vesileyle mücadeleyi bir bölge ya da alana indirgemek başka bir şeydir.

İyi biliyoruz ki Gezi isyanı semtlerden şehirlere ülkenin dört bir yanında yaşam bulmuş, bir yıllık süreçte de benzer biçimde ülkenin her köşesinde izini sürmüştür. Bu yüzden fabrika işgalleri ve grevler, kalekollara karşı eylemler, yerel seçim hile, hırsızlık ve sahtekârlıklarına karşı gösteriler, Soma katliamının lanetlenmesi, 17 Aralık nedeniyle soygun, yağma ve yolsuzluklara karşı protestolar, 30 Mart, 6 ve 18 Mayıs anmaları, 1 Mayıs ve Newroz kutlamaları ile daha bir dizi eylem ve direniş Gezi’nin başkaldırı ve isyan rengiyle boyanmıştır.  

Gezi’nin Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin savaşçı ve direnişçi dinamiğiyle kesiştiği ve buluştuğu pratikler artmaktadır. Aynı şekilde, ayrışması gereken kesimler ve arınması gereken zaaflar konusunda ortaya çıkan pratikler de çoğalmaktadır. Sınıf mücadelesi yeni sayfalar açmakta, her seferinde yeniden kartlar dağıtılmakta, saflar kimsenin gözünün yaşına bakmadan sadeleşmektedir. Bu konuda ne zorlama tespitlerle yol almak, ne de gerçekleri kafamızdakine uydurmak mümkündür.

 

Gezi’nin sağladığı kazanımlar, derlediği dersler, öğrettiği yenilikler, aşıladığı yaklaşımlar, beslediği duygular, güçlendirdiği hisler, bugüne kadar yeterince bilince çıkarılıp kavranamamışsa, geç değildir. Gezi bir dönemin isyan ruhu ve eyleminin adı oldu. Sınıf mücadelesi Gezilerle ilerliyor. Tarihte bugüne kadar çok Gezi oldu, bundan sonra da olacak. Onu var eden kitlenin eylemiydi. Kitlelere gitmek, eylemlerle yürümek, hep en önde olmak, daima parolamız olsun!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu