GüncelMakaleler

Kriz ve sistemin iflası… -2-

Aslında bizim gibi emperyalizme bağımlı ülkelerde ekonomik ve siyasi istikrar hiç oluşmamıştır. Kriz atmosferi bizim gibi zayıf halkalarda dönemine göre inişler-çıkışlar göstererek devamlı yaşanmıştır. Ekonomik, sosyal ve siyasal yapıda belli dönemler emperyalist ülkelerde oluşan istikrar dönemi, bizim gibi ülkelerde yaşanmamıştır. Ve krizin daha derinleştiği günümüzde yarattığı tahribat daha sarsıntılı olmuştur.

Bu duruma karşın sanal paranın çekilmesinin yaratacağı sorunlar da tartışma konusu olmaktadır. Ulusal giderleri ulusal gelirlerinden fazla olmuştur ve değerden yoksun da olsa sanal sıcak paraya da ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle piyasadan çekilmesine, yok edilmesine karşı çıkanlar da vardır. Lakin karşılıksız basılan sanal para piyasaya sürüldükçe ödeme gücü (sub-prime) düşmektedir. Bir taraftan sanal para basımıyla şişen balonun patlama riski, diğer taraftan sanal paraya duyulan ihtiyaç… Aslında uluslararası bankaların, tekellerin, rantiyelerin bu mevcut durumu “iki ucu boklu değnek” misali, her attıkları adım yeni sorunlara gebedir. İhtiyaç duyulan ve uygulamaya konulan karar beraberinde başka sorunları getirmektedir. Mevcut sistem böylesi bir helezonik sorunlar kulvarı içerisine girmiştir.

Uluslararası kapitalizmin ilan ettiği neo liberalizm süreci, oluşan sorunların üstesinden gelemediği gibi giderek daha müzmin bir hatta sokar. Küreselleşme yaftasıyla ve sınıflarüstü tahlillerle mevcut durumu gizlenen pörsümüş ve can çekişen uluslararası kapitalizmin aslı günbegün daha açığa çıkmıştır.

Mevcut emperyalist sistemin bu durumu bağımlı kıldığı yarı-sömürgeler üzerinde de ciddi sorunlar yaratmıştır. Zaten Türkiye ve benzeri bağımlı ve pazar durumundaki ülkelerin ekonomik, siyasi, sosyal durumları emperyalizmden soyutlanamaz. Bağımlı ülkeler ekonomik ve mali olarak ilhak edilmiş ve siyasi olarak bağımlı kılınmışlardır. Mevcut konjonktürde bu gerçeklik bir takım sol hareketler tarafından yeterince görülmüyor, ya da göz ardı ediliyor. Bunun sonucu emperyalizmden medet umuluyor. Elbette ki tüm olumsuzluklarda bağımlı ülkelerin uşakları olan komprador burjuvazi ve hükümetlerinin de bunda payı vardır. Emekçilere ve Kürtlere yapılan saldırı, katliam ve katbekat artan sömürü Türk hakim sınıfları ve onların baskı aygıtlarınca yerine getiriliyor. Ama bu gerçeklik emperyalist sistemden kopuk ele alınamaz. ABD, Almanya, Fransa, Rusya, Çin gibi emperyalist devletlerin sömürüsünden pay alıyorlar. Ama son tahlilde bizim gibi ülkelerdeki sömürü, baskı, katliam, soykırımların perde arkasında emperyalistlerin varlığı göz ardı edilemez.

Nitekim ABD’nin aldığı faizleri artırma ve sıcak parayı kademeli olarak kendi ülkelerine çekme kararı, daha önce ABD önderliğinde alınan neo liberalizm, esnek-para ve esnek-üretim, yüksek faiz,  düşük kur politikalarının iflasının sonucudur. Aldıkları kararlar bağımlı ülkelerin burjuvazileri ve yönetimleri üzerinden uygulamaya konmuştur. Bunun sonucu günümüzde sistemin yarattığı kronik krizin giderek ağırlaşan külfeti çeşitli milliyetlerden Türkiye emekçilerine çıkarılır.

Türkiye Tarihinin En Büyük Krizi

2007-2008 Krizi’nin tüm dünya çapında yarattığı tahribat kendisini Türkiye’de de hissettirir. Gelen sıcak paranın muhtevası ve oynadığı rol gerçeklerden gizlenir. Gerçekte ise gelen para emperyalistler tarafından karşılıksız  basılan ve rant piyasasında cirit atan sanal sıcak paradır. Amaç geri ülkelerin spekülatif piyasalarına girerek ülkeyi yağmalamaktır. Bunun sonucu sömürü, talan, rant katbekat artırılır ve ülke daha bağımlı hale getirilir. Nitekim yukarıda anlattığımız gelişmeler ve nedenler sonucu ülkemizin girdiği dönemeç ile  mevcut durum daha net açığa çıkar.  Ancak sıcak para istediği an girdiği gibi istediği an da çıkan paradır. Kapitalizmin spekülatif işleyişi sonucu dolar vb. paraların -girdiği ülkedeki- çıktısı girdisinden fazla olunca, kur yükselir, yerli para düşüşe geçer. Nitekim ABD tarafından alınan Amerika’da faizlerin artırılması kararı Türkiye’den çıkan doları günbegün artırır.  Bir dönemler Amerika’da faizlerin düşmesiyle Türkiye vb. ülkelere akan sıcak para, ne zaman ki Amerika’da faizler yükseltildi hızla Türkiye’yi terk etmeye başladı… Bunun sonucu lira da hızla değer kaybetmeye başladı…

Bundan dolayı doların 2017 ve 2018’den itibaren Türkiye’de yükselişe geçmesi kendisini daha hissedilir düzeylerde gösterir. 2017’nin Eylül ayında 3.40’lardan yükselişe geçen dolar kuru yıl sonunu dalgalı iniş çıkışlarla 3.81’de kapatır. 2018’in Ocak ayına 3.77 TL olarak giren dolar Nisan ayından itibaren  yerini hızlı yükselişe bırakır. Bu yükseliş kendisini hissettirir şekilde hızla devam eder ve 14/08/2018 tarihinde 6,87’ye tırmanarak en yüksek kura ulaşır. Euro da 2018’in 14 Ağustos’unda 7.84’e çıkar.

Tüm bunlar dolar ve euro bandında ani ve hızlı yükselişlerdir. Her ne kadar günümüzde Dolar 5 TL üstünde, euro 6 TL civarında dalgalı kur uygulamasına girmişse de, bu Merkez Bankası tarafından  politika faiz oranının yükseltilmesi sonucu olmuştur. 2018’in Haziran ayında 16,25’ten yüzde 17,75’e yükseltilen politika faizi, yüzde 6,25 puan artırımı ile Eylül ayında yüzde 24’e çıkarılır. Sıcak parayı kısmen tutabilmek için faiz oranı bu denli yükseğe çekilmiştir. Bunun bedeli de giderek yoksullaşan emekçi halka çıkarılacaktır. Nitekim yapılan zamlar ve kesintiler 2019 tarihinde daha tırmandırılarak halka mal edilecektir. Buna karşın 2018’in başlarında 4 TL’nin altında olan dolar eski kura çekilememiştir. Faiz daha yükseltilmiş, kurun yükselişi önlenememiştir.  Yüksek faiz, düşük kur uygulaması tabiri caizse yerini “daha yüksek faiz, daha yüksek kur,” uygulamasına bırakmıştır.

Emperyalistler ve Türk hakim sınıflarının icraatçısı AKP Hükümetinin bu uygulamaları artık daha belirgin bir şekilde kendisini gösterir. Öyle ki TL hızla ve hissedilir bir şekilde dolar karşısında devalüasyona uğrar. Amerika’da 2016’dan sonra 0.-0,25 arasındaki politika faizleri, FED (Amerika Merkez bankası) tarafından 2017-2018 tarihlerinde 2.00-2.25  bandına kadar yükseltilir. FED’in kararına göre bu artış önümüzdeki dönem de sürdürülecektir. Amerika’da faizlerin yükselmesi sonucu Türkiye vb. ülkelerde sıcak para  hızla terk etmeye başlar. Bunun sonucu Dolar, Euro gibi döviz kurları yükselirken TL’nin düşüşünü beraberinde getirir. Ve Türkiye’den  çıkan döviz miktarı artışa geçer.  Devalüasyon TL’nin dolar ve diğer dövizler karşısında düşüşe geçmesi sonucudur. Dolayısıyla Türkiye gibi dolara, euroya vb. dövizlere endeksli bağımlı bir ülke parasındaki devalüasyon beraberinde, üretilen ve piyasaya sürülen metaların fiyatlarında artışı da beraberinde getirir. Bu da ülkedeki enflasyonu yükseltir. Devalüasyon ve enflasyon arasındaki bu ilişki kapitalizmin ekonomi-politik ilişkisinin sonucudur. Nitekim ülkemizde üretilen ve dolaşım sürecine sokulan meta fiyatlarının ve tüm sosyal harcamaların TL olarak yükselişe geçmesi, devalüasyon ve enflasyonun iç içe geçmesinin ve nasıl sarmal bir hal aldığının göstergesidir. Tüm bunlar ABD’nin FED faizlerinde artış kararı alması   sonucudur. Bu karar gelen sıcak paranın önemli kısmının Türkiye’yi terk etmesini beraberinde getirir.

Çeşitli milliyetlerden emekçi halkımıza kesilecek diğer bir fatura TC devleti ve komprador burjuvazinin borcudur. Devletin borcu 2018’in Haziran ayına kadar 466,7 milyar doları bulmuştur. TC tarihi borç tarihidir. Emperyalizme bağımlılık beraberinde borçlanmayı getirmiştir. Yapılan sermaye ihracı ülkeyi borç kulvarı altına almıştır. Ancak şu anki borc TC’nin en yüksek miktarını oluşturuyor. AKP işbaşına geldiği 2002 tarihinde devletin borcu 129,6 milyar dolardır. Ancak bu borç hayli artarak günümüzde 466 milyar doları aşmıştır. TC’nin en yüksek borcunu oluşturan bu meblağ İMF ve DB’na olan orta ve uzun vadeli borç da değildir.  Bu borç daha kısa vadelerle alınmıştır. Sıcak paranın cirit attığı koşullarda kısa vadeli tahvil ve bonolar üzerinden alınan borçtur. Dolayısıyla bu borcun faturası ve külfeti çok daha ağırdır. Ve bu ağırlık halk katmanlarının sırtına yüklenmektedir.

Bir yıl içerisinde ödenecek borç miktarı 180 milyar doların üstündedir. Ayrıca borca ilaveten 51 milyar dolar da cari açık finansmanı var. Görüldüğü gibi bir yılda ödenmesi gereken 231 milyar dolar, toplam borcun yarısına yakın bir meblağ oluşturuyor. Devlet bu miktarı ödemede hayli zorlanacaktır. Borç tutarı epeyi yüksek olduğu gibi ödeme koşulları ve içinde bulunulan mevcut süreç ödemede ayrıca sorun oluşturuyor. ABD’de artan faizler sonucu ivme kazanan doların çıkışı; borcun hayli yüksek meblağ oluşturması, ödeme zorluğu, girilen devalüasyon, enflasyon, derinleşen kriz, AKP’ye güvenin iyice sarsılması vb. faktörlerle daha hız kazanmıştır. Mevcut bu ekonomik-politik atmosfer Türkiye’deki döviz çıkışını, kriz sürecini ve oluşan katmerli sorunları daha uç boyutlara tırmandırır.

Bu ekonomik ve sosyal sorunlarla beraber mevcut politik konjonktür de krizin derinleşmesinde rol oynar. ABD-TC ilişkileri geçmişe kıyasla çetrefilli bir sürece girmiştir. Özellikle Ortadoğu ve Kürt politikasında AKP ile ABD arasında ciddi sorunlar oluşmuştur. ABD-Rusya Ortadoğu kapışmasında geçen yüzyılın ikinci yarısından beri müttefiki olduğu ABD’den çok, Rusya saflarında  yer almıştır. Suriye, Rojava, Kürt sorunu gibi alanlarda daha çok Rusya’nın güdümünde hareket eder.  Bu da ABD ile TC arasında çelişkiler yaratır. Bu durum belli ölçülerde ABD-TC arasındaki ekonomik  ilişkilere de yansır. Nitekim bu durum en çok borcu olduğu ABD’yle olan ilişkisinde kendini gösterir. Sıcak parayı hızla çeken ve ekonomik ve mali sorunlar yaratan ABD’dir. Devalüasyonda ve enflasyonda başat rolü oynayan güçtür ABD. Hatta ABD bu sorunları aralarındaki çelişkilerde yaptırım unsuru olarak da kullanır.

Ekonomideki tüm bu gelişmeler ve yarattığı olumsuz etkiler ortadadır. Bunun nedenleri çarpıtılmak istense de gerçek durum aşikardır. Nitekim devalüasyon ve enflasyon kendisini hemen göstermiştir. TÜİK(Türkiye İstatistik Kurumu) rakamlarına göre Ağustos ayında TÜFE(Tüketici Fiyat Endeksi) yüzde 17,90’a çıkan enflasyon sonraki aylarda daha artmış, Eylül ayında yüzde 24,52’ye, Ekim ayında % 25,24’e çıkmıştır. Yİ-ÜFE (Yurt İçi-Üretici Fiyat Endeksi) ise Ekim ayında % 45,01’e kadar çıkar. Kasım ayındaki enflasyonun resmi rakamları TÜFE’de %21,62’ye, Yİ-ÜFE’de %38,54’e düşmüştür. Bu rakamlar hükümetin resmi rakamlarıdır. Rakamlarda manipülasyona gidilmiş ve çarpıtılarak lanse edilmiştir. İnandırıcı olmayan hükümet tarafından çarpıtılan popülist rakamlardır. Oysa halkın alışverişte yaptığı ödemeler gösterilen resmi rakamların hayli üstündedir. Kaldı ki resmi rakamlar ve enflasyon oranları bile AKP döneminin en yüksek oranlarıdır. Burjuvazinin klasik tavrını AKP’de göstererek durumu ehven-i şer gösteriyor. Ama gerçek durum ortadadır. Dolayısıyla mevcut durum 2019’da daha sancılı bir sürece girileceğinin göstergesidir. Nitekim TÜİK tarafından 2018’in 3. çeyreğinde büyüme oranı yüzde 1,6 olarak açıklanır. Aynı yılın birinci çeyreğinde büyüme yüzde 7,4, ikinci çeyreğinde yüzde 5.2 olarak belirlenmişti. Resmi rakamlara göre 3. çeyrekte büyüme bir hayli düşmüştür. Bunun sonucu sermaye yatırımları yüzde 3,8 oranında daralmıştır. Yine resmi rakamlara göre ekonomideki

Bu gerileme ve daralma 3. çeyrekte GSYH’da yüzde 1.1 düşüş gösteriyor. Ayrıca Erdoğan’ın ısrarla vatandaşlara hitaben yaptığı çağrıda eldeki dövizin hızla Türk lirasına çevrilmesi çağrısı pek tutmamıştır. Nitekim bunun sonucu mümkün mertebe dövizi elde tutmak için devlet tarafından döviz endeksli tahvil çıkarılmış ve piyasaya sürülmüştür. Tüm bunlar ülkenin mevcut durumunun nasıl bir hatta sokulduğunu gösteriyor.

Görüldüğü gibi mevcut durum 2019 Türkiye’sinde çelişkilerin daha derinleşeceği, yoksulluğun daha üst düzeylere tırmanacağı, katmerli baskıların daha artacağı bir sürece girileceğini gösteriyor. Nitekim doları, euroyu kısmen tutabilmek için dövize ödenen politik faiz oranı yüzde 24’e çıkarılmıştır. Bu AKP’nin ve burjuvazinin ne kadar dolara bağımlı olduklarının göstergesidir. Böylece yerel seçimler arifesinde kendi politik çıkarlarını da düşünerek yükseltilen faiz oranı ile döviz fiyatlarını çekebildikleri ölçüde aşağıya çekmeyi planlıyorlar. Bunun da faturası yapılan ve daha da yapılacak zamlarla, artırılan vergiler ve gidilen ve daha da gidilecek kesintilerle emekçi halk kesimlerine mal ediliyor. Tüm bu yükler ileriki dönemlerde daha ağırlaştırılacaktır. Halkın alım gücü iyice düşürülecektir. Nitekim bunların etkisi halk yığınlarında kendisini hissettirmeye başlamıştır. Bunun sonucu yoksullaşma halk nezdinde hızla üst boyutlara tırmanmış ve yoksullaşan kesimlerin sayısı katbekat artmaya başlamıştır.

Fabrikalar ve işyerlerinin önemli bölümü kapanıyor. 30 binden fazla işyeri kapanmıştır. Bunlar içinde 3 binden fazla işyeri konkordato ilan etmiştir. Ve birçok işyeri borcunu ödeyemez durumdadır. Tüm bunların sonucu işsizlik de hızla artmıştır. Zaten Türkiye’nin müzmin bir sorunu olan işsizliğin mevcut süreçte katbekat daha artması kaçınılmazdır. Kaldı ki, çalışan işçilerin bile hiçbir güvencesi yoktur. En ilkel şartlarda çalıştırılıyorlar. Maden ocaklarında, inşaatlarda, metal işkollarında, taşımacılık vb. iş kollarında çalıştırılan işçilerin iş ve can güvenliği sağlanmamıştır. Bunun sonucu AKP’nin işbaşında olduğu 15 yılda ölen işçi sayısı 20 bini geçmiştir. Ayrıca çalıştığı işkollarında iş hastalıkları sonucu ölen işçi sayısı çok daha fazladır. Uluslararası Çalışma Örgütü ISO(İnternational Labour Organization) raporuna göre sadece 2017 yılında işle ilgili hastalıklar sonucu ölen işçi sayısı 12 bin cıvarındadır. ISO raporuna göre “Meslek hastalıkları buz dağının görünmeyen yüzüdür.” Ayrıca ölen işçilerin yüzde 98’i sendikasız işçilerdir.   Bu ölümlerden toplum bihaber tutulmuştur. Kısacası Türkiye koşullarında onbinlerce işçi çalışmaya zorlandıkları ilkel koşullarda katledilmişlerdir. Yine on binlerce işçi sakat ve hastalığa maruz bırakılmıştır. Ayrıca çok ucuza çalıştırılmışlardır. Giderek taşeron firmalar tarafından çalıştırılarak çifte sömürüye tabi kılınmışlardır. Sömürü mekanizması, baskı ve yaptırımlar tırmandırılmıştır. Son yıllarda OHAL ve KHK uygulamaları ile katmerli sömürü ve baskı doruğa çıkarılmıştır. İşten çıkarmalar hızlandırılmış, işsizlik körüklenmiştir.

Tüm bunlar emperyalistlerin ve komprador kapitalistlerin neo liberalizm kisvesiyle devreye soktukları sürecin sonuçlarıdır. Esnek para politikası ve esnek üretim tarzı adı altında, sömürünün artırıldığı, zenginlik ve yoksulluk arasındaki makasın iyice açıldığı bir dönemin sonuçlarıdır. Ve    oluşan aşırı üretim ve mali krizin her geçen gün daha derinleşerek sistemin temellerinin iyice sarsıldığı bir dönemdir. Türkiye tarihinin yaşadığı en büyük krizdir. Ve sıcak paranın cirit attığı ve rantın doruğa çıktığı bir sürecin sonucudur bu kriz…  Yüksek faiz, düşük kur ekonomi-politikasının sonucu oluşan krizdir…

Kriz İle Sınıf Çelişkilerinin Daha Derinleşmesi…

Aslında bizim gibi emperyalizme bağımlı ülkelerde ekonomik ve siyasi istikrar hiç oluşmamıştır. Kriz atmosferi bizim gibi zayıf halkalarda dönemine göre inişler-çıkışlar göstererek devamlı yaşanmıştır. Ekonomik, sosyal ve siyasal yapıda belli dönemler emperyalist ülkelerde oluşan istikrar dönemi, bizim gibi ülkelerde yaşanmamıştır. Ve krizin daha derinleştiği günümüzde yarattığı tahribat daha sarsıntılı olmuştur.

Emperyalizme bağımlılık arttıkça, köhneyen ve sarsılan uluslararası sistemin tahribatları Türkiye vb. ülkelerde daha keskin biçimde kendisini gösterir. Sistemin sorunları bizim gibi ülkelerde daha derin ve çetrefilli düzeylere tırmanır. Nitekim emperyalist burjuvazi ve Türk komprador burjuvazisi ülkemiz işçi sınıfı ve emekçi halk katmanlarını en üst düzeyde sömürerek, onları daha yoksullaştıkları bir döneme sürüklerler. Mevcut kriz, 15-20 Temmuz darbesi, olağanüstü hal, KHK kararnameleri, sömürü, baskı, katliamlar, Kürtler üzerindeki baskı ve saldırılar içinde bulunduğumuz dönemin nasıl bir dönemeçte olduğumuzun göstergesi olsa gerek… Tüm bu sömürü, baskı ve saldırıların tırmandığı üst boyut sınıf çelişkilerinin daha derinleşeceğinin şimdiden habercisidir. Bunun sınıf bilinçli proletarya ve öncü müfreze tarafından şimdiden görülmesi ve örgütsel boşluğa müdahale edilmesi gerekir. Aslında bu durum devrimin nesnel koşullarını daha olgunlaştırıyor. Sorun zayıf olan öznel koşulları güçlendirmek, geliştirmek ve ezilen sınıfların ileri kesimlerini örgütsel saflara çekmek ve onlara devrim güzergahında önderlik etmektir…

Kaldı ki sorun salt ülkemizle sınırlı değil. Sorun ülkemiz dışında tüm ülkelerin de sorunudur. Tüm bağımlı ülkelerde çelişkiler daha derinleşmiş, baskı ve saldırılar daha da tırmandırılmıştır.  Hatta yakın döneme kadar Avrupa, Amerika, Japonya, Çin Rusya gibi nispeten daha istikrarlı ülkelerde bile durum giderek daha zorlu bir döneme gidiyor. Dünyayı sömüren bu emperyalist ülkelerde  de sınıf sömürüsü ve baskı ve tahakküm mekanizması daha sertleştiriliyor. Önceleri düzen içi de olsa sorunlarına çözüm getiren bu ülkeler sorunlara artık aynı minvalde müdahale edemiyorlar. İşçi sınıfı ve diğer emekçi sınıflar artan sömürüye karşı daha keskin mücadeleye yöneliyorlar. Burjuvazi  bu gelişmiş kapitalist ülkeleri artık eskisi gibi yönetemiyor. Fransa, İngiltere, Almanya. İtalya, Avusturya, Yunanistan, İspanya, Amerika vb. gelişmiş ülkelerde sık sık irili ufaklı eylemlerle emekçiler ve gençler sokağa dökülüyor, tepkilerini, hoşnutsuzluklarını dile getiriyorlar.

En son bu durum Fransa’da kendisini gösterdi. Artan sömürü, sosyal hakların giderek gasp edilmesi, vergilerin artırılması, işsizliğin artması, iş koşullarının ağırlaştırılması, fakirliğin gelişmesi sonucu Fransız emekçileri başkaldırdı. Giydikleri sarı yelek nedeniyle “sarı yelek” eylemi olarak adlandırılan başkaldırılarıyla  tarihe mal oldular. Diğer ülke emekçilerinin desteğini aldılar. Hatta başka ülke emekçilerini ve gençliğini teşvik ettiler. Öyle ki sarı yelek eylemleri başka ülkelerde de gündeme geldi. Eylem önderlikten yoksun, kendiliğinden bir hareketti. Kendiliğinden hareket iktidarı hedef alan ve devrime önderlik eden hareketten kopuk ve yoksun oluşudur. Zaten içinde bulunduğumuz ana sorun bu sorundur. Ancak içinde bulunduğumuz kapitalizmin kronik sorunları işçi sınıfının ve kafa emekçilerinin tepkisini daha üst boyutlara tırmandıracaktır. Bu mücadeleler gelişmiş kapitalist ülkelerde daha gelişecektir. Önceleri önderlikten yoksun bu hareketler sınıf mücadelesinin dayatmasıyla ve emekçilerin deney ve tecrübeleriyle ileride öncü güçleri yaratacak ve devreye sokacaktır. Unutulmasın ki, tarih sınıf mücadeleleri tarihidir. Sarı yeleklerin eylemi bu gelişmelerin belirtisidir. Nitekim önderlikten yoksun olmasına rağmen Fransız burjuvazisinin devlet unsuru hareketi durdurmakta zorlanmıştır. Hatta Strasbourg’ta islamcı örgüt kisvesiyle yapılan ve üç kişinin öldürüldüğü şaibeli saldırı sonucu gündem ve politik atmosfer değiştirilmek istenmiştir. Böylece sarı yelek eyleminin pasifize edilmesi ve dağıtılması hedeflenmiştir.

Her şeye rağmen mücadele durdurulsa ve pasifize edilse dahi, ileride tekrar Fransa’da ve emperyalist-kapitalist ülkelerde daha gelişecektir. Gelişen teknoloji ile üretici güçler ve mülkiyet biçimi arasındaki çelişkinin artık iyice gelişmesi,   mevcut uluslararası yapısal krizin bir türlü yerini istikrarlı sürece bırakmaması, süreci sınıf çelişkilerinin ve mücadelenin daha gelişeceği bir güzergaha sürükleyecektir.

Tüm bu gelişmeler zayıf halka konumundaki ülkemiz ve benzeri bağımlı ülkelerle beraber, dünya devrim zincirinin kalın halkalarının giderek çatırdadığı ve zayıfladığı emperyalist ülkeler için de geçerlidir. Bunun belirtileri bizzat yaşanarak daha belirgin bir şekilde kendisini gösteriyor. Bu gerçekliğe yukarıdaki bölümlerde kısaca değinmeye çalıştık. Burada önemli olan sınıf bilinçli proletaryanın bu gerçekliği görerek kararla ve inatla hareket ederek, örgütsel boşluğa müdahale ederek sınıf mücadelesinin yüklediği tarihsel rolü oynamasıdır.

* Kriz ve sistemin iflası…  -1-

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu