Makaleler

Dünü ve bugünü ile hapishaneler-2

Yeniden yapılandırmanın toplumsal, ekonomik ve politik boyutları

Burjuva hukuk sistemi tarihinde yeniden yapılandırmanın en önemli toplumsal sonucu daha çok insanın hapsedilmesi olmuştur. 90’lı yıllarda dünya genelindeki yeniden yapılandırma süreci de bu tarihin tekrarından ibarettir. 1987-1995 arası Avrupa’daki bazı ülkelerdeki hapishane nüfusundaki artış oranı şöyledir: Hollanda % 106, İspanya % 70, Yunanistan % 47, İtalya % 41, Portekiz % 40, Norveç % 36, İngiltere % 26’dır.

Burjuvazi kendi sömürü düzeninin devamı için toplumun ekonomik ve siyasal olarak kendisine muhalif olan kesimini hedefinin merkezine oturtur. Baskı araçlarından nasibini en yoğun olarak alan toplumsal kesim bunlardır. Dolayısıyla her türlü yeniden yapılandırmanın etkisini en yoğun yaşayacak olanlar da bu toplumsal kesimdir. Bu nedenle hapishanelerdeki yeniden yapılandırmanın sonucunda, hapishanelere gönderilenlerin toplumun sistematik olarak dışlanan kesimini oluşturanlar olmaktadır. Yoksullar hapishane nüfusunun en geniş kesimini oluştururken, ırkçılığın devlet politikasında egemen olduğu ülkelerde ceza politikaları da kimi zaman açıkça, kimi zaman da kâğıt üzerinde olmasa da uygulamada, ırkçı-şoven-asimilasyona dayalı bir nitelik taşımaktadır. Bunun bir sonucu olarak da toplumun her kesiminde yer alan insanların mahpus nüfusundaki oranları diğerlerine oranla çarpıcı şekilde fazla olmaktadır. Örneğin ABD’de ırksal ve etnik azınlıkların hapishane nüfusu içindeki oranı 1986’da % 60 iken 1991’de % 65 olmuştur.

Artan mahpus sayısı doğal olarak yeni hapishaneleri, hapishane sayılarının ve kapasitelerinin artması demektir. Son yıllarda dünya çapında binlerce hapishane yapıldı. Örneğin ABD’de 1980-2005 arasında 1.000 yeni hapishane yapıldı. Bu rakama eski hapishanelerin genişletilmesi dahil edilmedi. Onlarla birlikte oluşan tabloyu doğru ele almak için 1995’teki verilere bakmak yeterlidir. 1995’te ABD’de 150 hapishane inşa edilirken 170 hapishane de genişletildi. Bu durum bazen daha küçük rakamlarla da olsa İngiltere’den Şili’ye, Belçika’dan Uruguay’a, Kanada’dan Brezilya’ya aynı şekilde yaşama geçmektedir.

Hapishane sayısının artması hapishanelere ayrılan mali kaynağın artması demektir. ABD’de 1982’de cezalandırmaya ayrılan pay 9 milyar dolarken 1996’da 41 milyon doları aşmıştır. “Sosyal devlet” tek edilirken eğitim, sağlık gibi temel hizmetler dahi özelleştirilip sermayeye peşkeş çekilirken hapishanelere ayrılan pay, ordu-polis gibi diğer zor mekanizmalarına ayrılan payda olduğu gibi olağan üstü artış göstermektedir. Emperyalizm tüm dünyada artan yoksullaşmayı, işsizliği “21. yüzyıl sosyal patlamalar yüzyılı olacak” belirlemelerine paralel olarak bastırmak, kontrol altına alabilmek amacındadır. Bunun için devletlerin zor araçları olan polis-ordu ve hapishaneler her yönüyle güçlendiriliyor. Burjuva sınıfın sınıf refleksinin bir sonucu olarak en yüksek kâr, en ucuz emekle sağlanmak istendiğinden, bu süreçte hapishanelere doldurulan milyonlarca insan emeğinden bu amaçla yararlanılmak istenmemesi düşünülemez.

Kaldı ki, burjuvazi sadece “sosyal patlama” korkusu ile “yeniden yapılandırma” çarkının yukarıda saydığımız dişlilerini kurmuyor. Milyonların emeğini sömürebilmek, ucuz iş gücüne engelsiz bir şekilde ulaşabilmek için de hapishane nüfusunu artıran bir politika uygulanmaktadır. “Sosyal patlama” korkusu ve sömürü burjuvazinin hapishane politikasının temel belirleyenleri durumundadır. Bazen bilinçli olarak kitleleri manipüle etmenin bir aracı olarak “sosyal patlama”- “terör” vb.leri ön plana çıkarılıp hapishanelerin ne kadar vazgeçilmez bir kurum olduğu gösterilmeye çalışılsa da bizler hapishanelerin günümüzdeki varlık nedenlerinin temellerinden birinin de burjuvazinin ekonomik hedefleri, yani ucuz-sorunsuz emek sömürüsü olduğunu unutmamalıyız.

ABD’de mahkûm emeğinin sömürüsü 1979’da “Hapishane Endüstrisini Geliştirme Programı” ile 7 pilot proje ile başlamış, 1990’da pilot proje sayısı 50’ye çıkarılmıştır. 90’lı yıllar boyunca eyaletler mahpuslara çalışma zorunluluğu getiren yeni yasalar çıkarırken diğer yandan da istihdam edilen mahkûm sayısını artırmak için yeni programlar yaşama geçirilmiştir. Bugün ABD’de en az 7 saat çalışma zorunluluğu getirilmiştir. Çalışmayı ret etme veya uygun performansta çalışmamak disiplin suçudur. Bunlara ek olarak birçok eyalet, mahkûmları çalışmaya zorlayan ek disiplin suçları belirliyor. Örneğin, bazı eyaletlerde mahkûmlar çalışmayı ret ederse daha uzun hapis cezalarına çarptırılmakta, aile ziyaret hakkı, telefon, sosyal alanlardan yararlanma, sosyal etkinliklere katılma, kantinden alışveriş vb. haklarını kullanamamakta, hücre hapsi alabilmekteler.

Hapishane yönetmelikleriyle, kimi zaman kısmen, kimi zamansa tamamen, mahkûmun dışarıdan giysi, kırtasiye malzemeleri, TV, battaniye, nevresim, yiyecek-içecek vb. temel ihtiyaçlarını kantinden temin edebildiği düşünülürse ve bazen dışarıdan para yatırılmasına da izin verilmediği göz önüne alındığında “kantin alışverişinden men ya da kısıtlama” cezasının zorun çalışmadaki baskısı daha iyi anlaşılır. Bazı eyaletlerdeyse çalışılan günler infazdan 2 gün olarak düşülüp, çalışmayan mahkûmun çalışana göre 2 kat daha fazla hapis cezası yatması sağlanıyor. İngiltere’de 1999’da çıkarılan Hapishane Kuralları /siz disiplin cezaları anlayın) ile mahkûmlar “günde 10 saati geçmek üzere” ve “eğer mümkünse hücreleri dışında bir başkasıyla birlikte” çalıştırılabilineceğini getirmektedir. Bu mümkün olmadığında günde 10 saate kadar hücresinde tek başına çalıştırılabileceği anlamına gelir. İngiltere’de de mahkûmun çalışmayı reddetmesi veya istenildiği gibi çalışmaması durumunda hapishane yönetimine keyfince “disiplin cezası” verme, hatta mahkemelerin verdiği hapis cezalarını uzatma hakkı dahi verilmiş durumdadır. (Bu uygulamalar bugün ülkemizde sıklıkla başvurulan “disiplin cezalarının” gerçek işlemlerinin ne olduğu kitleleri maniple etmek için “kurala uymadılar”, “gereksiz yere marş söylediler” şeklinde ifade edilen söylemlerin nasıl pespaye maskeler olduğunu da açıkça göstermektedir.)

19. yy’da uygulanan “kiralık hapishane” modelinde hapishane yönetimleri ile özel şirketler arasında bir sözleşme imzalanarak, mahkûmun emeği hapishane idarelerinin denetimi ve kontrolünde özel sektöre kiralanırdı. Bu model bugün yeniden yapılandırmaya gidilen birçok ülkede hapishanelerin özelleştirilmesinin bir alt adımı, hazırlığı olarak uygulanmaktadır. Bazı ülkelerde ise bu modelle özelleştirme birlikte uygulanmaktadır. Hapishanelerin özelleştirilmesine 1979’da ABD’de başlandığını yukarıda aktarmıştık.

Bugün ABD’nin önde gelen pek çok şirketi ürünlerini hapishanelerde üretmektedir. Bu şirketlerin arasında, Microsoft, IBM, Boeinh, Motorola, Texas Insstruments, Nike, Lee Jeans gibi dünya çapında tanınan şirketler de vardır. Mahkûmlara yönelik teknolojik bazı malların üretilmesinden, çamaşır yıkamaya; telefonla pazarlıktan, tekstil sektöründen çalışmaya; veri depolamaktan, bilgisayar paketlemeye kadar bir dizi mal ve hizmet üretimi yapılmaktadır. Tüm bunların karşılığı olarak da mahkûmlara ya hiç para ödenmemektedir ya da aynı işin dışarıda bir işçi tarafından yapıldığında ödenen ücretin yaklaşık olarak 1/6’sı ödenmektedir. Yani bir işçi yaptığı iş için dışarıda 6 birimlik bir ücret alırken aynı işçi tutuklanır aynı işi hapishanede yaptığında 1 birimlik bir ücret almaktadır. Üstelik bu 1 birimlik ücretin de iaşe-sağlık giderleri vb. harcamalarla bir kısmına el konuluyor. Kalan kısmı çeşitli fonlar, zorunlu tasarruf hesabı mahkeme hizmetleri, vergi gibi kesintilere uğruyor. Sonuç olarak mahkûmu kentin alışverişi için çok küçük bir miktarı veriliyor. Öyle ki ABD’de mahkûmun ücretinin % 80’ine el konulabiliyor. Bütün bunların yanı sıra mahkûm emeği, işçi emeğinin sahip olduğu haklara da sahip değildir. Sağlık sigortası, işsizlik sigortası, emeklilik hakkı, işten çıkarma tazminatı, tatil hakkı, dinlenme hakkı, hastalık izni, sendika hakkı, toplu sözleşme hakkı, grev hakkı hapishanelerde yoktur. Mahkûmun modern kölelere dönüştürüldüğü bu sömürü koşulları birçok şirketin emek yoğunluğu gerektiren iş ve sanayi dallarındaki işletmelerini kapatıp hapishaneleri bu amaçla kullanmaya başlamalarına neden olmaktadır.

Modern köleye dönüşen mahpusun sermaye için nasıl bir cazibe merkezi olduğunu anlayabilmek için ABD’deki çok uluslu hapishane şirketlerinin lideri olan “Corrections Corporation of America” (CCA) şirketinin 15 yıldaki büyüme hızına bakmak yeterli olacaktır. 1983’te kurulan CCA’nın geliri 1992’de 95 milyon dolar, 1995’te 207 milyon dolar, 1996’da 293, ’97’de 462, ’98 Eylül sonu itibariyle 484.5 milyon dolardır. CCA 1998 itibariyle ABD, Porto Rico, Avustralya ve İngiltere’de toplam 78 hapishane işletmektedir.

Hapishanelerin ekonomideki yerleri sadece özel şirketlere ucuz-risksiz emek, yaratmakla sınırlı değildir. Ayrıca, inşaat, mimarlık, sağlık, yemek, nakliye, telefon-güvenlik teknolojileri gibi alanlarda hizmet veren şirketler için bir gelir kapısı durumundadır.

Hukuk sistemindeki yeniden yapılandırmanın temelinde hapishaneler vardır. Fakat ekonomik yönleri olan hapishaneler dışında kalan başka “ceza” türleri de vardır. Burjuvazi bir yandan ceza türlerini çeşitlendirerek hapsetmeye alternatif ceza türleri oluşturmaya çalışıyor fakat henüz sistem tam anlamıyla hazır olmadığı- ortaya çıkmadığı için de diğer yandan bu alternatif ceza türlerinin uygulanacağı cezaları sınırlayıp hapishanelerin varlığını devam ettiriyor, bunların mahkûm sayısına etkisini ihtiyacına paralel düzenliyor. “Kamu yararına çalışma”, “Denetimli serbestlik” gibi alternatif ceza türleri bunlardan birkaçıdır. Bu tür cezalar birkaç yılla cezalandırılan “hafif suç”lara verilmektedir. Mahkemelerce bu tür cezalarla cezalandırılanlar; okul-hapishane-adliye gibi resmi kurumlarda bireysel yeteneklerine paralel çeşitli işlerde, günde belli bir saat, ücretsiz olarak ve denetlenerek zorunlu çalışmaya tabi tutuluyorlar. Bu cezalandırma yöntemi sayesinde devlet daha önce yapılması için belli bir kaynak ayırıp memur veya işçi çalıştırırken, bu maddi yükten kurtulup bu işleri ücretsiz olarak yaptırabilmektedir. Bu ceza yöntemi bir yandan “sosyal devletin” “küçültülmesi” politikalarına hizmet ediyorken diğer yandan da burjuvazinin daha ucuz mahkûm emeği elde etmesine yeni alanlar açmaktadır. Zira mahkûm emeği her ne kadar işçi emeğinden ucuz olsa da belli bir yatırımı, mekânı-teknolojik denetimi, gardiyan vb. güvenlik personelini gerekli kıldığından bir harcamayı da gerekli kılmaktadır. Fakat bireyin kendi evinde, kendi mahallesinde, iş yerinde teknolojik denetim ile mahkûm işçi haline gelmesi durumunda tüm harcamalar en az noktaya çekilmiş olacaktır. Elbette ki burjuvazi, burjuva sistemi bir bütün olarak hedefleyen muhaliflerinin varlığından duyduğu kurku ile bir bütün olarak hapsetme politikasından, hapishanelerden vazgeçmeyecektir. Fakat bu onun ucuz mahkûm emeğine ulaşma arayışında engel olamamaktadır. Zamanla, bu “hafif ceza”lara verilen ceza türleri orta ve daha ağır cezalar içinde adli tutsaklara bu türden cezalar ileride verilebilir.

Buraya kadar esasta emperyalist-kapitalist ülkelerden, esasta da 1970’lerden sonraki “yeniden yapılandırma”, reform” politikaları ile hapishanelerde yaşanan değişim ve bu politikaların arka planıydı. Türkiye kendine has bir süreç yaşadı. Ekonomik olarak emperyalistlerden kendine biçtiği “yeniden yapılandırma” adımlarını atsa bile bunun bir parçası olan hapishanelerin yeniden yapılandırılmasını aynı hızla yaşama geçiremedi. Kimi adımlar atıp, denemeler yapsa da kendisi açısından istediği yasal düzenlemeleri yapmakta yetindi. TC’deki hapishanelerin “yeniden yapılandırması”nı incelerken ayrıntılı ele alacağız. Fakat özellikle 1991 şartlı tahliye yasası ile başlatılan “reform”lardan dikkat çekici bazılarını burada da hatırlatalım.

1990 ile 2000 arasında birçok yasal değişiklik ile hem hapishanelerin birer sömürü aracı halini almasının alt yapısını oluşturdu, hem tecrit-tretman politikaları ile mahpusu teslim almanın yasal alt yapısını oluşturdu, hem de tıpkı emperyalistlerin yaptığı gibi “suçun üzerine sert git” konseptini benimseyip TMY gibi özel kurumlar çıkarmanın yanı sıra birçok suçun ceza sürelerini TCK’da artırmaya yöneldi. 1997’de iş yurtları ile ilgili bir yasal değişiklik yapıldı. Bu tarihten itibaren mahkûm emeğinin sömürüsünde hızlı bir artış sağlanmış olundu 2000 ile 2005 arasında, TCK, CMK, CİK gibi tüm temel kanunlar değiştirildi. Mahpus bu yasalar ile bir “köle” olarak tanımlandı. Çıkarılan yasalardaki belirsiz “terör” vb. tanımlamalar ile sistem her türlü muhalifini işlediği kadar hapsetme olanaklarına kavuştu.

Bu gelişmeler yukarıda anlatılan emperyalistlerin kendi deneyimleri ışığında okunduğunda, Türkiye hukuk sisteminin yeniden dizaynı, hapishanelerde yaşananlar ve tüm bu süreçte TC’nin, efendilerinin deneylerini rafine ederek ülke koşulları-dengeleri içinde ustalıkla uygulandığı sonucuna ulaşılacaktır. Fakat bu sonuca rağmen TC istediğini alamamıştır. Çünkü istenilen mahkûmun, esasta da devrimci tutsakların teslim alınmasıdır. Bu amaca ulaşmak için delindeki en güçlü silahı tecrit-tretman politikalarını devreye sokuyor.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu