Kadın

Susmak ya da kendine ait bir dille konuşmak…

Kadının iletişim biçimi diye bir olgudan söz etmek mümkün müdür, değil midir tartışmasına girmeden; bir ön kabul olarak başlayalım. Bilinen, yaşayan ya da yok olan tüm dillerden farklı, hangi ulusa mensup olursa olsun tüm kadınları (hatta bazı durumlarda sınıf aidiyetinden dahi bağımsız halde) içine alan ve alabildiğine evrensel olan bir dilden söz ediyoruz. Sözcüklerle sınırlı olmayan ama doğru okunduğunda o sözcüklerin en zenginini taşıyan, bazen en yüksek perdeden ama çoğunlukla da fısıltı hatta sessizlikle “dile gelen” bir iletişim biçimidir bu.

Bu iletişim biçimini ne zaman ve kimden öğrendiğimizi bilmeyiz, aslında böyle bir biçimi kullandığımızın dahi farkında olduğumuz söylenemez. Ancak bu dilin kodlarının çözülmesi kadın örgütlenmesi açısından çok önemli bir yerde durur. Ve bu çözümleme işi, kendimiz kullanıyor da olsak o kadar kolay bir iş değildir. Kadın meselesi üzerine yazılan tüm (ayakları yere basan, bilimsellik kaygısı olan ve ille de ezilenin-kadının penceresinden bakan) kitap, makale vs.nin bu işe hizmet ettiğini, kendi sesine yabancılaşan bizlerin, kendimizi dinlemeye teşvik ettiğini ve buradan doğru da cinsiyet bilincinde etkide bulunduğunu söyleyebiliriz.

Bu iletişim biçimini çözümlememizin örgütlenme için neden önemli olduğuna kısaca değinmek gerekirse; öncelikle bu dili çözümlemeliyiz; çünkü açıktır ki; bu dilin sahibi-kullanıcısı hareketimizin öznesidir. Dilini bilmediğimiz bir insanla iletişim elbette kurabilir, meramımızı asgari düzeyde anlatabiliriz. Ancak biz, sadece derdimizi anlatmayı değil, o dertleri dinlemeyi, ondan öğrenmeyi hedefliyorsak, yani kadını özne konumuna çekmek (yani değiştirmek) istiyorsak, onu gerçek anlamda tanımamız/bilmemiz gerektiğine kuşku yoktur. Yani değiştirmek için bilmek, bilmek için dilini öğrenmek…

Kadın çalışması yürütmek zor gelir birçok (kadınlar da dahil) arkadaşımıza. Çünkü onlar örneğin, bir saat sonra yapacağınız toplantıya-etkinliğe kesinlikle geleceğini söyler, ama gelmez, şaşırırsınız! Örneğin o gün sadece hava sıcak-soğuk olduğu için bir yürüyüşe katılmaz, şok olursunuz! Bir toplantıya katılır ama dikkatini toplama süresi en fazla 15 dakikayla sınırlıdır, sonra kendi aralarında konuşmaya başlarlar, umutsuzluğa kapılırsınız! Peki neden? Neden şaşırır, şok olur ve umutsuzluğa kapılırsınız? Onu tanımadığınız için, söylem düzeyinde kadının durumuna ilişkin kitaplar dolusu konuşabildiğiniz halde, bu durumun onun kimliğinde nasıl bir tahribat ya da olumluluk yarattığını hesaba katmadığınız için. Özellikle kadın yoldaşlarımız açısından bir de kendimizi “kurtarmış olduğumuz”dan, içinden “çıktığımız” o kadınlara yabancılaştığımız için..

Bu yabancılığımızın panzehiri nedir? Öncelikle, kadın kitleleriyle daha fazla birlikte olmak, dinlemek, öğrencileri olmak, dillerini anlar hale gelmek, empati kurmak vb. En az bunun kadar önemli olan bir diğer ilacımız, okumak-araştırmak olmalı. Doğrudan gözlem kadar bugüne kadar yapılan gözlem, araştırma, incelemenin ürünü olan kitap, makale, tez vb.nin okunması, bunlar üzerinden tartışma yürütmek de o kadar önemlidir.

Önümüzdeki dönemini düşünürsek, bu iki yol-yöntem için de avantajla bir sürece girdiğimizi söyleyebiliriz. Gezi sürecinin devamı niteliğindeki forumlarda, yaz döneminin olmazsa olmazı festivallerde, köy çalışmalarında vb. bu konuyu gündemleştirmek, kadın kitleleriyle iletişim kurmak, anlamak-anlatmak, öğrenci-öğretmen olmak faaliyetimizin esasını oluşturmalıdır. Ancak elbette bunu belli gündemler çerçevesinde, örgütlü ve kolektif bir akıl-pratikle yaşama geçirmek kazanımlarımızın ileriye dönük kalıcı örgütlenmelere evrilmesine vesile olacaktır.

Yine okuma, araştırma işini de belli bir sistem çerçevesinde, önüne geleni okumaktan ziyade, eksikleri tahkim etmeye, günceli yorumlayabilmeye ve illa da örgütlenmeye hizmet etmeye yönelik olarak yaşama geçirmeliyiz. 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu